Dolar

34,1771

Euro

38,2275

Altın

2.900,71

Bist

9.687,81

Ahvaz Kurtuluş Ordusu'nu kim kurdu?

Haberseyret'in Bi simit mahlaslı yazarı 'Kurtların Dönüşü' başlıklı yazısında Ahvaz Kurtuluş Ordusu'nun nasıl kurulduğunu yazdı.

10 Yıl Önce Güncellendi

2015-04-11 14:23:38

Ahvaz Kurtuluş Ordusu'nu kim kurdu?

Tarih 16 Mart 2015'i gösteriyor. Türk Hava Yolları kimsenin sebebini anlamadığı ilginç bir girişimde bulunuyor. Bütün haber sitelerinden "Türk Hava Yolları İstanbul-Ahvaz Seferlerini Başlattı" haberi ufak puntolarla kayıp gidiyor. Bu haber ne THY'nin Niamey ve Burkina Faso'ya, ne de Somali'deki Mogadişu şehirlerine başlattığı seferler kadar sükse yapmıyor. Belki 100 yıl sonra ilk defa hazırlıksız yakalanan değil de yakalayan taraf oluyoruz. Mogadişu seferlerine başladıktan sonra şehit edilen Türk Hava Yolları güvenlik şefi Sadettin Doğan geliyor aklımıza. Gözlerimiz eriyor. Dişlerimiz geriliyor. Yumruklarımız intikama kilitlenirken, yüreklerimiz gayrı ihtiyari o ayeti mırıldanıyor.

“O halde sakın Allah'ın peygamberlerine olan vaadinden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah her şeye galiptir, intikam sahibidir.” (14:47)

Tarih 17 Mart 2015. THY’nin ilk seferinden sonraki ilk gün. İran’ın Fooled Khozestan takımı ile Suudi Arabistan’ın El-Hilal takımları arasında oynanan futbol maçından sonra Araplar milliyetçi bir motivasyon ile rejim karşıtı eylemlere başlıyorlar. Mesaj açık ve net. İran’ın Ahvaz’dan çekilmesi isteniyor. Gösteriler silahlı çatışmaya dönüşüyor. 1 genç aynı gün İran rejim askerleri tarafından şehid ediliyor. Ahvaz’da demokrasi yanlısı milliyetçi Arap gençlere liderlik yapan garip insanlar dolaşıyor ortalıkta. Gösteri başladıktan sonra 4 gün içerisinde tam 7 rejim yanlısı sivil İran ajanı kim vurduya kurban gidiyor. Ve ajanları ortadan kaldıranlar Ahvaz’da dönüşü olmayan bağımsızlık fitilini ateşliyorlar. Ortaya çıkan kargaşayı bir üst akıl yönetiyor. Ve bu gençler Ahvaz Kurtuluş Örgütü altında bir araya gelerek kendi Kuvayı Milliye birliklerini oluşturuyorlar.

Olay bununla da kalmıyor. Pakistan-İran sınırındaki Belucistan bölgesinden İran’ın güney batısındaki Ahvaz bölgesine eğitimli bir grup geliyor. Gruba ilk hafta liderlik eden kişi daha olaylar başlamadan 1 hafta önce Türkiye’ye gelen ve İstanbul Fatih’te Harman Kafe’de özel bir odada Türkiye’den üst düzey yetkililerle 3 saatlik bir toplantı gerçekleştiren Selahaddin. Yani 2010 yılında İran’ın özel bir operasyonla ele geçirip idam ettirdiği Belucistan’daki Cundullah gurubunun lideri olan Abdulmelik Rigi’nin sağ kolu. Toplantıdan bir hafta sonra THY’nin yaptığı ilk seferde kendisi VİP koltuğu ile geri dönüyor. Gezi olaylarında Türkiye’de ortalığı ayağa kaldıran Batı’ya arka planda psikolojik de olsa destek veren İran’a kısas uygulama vakti. Sadece kısas mı? Hayır. Hedef kısas değil aslında. Bir yok edişin tarihini başlatmak. Devam ediyorum.

