—Konuşmak istiyorum!
—Bir konuşmanın gerçekleşebilmesinin koşulları olduğunu hatırlatırım sana…
—Konuşmak için muhataptan başka ne gerekir ki… Ben ve sen olduğuna göre konuşmayı da yapabiliriz. Buna mani bir şey mi var?
—Elbette var! Bir konuşmanın konuşma olarak değerlendirilebilmesi için muhatapların birbirlerini anlayacakları bir vasatının olması elzemdir. Bu vasat olmadan da bir konuşma yapmak anlaşılmayı engelleyen durumların varlığını kesinler…
—Bir vasattan bahsediyorsunuz ama zaten insan olmak başlı başına bir vasat değil mi?
—Evet, insan olmak bir vasattır, ama yeter şart değildir.
—Hala tam olarak vasatın ne olduğuna dair bir fikir zihnimde canlanmış değil!
—Vasat, sözün aynı bağlam içinde dile getirilmesi ve muhatapların karşılıklı olarak sözü aynı bağlamın çerçevesinde anlamalarını sağladıkları zemindir.
—Çok basit olarak iki insanın birbirleri ile konuşmalarını niye bu kadar zor hale getiriyorsunuz?
—İki insanın konuşması gerçekten basit mi?
—Tabii ki basit, sonuç itibarı ile iki kişi konuşuyor ve çoğu zaman özel bir durum olmazsa da anlaşabiliyorlar…
—İki insanın basit diye tanımlanan konuşmasının uzun süren bir kültürel birliktelik, aynı coğrafyayı ve tarihi paylaşmakla sonuçlanan bir durumun neticesi olduğunu unutuyorsunuz… O yüzden söylenen sözün ne olduğuna dair bir ortak mutabakat söz konusu, basitlikte burada saklı…
—Bugün bu durum geçerli değil mi? Aynı coğrafyayı ve tarihsel, kültürel şartları yaşamıyor muyuz?
—Yaşadığımızı düşündürtecek olguların varlığı yadsınamaz, ama insanların farklı dünyaları özlüyor olmaları ve zihnen bambaşka bir dünya kurguluyor olması konuşmayı zorlaştıran bir unsur olarak önümüzde duruyor. Nesiller arasındaki dil kopukluğu ile ideolojiler arasındaki dil kopukluğunu buna örnek verebiliriz.
—Yani şunu mu diyorsunuz; bugün aynı tarihsel şartlardan geçmiş olsak, aynı kültürel dokuya sahip bulunsak dahi bugün zihinsel algımızı belirleyen kültürel ve siyasal kodlar farklı olunca anlaşmamızı engelleyen bir duruma dönüşüyor.
—Tam olarak bu denebilir.
—O zaman bağlam dediğimiz şey bu gün değişmiş mi sayılmalı?
—Tabii ki değişmiş, yeni kurumlar ihdas edilmiş, yeni öğretim müfredatları yapılıyor ve sürekli değişken bir kültürel yapı ile karşı karşıyayız. Bu durumda bir bağlamdan bahsetmek zor olsa gerek… Belki bağlamın kırıntıları mevcuttur…
—Modern kültürün kendisi üzerinde uzlaşı sağlayacağımız bir bağlam sunmuyor mu ki bugün bir bağlamdan uzak kaldığımızı düşünüyorsun?
—Modern kültür, batı coğrafyasında neşvünema bulmuş bir kültürel kodlara sahiptir. Dolayısıyla belirle bir bağlama ve bu bağlamın sahip olduğu bir tarihsel derinliğe sahiptir. Dünya ise batıdan müteşekkil değil. Batı dışında da kocaman bir dünya ve bu dünyanın sahip olduğu derin bir kültürel, düşünsel, siyasal ve tarihsel bir derinlik söz konusu… Zaten batı dışı toplumlardaki kişiler arasında bir kültürel doku uyuşmazlığı yaşanıyor. Bu da batı kültürünün ürettiği yaşam tarzına yönelik tepkilerden oluşuyor.
—Batı da bir bağlamın olduğunu kabul ediyorsun yani.
—Tabii ki batıda bir anlaşma zemini oluşturacak düzeyde bir bağlamdan bahsedebiliriz. Çünkü orada tarihsel bir tecrübe var. Ve bu tarihsel tecrübe bayağı uzun bir zaman dilimini kapsamaktadır.
