Ali Bayram'dan Zaman'a eleştiri 2
Zaman gazetesinin Erzurum'da kuruculuğunu yapmış olan yazar Ali Bayram, Zaman gazetesinin yanlışları olduğunu ifade etti. Ekrem Dumanlı'yı da eleştiren Bayram, 'Ekrem Dumanlı, gazetenin kazancı değil kaybıdır' dedi.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-07-09 15:34:47
Fethullah Hoca, akşam sabah sızlanıyor, “Allah’ım milletimizi felaketle yok etme” diye. Bunların biri bir değil ki, Hoca Efendi’de on tane müşahede etmişim ben. Beziüzzam Hazretleri kaç defa söylemiş. “Allah’ın rızasına, hoşnutluğuna uygun olmayan işler yapılıyor, imana, Kuran’a ilişiliyor, imana, Kuran’a ilişildiği yerde, yer küre üzerindeki bu insanları istemez” diye beyan ediyor.
“BATI’YI İSLAMLAŞTIRMAK MÜMKÜN.”
Robert Ferrigno isimli bir yazarın, “2040 Amerika İslam Cumhuriyeti”diye bir kitabı var. “Güney Amerika’da Türk kültürüne büyük merak olduğunu ve çeşitli yaş gruplarından, çeşitli sosyo-kültürel ortamlardan kimselerin bu merkezlere kaydolduğunu” aktarmıştınız. Batı’yı İslamlaştırmak mümkün mü?
Batı’yı İslamlaştırmak mümkün. Güney Amerika’da İslam’ın 5-10 yıl içerisinde çoğunluğa ulaşması mümkün. Ama zahiri şartlarda, zahiri sebeplerde birilerinin el atması lazım. Güney Amerika’da en uca indim. Patagonya’ya. Bizi gezdiren biri Müslüman oldu orada. “Sırf sizi sevdiğim için, Müslüman böyle güzelse, demek ki bu din güzel” diyerek, ardından 30 tane insan da sıraya girdi. Biz de acele etmeyelim diyerek, bir daha gitmeyi düşündük ama gidemedik. Bizim derdimiz, insanları Müslüman etmekten ziyade, ahlakımızla insanlara, Müslümanları sevdirmektir. Sevdikten sonra hak yol olan İslam’ı herkes sevecek ve doğru yolu bulacaktır.
“HAREKETİN EN BÜYÜK İDEALİ, ‘İYİ İNSAN MODELİ’ YETİŞTİRMEK”
Birisinin buna el atması lazım dediniz de, bunu cemaat yapabilir mi, çünkü hareketin ideolojik gıdası Türk-İslam sentezinden doğuyor aslında.
Bizim öyle bir idealimiz yok. Öyle bir sentezden doğduğumuz da yok. O da bir yorumdur. Biz sadece Hoca Efendinin yönlendirmesiyle, insanlığa en ideal hizmeti, insanları eğitip, “İyi insan modeli” yetiştirmek. Peygamberimizin bir hadisinin merkez alınarak yapıldığı bir hizmet.
“BAŞBAKAN, BATIDAKİ GİBİ ÇOCUĞA PRİM VERECEĞİM DESE, YER YERİNDEN OYNAR.”,
“AVRUPA’DAKİ ARKADAŞLARIMIZ, KAYBOLAN NESİLLERE FIRSAT VERMİYORLAR”
Avrupa Birliğine girmenin, Türkiye menfaatleri açısından faydalı olacağını düşünüyor musunuz? Bunu akademik dille dergilerde yazdınız. AB’ye üyelik, Türkiye için ne kadar gerekli?