Selahaddin Ahvaz’daki ekipleri hizaya sokup Belucistan’a geri dönüyor. Ve İran-Pakistan sınırında aynı hafta 5 sınır muhafızını kaçırıp vakit geçirmeden bunlar arasından Cemşid Danayferi isimli sınır muhafızını öldürerek basına duyuruyor. İran Ahvaz’da olanları daha yeni anlamaya başlıyor. Ama iş işten geçiyor. Hareketlenmeler daha yeni başlıyor. Bunlar ısınma turları. İran hala büyük resmi göremiyor. Ülkenin aynı anda hem Doğu’sundaki Pakistan sınırı hem de Güney Batısında 1925 yılından beri işgal altında tuttuğu Ahvaz bölgesi kaynamaya başlıyor. Tam da Yemen’i işgal etmişken, Esed’e sınırsız destek verirken, Bahreyn’de örgütlenmelerin temelini tamamlamışken, Irak’ta hükümeti ele geçirmişken, yani İran sınırların ötesinde Sünni soykırımı üzerinden genişleme politikası yürütürken neler oluyordu?

Aralarında Çin, Mısır, ABD, Suud gibi idam cezası uygulamalarının olduğu ülkeler arasında 2014 yılı itibarı ile bu infazların en yüksek olduğu devletin İran olması gerçeğinin arkasında asılan yüzlerce sünni Kürt de yatmaktaydı. BM Özel Raportörü Ahmet Shaheed gayrı resmi rakamların çok daha çarpıcı olduğunu dile getirirken Kürtlerin asimile olmayı reddettiği için İran tarafından sistemli bir şekilde katledildiğine de dikkat çekiyordu. Türkiye daha önce bu konuda Barzani’den gelen raporu ciddiye alarak girişimlerde bulunsa da İran akıllanmayı reddetmiş, adeta bir güç sarhoşluğu yaşıyordu. Ne katledilen Kürtlerin, ne de diğer mazlumların kanı yerde kalmayacaktı.

Yine 18 Martta İran’ın başkenti Tahran’da İran Voleybol Ligi final maçında ilginç bir olay gerçekleşiyordu. Maç İran Azerbaycan’ı (Güney Azerbaycan) Urmiye Belediye takımı ve Peykan Tahran takımı arasında oynanırken taraftarlar “Yaşasın Özgür Azerbaycan” sloganları atmaya başlıyor, polis taraftarları susturmak için zor kullanıyor ve onlarca taraftarı gözaltına alıyor, olaylar İran Meclisine kadar intikal ediyordu. Bu olaylar tam 1 sene öncesinde 2013 yılı Mart ayında bizlere Tebriz Sehend Stadı’nda Azeri taraftarlar tarafından açılan İngilizce (South Azerbaycan is not İran) yani ‘Güney Azerbaycan İran değil’ yazılı dev pankartı hatırlatıyordu. Nitekim bu olay İran ve Arap medyasında geniş yankı bulurken hafızalarda silinmeyecek şekilde yer ediniyordu.

Erdoğan’ın İran ziyaretinde bütün dünyanın canlı dinlediği o konuşma esnasında Ruhani’yi yerinden hoplatan çözüm süreci ile ilgili konuşması ve çözüm sürecini sekteye uğratmak isteyen sorumluların cezalandırılacağına yönelik şiddetli kararlılığı ve bütün dünyanın da yakında bu kararlılığın sonuçlarını göreceğini açık açık ifade etmesi İran’daki bu hareketliliği açıklamaya yeter miydi ki?

Yine olaylar bütün sıcaklığını korurken İran'da bin 811 Azeri asıllı üniversite öğrencisi Türkçe'nin resmi dil olması talebiyle Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'ye hitaben açık mektup yayınlıyordu. Ülkenin Doğu ve Batı Azerbaycan, Zencan ve Erdebil eyaletlerinde bulunan Tebriz, Meraga, Urmiye, Zencan, Kelyber ve Mişkinşehr Üniversitelerinde eğitim gören bin 811 öğrencinin imzasını taşıyan mektupta Öğrenciler, Ruhani'ye hitaben "İran'daki azınlıkların haklarının verilmesi ve Türkçe'nin resmi dil olması" talebini bu mektupta açıkça dile getiriyordu. Dışarıdan büyük bir el İran’ı kaşıyordu. Her şey ortadaydı. Gençlerin yoğun olarak aktif olduğu üniversiteler ve sportif alanlarda üst bir akıl dolaşıyor, kafaları karıştırıyor, Belucistan’dan ülkenin güneyine kadar gelen özel bir ekip burada sokakları örgütlüyor, daha sonra zaman kaybetmeden ülkenin doğusunda konuşlanıp asker kaçırıyor, İran ilk defa içeride bu kadar sıcak çatışmalar yaşıyordu. Bu kadar mı? Hayır, hayır. Bu daha başlangıç. Devletinizi tanımak mı istiyorsunuz? Okumaya devam edin o zaman.

