Abdülhamit Bilici: Utanılası acziyetimiz!
Zaman Gazetesi yazarı Abdülhamit Bilici bugünkü yazısında: Irak Savaşı’nın hemen öncesiydi. Türkiye, komşu ülkeler girişimiyle çıkmasına kesin gözüyle bakılan yangını önlemek için çırpınıyordu. Irak’ın komşuları ve Mısır gibi önemli ülkelerin liderleri Türkiye’nin öncülüğünde birkaç kez bir araya getirildi. Toplantılardan birinin hazırlıkları yapılırken kriz çıkmıştı. Diplomatlar hangi başkentin ev sahipliği yapacağında anlaşamıyordu.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-08-27 03:40:13
Mesele, o gün başbakanlık koltuğunda oturan Abdullah Gül’e iletilince şaşırmış ve şöyle demişti: “Bizim derdimiz itibar değil, çare bulmak. Hangi başkenti isterseniz biz uyarız.”
Kim bilir bizim bilmediğimiz böyle nice sudan sorunlar çıktı ve Türkiye’nin sorumlu bir bölge ülkesi olarak üzerine düşeni yaptığını tescil eden o toplantılar yapıldı. Yapıldı da netice verdi mi? Savaş önlenebildi mi? Tabii ki, hayır.
Çünkü böyle bir kritik zamanda kritik bir toplantının hangi başkentte yapılacağı konusunda bile anlaşamayan kafalardan, krizi önleyecek bir hamle beklemek çok lükstü. Türkiye, bir yandan da ABD ile sıkı görüşmeler yaptığı için savaşın geldiğini görüyor. Sadece Saddam’ın yapacağı sürpriz bir hamleyle hem kendi ülkesini, hem Türkiye’yi hem de bölgeyi bu beladan kurtaracağını hesap ediyordu. Nitekim son Irak’a komşu ülkeler toplantısından, Saddam’a çok net bir mesaj gönderilmesi kararı çıktı.
Abdullah Gül, Saddam yönetimine bu mesajı doğrudan iletmek istiyordu. Irak Büyükelçisi üzerinden mesaj iletildi. Bağdat yönetiminin iki numarası Taha Yasin Ramazan; Dışişleri ve Ticaret bakanlarıyla birlikte Ankara’ya gelmeye hazır olduğunu bildirdi. Gül, Irak’a son uyarı olmasını istediği görüşmeye pazarlık gölgesi düşsün istemiyordu. Bu yüzden Ticaret Bakanı’nın gelmesi talebini reddetti. MİT’e talimat verildi ve bir MİT uçağı 3 Şubat 2003 sabahı Ramazan ve Dışişleri Bakanı Naci Sabri’yi Şam üzerinden Ankara’ya getirdi.
Havaalanından MİT koruması altında Atatürk Orman Çiftliği’ne; MİT kontrolündeki Marmara Köşkü’ne götürülen ikili, burada Gül ve Dışişleri Müsteşarı Ziyal’le yemek yedi. Gül, Irak’ı yıllardır yöneten isimlere, ABD’nin kararlı göründüğünü, savaş olursa bundan herkesin büyük zarar göreceğini anlattı. İsterlerse Irak’ı terk edip, Saddam’la Türkiye’ye sığınabileceklerini söyledi. Ramazan, dinledi ama karşılık vermedi.”
Bu görüşme savaştan tam 35 gün önce gerçekleşiyordu. Mesaj, Saddam’a iletildi. Cevap çok şaşırtıcı değildi ama Ortadoğu’nun neden sürekli krizler içinde debelendiğini gösteren çok önemli ipuçları taşıyordu. Türkiye’nin bu iyi niyetli çağrısını iç işlerine müdahale olarak gören Saddam, Ankara’ya “Irak halkı, kahraman ve savaşçı halktır.” cevabını gönderecekti. Bu cevabın ardından yaşananları, Saddam’ın gizlendiği bir çukurda yakalanıp nasıl infaz edildiğini ve halen Irak’ta yaşanan acıları biliyoruz.
Irak’ta olan biten herkesin gözünün önünde yaşanmasına rağmen Libya’da hiç ders alındı mı? Hayır, bütün ikazlara rağmen Kaddafi de aynı yoldan gitti ve aynı akıbetle son nefesini verdi. Irak ve Libya örneklerine rağmen 2 yıldır Suriye’deki Esed de aynı akıbet için adeta çırpınmakta. Türkiye’nin dostça kendisine ilettiği makul reform önerilerini yerine getirip, bütün bölgeyi kana bulayacak bir kaosu önlemek yerine, kendi halkıyla savaşmayı, onları tanklarla, savaş uçaklarıyla, Scud füzeleriyle bombalamayı, şehirleri yıkmayı, bebekleri kimyasal silahlarla katletmeyi tercih ediyor. Guta’da işlediği terör belki sonu olacak. Bu kötü yolda kendisine arkadaş olanlar da dün Saddam’a ve Kaddafi’ye yaptıkları gibi çok muhtemelen onu bu kötü akıbetiyle baş başa bırakacak.
Gözümüzün önünde cereyan eden bu acı tablodan, bu bölgenin çocukları olarak çıkarmamız gereken çok önemli dersler var. Bunların en başında da hiçbir sorunu kendi içimizde halledecek anlayışa ve mekanizmalara sahip olmayış geliyor. Ciddi bir sorun karşısında, ne Arap Birliği, ne İslam İşbirliği Teşkilatı ne de diğer kurumlarımız bir varlık gösteremiyor. Lafa gelince mangalda kül bırakmıyoruz ama yine kendi bölgemizde çıkan krizleri çözmesi, müdahale etmesi, kanı durdurması için Batı’dan medet umuyoruz. Onlar da Bosna ve Suriye’de olduğu gibi hayli can yandıktan sonra, çok geç ya da Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi kendi tarzıyla müdahale ediyor. Sonra dönüp bundan şikâyete başlıyoruz.
Keşke bu bölgenin çocukları, siyasetçileri, aydınları olarak bol keseden nutuk atmak yerine birbirini boğazlayan şu aciz halimizi kabul edip, sonra hastalığı teşhise ve ardından tedavisine kafa yorsak. Bir kez olsun samimiyetle…
Haber Ara