AB’ye üyelik, Türkiye için şu manada önemli: Bilmeyen insanı, bilmediği ile baş başa bırakmak, erdemli insan işi değildir. Yoksa Allah yeryüzüne Peygamberler göndermezdi. Bilmeyen insan, bilmediğini yaparak, bazen toplumuna zarar veriyor. Onu yüzüstü bırakmak doğru değil. Bizim evrensel bir dinimiz var, evrensel dinimizin emirleri, insanlık adına evrenseldir, cihan şümuldür. Avrupa’ya bizim rahat gidip gelmemiz, evrensel değerlerimizi onlara tanıştırmamız, sunmamız gereklidir. Şimdi bizleri örnek almaya başladılar. Yahudiler örnek alıyorlardı öteden beri. İngiltere’de bakarsan, bir Yahudi’nin 4-5 çocuğu var. Batı’da çocuk olmuyor, 3 çocuğu olan çocuk primi ona yeter de artar bile, bunu niye veriyor, millet çocuk yapsın diye. Başbakan, çocuğa prim vereceğim dese, yer yerinden oynar. “Babanın parasını mı veriyorsun?” derler. “Fransa Cumhurbaşkanı, millete dağıtırken, babasının parasını mı veriyor?” Avrupa’nın tamamında nüfus yaş ortalaması 53. Türkiye’de ortalama 23. Şu anda Batı, Avrupa birliğine sizi alamayız, diyor. Bu kadar genç nüfusla nasıl baş edeceğiz? diyor. Avrupa’daki arkadaşlar öyle bir sistem kurmuşlar ki, kaybolan nesillere artık fırsat vermiyorlar. Kuran kursları açmışlar, devlet de bunu hoş karşılıyor. Bediüzzaman Hazretleri diyor ki, “Bir fasıkın idaresi, bin tane müminin idaresinden zordur” Çünkü bir fasık gider bir yeri yakar, sen gidersin orayı söndürmeye, bir yere bomba atar, yüzlerce aile perişan olur ama bin tane masum mümin insan kimseye zarar vermez.
“ERDOĞAN’I DİN BİLİNCİNDEN DOLAYI TAKDİR ETMEK LAZIM”
Bundan dolayı mı, dindar nesil kavramı ortaya atıldı, siz de onu desteklediniz? Siyasetin içinde din nasıl duruyor peki? Alet edilmesi konusu…
Elbette. Alet diye bir şey yok. Milletin Kuran öğrenmesinden Erdoğan’a ne? Millet dinini, ahlakını, imanını bilecek Erdoğan’a ne? Ama bunu bir görev biliyorsa, taktir etmek lazım. “Allah razı olsun” demek lazım. Batılı, normal doğum yaptırıyor ve bebeği ananın kucağına veriyor. “Bizde usuldür” diyor. Çünkü ana sinerjisini, ana kokusunu alması, anasının da o parçasına sahip olması, onun acısını dindirecek bir keyfiyettir. Doğu’da da böyleydi.
Memleketimizde günden güne gelişen İslami uyanış ve ilmi faaliyetlerin ehl-i sünnet görüşü etrafında gelişip ilerlemesine hizmet amacıyla bazı çalışmalarınız oldu. Cumhur-i ulemayı eleştiren kimseleri ve eserlerini özellikle hedef almanız neden peki?
Türkiye’de bir akım, literatürü bir tarafa atarak, kendilerine göre bir din ihdas etmeye çalışıyorlar. Temel dini kavramlarını, ehl-i sünnet görüşünü, kitabi selef’in( Hanefi’nin, Muhammed Hasan Eş – Şeybanî’nin, Ebu Yusuf’un) görüşlerini kabul etmiyorlar. Ayağı yere basmayan, temeli olmayan şeyleri kabul etmemiz mümkün değildir.
Bu nedenle, Muhammed Abduh Reşid Rıza ve İctihad iddiaları için gerekçe aranıyor galiba?
“Biz böyle içtihad ederiz” diyor. Tamam ama içtihadın bir şartı var. Mehmet Akif Ersoy’a soruyorlar, “İçtihad edilebilir mi?” “Oğlum, eşek nalı yapmak için, bir usta çingenenin, başında uğraşacaksın aylarca mengenin”
“EKRANLARIN SÜSLERİ, ALİMLERİ ORTADAN YOK OLDU”,
“PROFESÖRLER, HOCA EFENDİNİN ÖNÜNDE DİZ ÇÖKÜYOR”
Fil vakası meselesi, sihir meselesi, cinler, teyemmüm, Hz İsa meselesi, talak-i selase meselesi, mucizatı kevniyye meselesi, inşikakı kamer meselesi gibi meselelere açıklık getiriyorsunuz. Dinimizin aydınlatamadığı bir nokta var mı? Mesela hala Hz. İsa’nın ölümü ile ilgili şaibeler var.