Şimdi sizi çok eskilere götüreyim. Daha sonra anlatacaklarımı anlamanız açısında bu detaylar hayati önem taşıyor. Yeni Türkiye’nin temellerini atan Erbakan’ın Başbakan yardımcısı olduğu o günlere gidiyoruz. Yıl 1977. Erbakan Pakistan’a ilk ziyaretini yapıyor. Yaklaşık 1 hafta süren bu ziyarette Erbakan Pakistan hükümetinin devlet başkanı, dış işleri bakanı, savunma bakanı dâhilbirçok üst düzey yetkilisi ile bir araya geliyor. Sadece ilk gün 6 saatlik 3 ayrı toplantı gerçekleştiren Erbakan bununla da yetinmeyip İslam Kalkınma Teşkilatını ziyaret ederek burada üniversite öğrencileri ve akademisyenlere hitaben bir konuşma gerçekleştiriyor.

Bu konuşmada Erbakan’ın kullandığı çok önemli bir kelime var. Erbakan herkesi bu kelime üzerinde düşünmeye davet ediyor. O kelime ne mi? Biraz araştırırsanız kaynakları bulacaksınız. Erbakan o gün “DİRİLİŞ” kelimesini kullanarak İslam Dünyası’nın sosyal, ekonomik, kültürel ve askeri alanda ittifak ederek bir diriliş gerçekleştirmesi gerektiğinin altını vurguluyor, yine aynı yıl içerisinde Türkiye’de ağır sanayi kalkınma hamlelerini başlatıyor, Pakistan’dan Türkiye’ye gelen özel bir ekiple gizli bir teşkilatın ilk kuruluş adımlarını atıyordu. Dönemin Başbakanı Ecevit’in bütün engelleme çabalarına rağmen birçok İslam ülkesi ile bir araya gelen Erbakan bu teşkilatın başına dönemin Pakistanlı âlimlerinden Prof. Hurşit Ahmet Bey’i getiriyordu.

Müslüman bir iktisatçı olan Hurşit Ahmet Bey’i size o kadar çok anlatmak istiyorum ki. Onun görüşleri ile dopdolu olmanızı ve bu birikim ile adım attığınız her yeri aydınlatmanızı şu an tebessüm ederek hayal ediyorum. Hurşit Ahmet Bey sadece bir idealist değil aynı zamanda çok önemli bir iktisatçı fikir adamıydı da. O Müslümanlara “Hayat, farklı bir Müslüman olmak için adeta ruh ve bilinci harekete geçirecek olan İslam temellerini kapsar. Hayat sadece inanç ve dua değil aynı zamanda dünyayı değiştirme görevinde yeni bir rol oynamaktır.” diyerek Erbakan’ın bahsettiği Dirilişin sosyal ve iktisadi karşılığının ehemmiyetini anlatmaya çalışıyor, çok öncesinde 1941 yılında Mevdudi tarafından Lahor’da kurulan Cemaati İslam’ın içinde de aktif rol oynuyordu.

Kurulan bu teşkilatın yıllarca ilişkileri sıcak tutması sayesinde Erbakan göreve geldiği 1996 yılında Pakistan’dan tekrar özel bir ekip getirip burada nükleer silah çalışmalarını başlatıyordu. Ancak dönemin şartları ekibin burada kalmasına müsaade etmiyor, sessizce yapılan 28 Şubat darbesinden sonra bu ekip beraberindeki Türk mühendislerle beraber ortadan kayboluyordu. İşte bu teşkilat ve beraberindeki Türk ekibi tam 5 yılın ardından Erdoğan’ın AK Parti’yi kurarak iktidara gelmesinden sonra Erbakan’dan izin alarak Erdoğan’a biat ediyor, kendileri için hazırlanan gizli bir yerde nükleer silah çalışmalarına devam ediyorlardı.

Suudi Arabistan’ın finanse ettiği Pakistan’ın kendisine ait nükleer silah teknolojisi Pakistan’dan bu vesile ile Türkiye’ye sessizce taşınıyor, bu olayda Erbakan’ın kurduğu teşkilata bağlı Pakistanlıların hükümetin önemli makamlarında görev yapıyor olması büyük rol oynuyordu.

Bu tarihi olaylar zincirini neden mi anlattım? Belucistan bölgesi İran, Afganistan ve Pakistan sınırında yer almakta. Burada Pakistan askerlerinden bağımsız birçok grup mevcut ve bu gruplar Afganistan’da koalisyon askerlerini, İran’da da sınır muhafızlarını hedef alarak gerilla savaşı vermekte. İran kendisine yapılan her saldırıdan Pakistan’ı sorumlu tutsa da bu bölgenin dağlık olması Pakistan’ın burada kontrol sağlamasını imkânsızlaştırmakta ve bu da Pakistan’ın işine gelmekte.