Şaibe olduğundan değil. O işi sulandıran kötü niyetli insanlar var. Onlara eskiden suhi ulema derlerdi. Yani işi kötüye kullanan alimler. Öyle ki, içtihat yapılmışken, içtihadın en ince teferruatını, İmam-ı Azam bilerek yapmış. Görmüş fakat o meselenin kabulürlüğü %5 olduğu için esasa almamış, o mesele rivayet edilmiş ama onun yerine %80 hüsnü kabul görmüş bir meseleyi ele almış. Bizim yenilikçiler, yeni bir şey ihdas etsin diye, insanlara onu anlatmaya başlıyor. İnsanlar da, hiç duymadıkları şeye sarılıyorlar. Hiç duymamış olman, onun doğru olduğunun alameti değil ki? Ekranların süsleri şu anda yok artık. Şahıslar üzerinde durmak istemiyorum. Fuzuli diyor ki, “Ben şiir yazmaya başladım fakat baktım ki olmuyor, döndüm dua ettim; Allah’ım bana ilim ihsan et, çünkü ilimsiz şiir, temelsiz duvara benzer” Harçsız kurulan kürsülerin, ekranların alimleri ortadan yok oldu. Çıkıyor, Hoca Efendi’ye çatıyor, bir dönemin kalemşoru, hoca efendiye atıyor tutuyor, hoca efendi her gün kemalin zirvesinde yükseliyor elhamdülillah, her gün profesörler önünde diz çöküyor, her gün dünya üniversiteleri, hoca efendinin görüşüne göre insanların kurtuluş hapının reçetesini alıyor fakat bizimkiler, ekranların süsleri hoca efendiyi tenkit ediyorlar. “Doğruyu yerinden saptıran söz de olsa, zulümdür” Doğrusu adalettir, yanlışı zulümdür. Zulüm sadece; vurma, kırma, öldürme değildir. Ekranların süsü için şunu diyorum: “Zulüm ile abad olanın ahiri berbat olur” Hoca Efendinin montajla seslerinden alıp, neleri söylemiş gösterdiler…
“ALLAH, İSTEYENİ CEBR-İ TEVFİKİ İSMİYLE HİMAYE EDER”
Berzah Aralığı, ruhun tabi müşahedesi olarak tabir ettiğiniz rüyayı incelediğiniz bir eser ve burada kadere ait sırları sezmekten bahsediyorsunuz. Kaderin ne kadarlık bir kısmı elimizde, gerçekten mukadderatı belirme gücümüz var mı?
Önceden bilebilmek mümkün olmamakla beraber, Allah’ın, cebr-i tevfiki ismiyle kulunu himaye ettiği bir söz vardır. Bu çok önemlidir. Allah her kula, cebr-i tevfiki vermez fakat kul isterse: “Allah’ım beni cebr-i tevfikinle himaye et, koru, beni bana bırakma” derse, korur. Hadis-i Şerifte: “Allah’ım beni nefsime terk etme, beni bana bırakma” diyor. Bir yere sözleştim, gideceğim, fakat nereye gideceğim, bir arkadaşımla sinemaya giderken, kapıya çıktım, üç senedir görmediğim arkadaşımla karşılaşıyorum, ben onu ıskalayıp gidemiyorum, gitmediğim yer için Allah beni cebr-i tevfiki ile korudu, kesti o arayı. Cebr-i tevfikinin manası bu, arayı kesmek. Kazakistan Alma ata Büyükşehir Belediye Başkanı ile aramızda çok olmuştur, bir mesele dolayısıyla(18 bin metre kare kapalı alan inşaat vermişler, okul yapasın diye bina vermişler, onun bir işini de yapmayıvermiş) çok kızdım, açacağım ağzımı, yumacağım gözümü, çıkıyorum, yerinde olduğunu söylüyor, benim ofiste(zaman gazetesinin ofisiydi) belediyenin hemen altında, koşarak gidip, makama çıkacağım, bana mani olacak kimse yok, fakat diyecek biri var esasında, geldim asansöre bindim, bir kat gitti durdu, beni oraya bırakmıyor, Rus bir kadın geldi, kim o dedi, ben de hanıma Rusça, Şu numaraya telefon aç, direktör asansörde kalmış, de dedim, asansörcü sigara yakıyor, yavaş hareket ediyor, yarım saat orada sürünmüşüm, başkan gitmiş, “Ali bu sana ders, ona buna kızmaya senin hakkın yok” dedim. Biz işimizi iyilikle, yalvararak, rica ederek yürüttük. Sonra aklıma geldi ki, “Ya Muhammed s.a.s eğer sen katı kalpli olsaydın, etrafını kırıp dökseydin, kimse etrafında kalmazdı” Kaderi biz bilemeyiz, ama Allah bazı rüyalarla, iyi tabircileri bulabilirsek, yapmamız gerekenleri gösterir.
“BİR İNSANIN SÜNNET BİLMEDEN KONUŞMASI ÇOK TEHLİKELİDİR.”
Tabir meselesi de var. “İslami Rüya Tabirleri Ansiklopedisi” adlı kitabınızda, meteryalistlerin, alt beyindeki bilgilerin rüyaya yansıması kuramına karşı çıkıyorsunuz.
Hepten karşı çıkmıyorum da, Kuran’ın işaretine göre hareket ediyoruz. Meteryalistler de onu kabul etmiyorlar. Bileni bulacaksınız. Kitapta da uymayabilir, herkes havuç görebilir de, herkese aynı tabir yapılmaz. Biraz feraset sahibi olması lazım, biraz sünnet bilmesi lazım, biraz Kuran, sünnet bilmesi lazım, sahabinin rüya tabirlerini bilmesi lazım. Bu Vehbi bir ilimdir. Bir insanın sünnet bilmeden konuşması çok tehlikelidir.
Bazen Kuran’ı anlamak mümkün olmuyor ama hadisler çok açık.
Kuran’ı da anlayanlardan anlamamız lazımdır.
“KANUNLA KORUNMASI ATATÜRK’E YAPILAN BİR KÖTÜLÜKTÜR.”
“MENFAATİNİ SEVEN İNSANLAR, ATATÜRK’E DÖRT DÖRTLÜK YAPIŞIRLAR”,
“HERKES ATATÜRK’Ü SEVER FAKAT HERKES ATATÜRK’Ü SEVMEZ”,
“Bugüne kadar kimse Atatürk'ün doğrusuna doğru, eğrisine eğri diyemedi.” diyorsunuz. Sizce doğruları ve eğrileri nedir?
Bu bir araştırma konusudur. Birden Atatürk’ün eğrisi şudur denilemez. Ama şu bir realitedir ki, Türkiye’de hep iyi hatta bir beşerden beklenilmeyecek kadar Atatürk’e bir insanüstülük verilmiştir. Okullarımızda, insanlar bu mevzuda zorlanılmıştır. Bir defa kanunla korunan bir insan hakkında, insanlar tenkitvari bir şeyler söyleyemez ki. Bizim Kazakistan’da Milli Eğitim Bakanlığında eğitim müşaviri vardı, burada da müsteşar yardımcılığı yaptı, “Belli ki 240 voltluk çıplak teldir Atatürk, elini dokundurursan çarpılırsın, ona hata isnat etme mümkün değildir” Kanunla korunan bir insana hata isnat edilmez. Bu Atatürk’ün iyiliği midir, kötülüğü müdür? Atatürk’e kötülüktür. Kanunla korunması Atatürk’e yapılan bir kötülüktür. İyilik varsa, Allah nezdinde hanesine yazılır. Kötülükleri de irade dışı ise Allah affedebilir ama iradi ise Allah onun da cezasını verir. Fakat Allah ile irtibatlandırmama meselesi, Atatürk’e yapılan en büyük kötülük. Çünkü Atatürk de insandır, Atatürk de kuldur. Onu insanüstülüğe mahkum etme, kanun kapsamında ona yapılacak hareketlerin en büyüğüdür. Mesela, Atatürk’ü sevme meselesi…Herkes Atatürk’ü sever fakat herkes Atatürk’ü sevmez…Menfaatini seven insanlar, Atatürk’e dört dörtlük yapışırlar. Menfaatini severler.