Bütün bu olanlar Pakistan ile İran arasındaki ilişkileri krizler silsilesine çevirirken İran’ın başına bir molotofta tarihi müttefikimiz Pakistan tarafından atılmaktaydı. Erdoğan’ın takribi günlerde Pakistan Başbakanı Nawaz Şerif’i makamında sıcak bir şekilde ağırlaması resmin bütününe bakmak isteyenler için çok şey anlatıyordu aslında. Bu toplantıyı haber bültenlerinin “basına kapalı olarak gerçekleşti” şeklinde duyurması yine gözlerden kaçan çok önemli bir ayrıntıydı.

İran birkaç ay içerisinde Suriye’yi, Irak’ı, Yemen’i, Bahreyn’i ateşe verirken, İran’ın mağrur ancak daha kendi ülkesini bile korumaktan aciz vitrinlik komutanı Kasım Süleymani Batı’nın gayrı meşru çocuklarına manken gibi fotoğraflar servis ederken İran’ın içine düşen bu ateşi nasıl saklamalıydı. Bir şey yokmuş gibi mi davranmalıydı? Yoksa gerçekten bir şey yok muydu? Aynı anda Azerbaycan halkının İran’ın kuzeyi ile ilgili söylemleri, Türkçe ile ilgili talepleri, aynı anda Güney’de milliyetçi Arapların ayaklanmaları, aynı anda ülkenin batısında Belucistan bölgesinde çatışmaların yaşanması…

Bunlara tesadüf demek ahmaklık olmalıydı. Ancak bunları aynı anda harekete geçiren güç kimdi? Suriye’de muhalif grupları Kuzey’e sürmüşken, tam da Kasım Süleymani’nin assolist olarak sahneye çıkıp son vuruşu yapmanın sarhoşluğu ile Suriye’yi kurtardık diyerek şov yapması beklenirken bir anda Ahrar ve Nusra cephelerinin birbirine karşı müşfik yaklaşım sergilemesi, ayrılıkçı grupları lağvetmesi, diğer bütün muhalifleri toplayarak önce Halep’in bir kesimini, sonra İdlib’i özgürleştirmesi ve hızla Şam’a ilerlemesi ne anlama geliyordu? Tarihinde ilk defa Birleşik Arap Emirliklerini temsilen El Maktum’un Azerbaycan’ı ziyaret etmesi, ardından Suud Kralı Selman ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’in Suudi Arabistanda bir araya gelmesi neyi tetikliyordu? Aliyev’e eşlik eden o Türk bürokratın ismi neden sır gibi saklandı? Gerçeği itiraf etmek zor olsa da İran’ın korktuğu başına geliyordu. Çünkü sadece Suriye’de değil, Ahvaz bölgesindeki kargaşanın Irak’a sıçrayarak buradan Basra körfezini oradan bu ateşin Necef’e, Kerbela’ya, oradan da Şam’a kadar yayılması artık içten bile değildi. Bu ateş Tahran’a kadar gidecek, İran’ın ciğerleri ateş alınca İslam dünyasına kusturduğu kanın, mezhepler üzerinden katlettiği milyonların hesabı bir nebze de olsa sorulacaktı.

İran’ın mazlumları katlederek güttüğü genişleme politikası ters tepiyordu. Rüzgâr tersine dönmüş, İran farkında olmadan kuzeyden güneye, doğudan batıya kadar katletmek için sabırsızlandığı Sünnilerin kıskacı altına girmişti. Ümmetin ihtiyaç duyduğu tek şey 100 yıl önce kaybettikleri hilafetin kulaklarına fısıldadığı üst-akıldı. Ve İslam sancağını 1071 yılından itibaren şeref ve izzetle dalgalandıran, 1923 yılından sonra kısa bir fetret dönemi geçiren Kurtlar geri dönmüş, yavaş yavaş sürüyü tekrar kontrol altına alıyordu.

Çaldıran zaferinden sonra terk ettiğimiz Tebriz topraklarının kokusu artık kefenlerimize sığmıyor. Bu sefer hazırlanın diye yazdım. Sadece bu milletin ateşi sizi kül etmeye yetecekken merak ediyorum ey İran. Ümmetin bu ateşi karşısında tek karış nefes alacak toprak kalacak mı elinizde? Biz geldik ey İran. Bu sefer kapıyı çalmadan…

Haber Ara