“50 YILDIR ATATÜRK’Ü SEVDİRMEYE UĞRAŞIYORLAR”
Benim yaşadığım bir örnek…İzmit’teyiz. 4,5 yaşında bir çocuğa okuma yazma öğrettik, ilkokula verdik, çocuk ağlayarak gidip geliyor, annesini okula çağırıyor. “Annem gelmez”diyor kızım, “Niye annen gelmez?” diye soruyor hocası.”Erkek olan yere çıkmaz”, “Kızım ben bayanım, bana gelsin” “E sana gelene kadar bir sürü erkekler görecek annemi” , “Baban gelsin” diyor. “Babam pazarcı, işi gücü var” diyor. Bir gün hoca kalemle parmaklarını şişirene kadar vurmuş. “Sen Atatürk’ü seviyor musun?” diye sormuş. Çocuk söylememiş, inat etmiş. Çocuk, “Bana o kekişi sevdiremezsin” demiş. Hoca ısrar etmiş, gittim. Kapıyı vurdum, bir hanımefendi açtı, kolumdan tuttuğu gibi beni masanın başına kadar götürdü. “Beyefendi ne iş yapıyorsunuz siz?” dedi, “Geç pazarcılığı da söyle, sen ne iş yapıyorsun?” dedi, niye pazarcı olamam mı, yakıştıramadınız mı dedi. Olabilirsiniz ama benzemiyorsunuz dedi, Bak beyefendi, ben sizin çocuğunuzdan razı değilim, benim sorularıma cevap vermiyor, bu acaba aileden mi geliyor diye sizi görmek istedim, dedi. Beyefendi doğruyu söyleyeceğinize yemin edin, dedi. Merak etmeyin her ne sorarsınız sorun doğru söyleyeceğim, dedim. “Beyefendi sen Atatürk’ü seviyor musun?” dedi, Sorun bu muydu, dedim. “Tebrik ediyorum hanımefendi seni. Bir, ettirmeye çalıştığın yeminlerden anlaşılıyor ki beni anlamışsın. Ben senin kadar zeki değilim, ben seni anlamadım nesin sen? Senin cevabının yüzde yüz cevabını vereceğim. Sana göre kutsalın, namusun ne ise (Kilisen mi, Allah’ın mı) o kutsalına yemin ettirerek ben de sana bir şey soracağım” dedim. “Sen Atatürk’ü seviyor musun?” dedim. “Sevmiyorum” dedi. “Ya hoca hanım caiz olsaydı alnını öpecektim, taktir ettim bravo” dedim. Şimdi sen benim cevabı iyi dinle, “Sen şu kadar yaştasın, çocukluğundan bu yana sana da sevdirmeye çalışıyorlardı, 50 yıldır bu millete okullarla, kışlalarla, üniversitelerle, basınla, Atatürk’ü sevdirmeye uğraşıyorlar. Başkasının masum çocuğunu niye sevmiyor diye döven insanın kendisi de sevmiyorsa bunda bir bit yeniği vardır, gelin bu çocukları serbest bırakın, kalbin üstünde tek yegane el, Allah elidir. Kuran’ı Kerim’de, “Allah’ın eli onların kalplerindedir” diyor. Allah istediğini sever, istediğini sevdirir, onun elindedir. Adam, 50 yıl kapısında çalıştığı insanı sevmez ya. Diğer taraftan da karşısına çıkan komşusuna hayran olur. “Beyefendi bir akşam bize de teşrif et, beyime de bazı şeyleri anlat, biz riyaya gömülmüşüz, dediğin doğru” Bu bir misal. Halbuki Atatürk bu millete hizmet etmişse, etmiştir. Dünyanın hiçbir yerinde insanlar, hizmetinden ötürü, ilahlaştırma konuma getirilmemiştir. Bunu bir zümre yaptı, Kuran-ı Kerim’in tokadını yedi. Hz. İsa’ya Hıristiyanlar yaptı. Ama Allah sorguluyor, Kuran-ı Kerim’de, “Sen mi dedin ki, anamla beni ilah edinin, ben eğer bunu yaptıysam Allah’ım sen bilirsin, ben onu demedim, sen benim nefsimle olanı biliyorsun ama ben senden bilmiyorum Allah’ım”
Kendi nefsinize yazdığınız bir şiir daha vardı, “İhlasla ömür süren her fert, Ne dünya ne ahrette görür dert” diyordunuz. Sizce hayatını ibadetle ya da Salih-Saliha bir insan olarak geçiren insanların, ve pek tabi peygamberlerin çileli hayatlarının karşılığı ne? Hz. Allah’ın çok sevdiği kullarına ızdırap çektirmesi neden?
1996’da, Endonezya’ya gittim. Biz hep ailemizden kopuk yaşarız, beni kimse aylarca merak etmeyebilir. Dışarıdayım, hizmetteyim…Pakistan’a gittim…Sabah kahvaltı sırasında üzerime mahsuniyet çöktü. Bayılsam, düşsem, biri kaldırıp köşeye atsa, üç beş kuruşunu alsa gitse, soracak kimsen yok, bilgi verilecek kimsen yok, böyle yaşadığımız çok anlar oldu. Akif’in, “Ne vahşetlerde bir yoldaş, ne zulmetlerde tek yıldız!” sözüyle ifade edildiği gibi bir hayat sürdük. Kolombiya’da, Türk olduğumuz için bir cani muamelesiyle arandık.
“28 ŞUBAT SÜRECİNE CEMAATİN HİÇ BİR DAHİLİ YOKTUR”
“28 Şubat süreci o kadar çok karanlık olayı bünyesinde bulundurdu ki, birkaç yıldan beri sayılıp dökülmekle bitmeyecek kadar çoktur.” diye yazmıştınız. Peki bu sürecin aktörleri de sayamayacağınız kadar çok mu sizce? Cemaat üzerinden bu sürecin sulandırıldığı fikrine ne diyeceksiniz?
İnşallah Türkiye’de hukuk sistemi onu açığa çıkaracak. O sürece, cemaatin hiçbir dâhili yoktur. Cemaatin hiçbir şeye temennisi yoktur. Cemaat öyle bir cemaat ki, cemaatin başındaki lider öyle bir lider ki, bir insan elleriyle yaptığı suçu, göre göre, “Acaba bu suçu tazmin edebilsek de, bu adam zarar görmese mi?” diyecek kadar insancıl bir liderin yönetiminde olan bir cemaat. Onda asla bunu düşünmemek lazım. Bunlar bu ülkeye kötülük etmişlerse, o dönemin yöneticileri, askeri de, bakanı da, başbakanı da, valisi de yargılanmalı, Türkiye entelektüeline, basınına bırakın yargı hak etsin, onlar da aklanacaklarsa aklansınlar fakat millet adına yaptıkları bir suç varsa, cezasını çeksinler, görsünler. Biz öyle bir gelenekten geliyoruz ki, Peygamber kızı için,”Kızım dahi bu suçu işlese, ona cezasını veririm” diyen bir neslin, ümmetin, geleneğin çocuklarıyız. Bıraksınlar yargı işini yapsın. Başı daralan, “Bunu cemaat yaptı, Fethullah Hoca yaptı” demesin.
SON VİDEO HABER
Haber Ara