—Bizde de bir batılılaşma tarihinden bahsedebiliriz. Siyasal ve kültürel dokumuzun ana hatları da batılılaşmış kültürden oluşuyor. O zaman bizimde bir bağlama sahip olduğumuz düşünülemez mi?
—Bir kültürün kodlarını toplumsal derinlikte kabulünü sağlamak o kadar kolay değil, özellikle halkın bu yeni kültürü yabancılaştıran bir zihni algıya sahip ise; örneğin içerden biri olan 2. Mahmut, sultan ve iktidar sahibi olduğu halde meydana getirdiği kültürel doku değişikliği ahali tarafından kabul görmediği için adı ‘Gâvur Padişah’a çıkmıştır. Bu da bize kültürel dokunun değişiminin meşru zemininin varlığına gönderme yapmaktadır. Yani sorun çetrefilli bir o kadar da ehemmiyetlidir.
—Yani eşitlik, insan hakları, özgürlük, ilerleme ve çağdaşlaşma gibi önemli kavramları kullanan batı kültürü kendi meşruiyetini sağlama konusunda önemli bir güce sahip değil mi? O zaman batılılaşmış elitler ve halk tabakalarını nasıl yorumlamalıyız? Burada batı kültürüne ve düşüncesine yönelik bir tepkisellik mi var?
—Bir tepkisellik doğal olarak düşünce olarak kabul edilemez ve ideolojik bir yapı ya da siyasi bir bakışı çağrıştırır. Elbette ki bu meseleye tepkisel bakamayız. Fakat bir düşüncenin düşünce olarak kabulünü sağlayan şey, insanlığın meşru zemini üzerine kurulu olmasını gerekli kılmaktadır. Bu durumu doğru kavramak içinde insanın ne’liği sorununu tartışmalı ve bu düşüncenin insana dair tanımını kavramalıyız. O zaman tepkisellik dışında bir yaklaşımın varlığını ortaya çıkarmış oluruz…
—Ya sürekli konuyu derinleştirerek zorlaştırıyorsunuz. Ben ise basit bir düzeyde meselenin anlaşılması gerektiğini düşünüyorum…
—Ah! Basit kavramı da sizin anladığınız bir anlama havi değil ki! Dünyanın kendisi basit değil, o yüzden dünya ile ilişkili hiçbir şey de basit olamaz! O her zaman mürekkep olmuştur. Ve mürekkep olmakta basit olmaktan çıkartıyor onu… O yüzden şimdilik ‘basit’ kavramının kendisine girmeyelim istersen…
—Peki, meseleyi daha rahat anlaşılır kılmaya çalışalım… Batı dışı toplumlar, yeni bir kültürel formu transfer etmek istiyorlar. Batı ise bu transformasyon için büyük bir çaba göstermeye devam ediyor. Kültürel, siyasi, edebi ve sanatsal olarak dış dünyayı ikna etmeye çalışıyor. Fakat ortaya daha çok arabesk bir durum oluşuyor. Bunun nedenlerini tam olarak kavrayamıyorum…
—Batının kendi kültürünü dayatması ve işgale varan bir çaba ve çalışkanlık göstermesi onun varlık nedenlerinin kaçınılmaz sonucudur. Batı dışı toplumlarda ise daha çok ‘iktidar elit’i ve kendi mevcudiyetlerini batının mevcudiyetiyle tevhit etmiş elitler tarafından batılılaşma kabul görmüştür. Bunun siyasi ve ekonomik sonuçları vardır. Ama halk, bütün bu ortak çabalara rağmen (batı ve batı dışı elitlerin) halkı ikna edemediler ve halk bu işlere ‘gâvurluk’ olarak bakmaya devam ediyor. Ancak arabesk durumlar, halkta sonuç itibarı ile insandır, tutkuları, arzuları ve beklentileri vardır. Halktan bazı kişiler, batılılaşmış görüntü vererek, ya da beklentilerini karşılamasını umduğu bu durumu kendi kültürel yapısına uyarlamaya çalışmakta olduğu için arabesk bir yapı oluşmaktadır.
—Anlamaya başladım galiba… Mesele, üzerinde uzlaşacağımız kavramların varlığı meselesidir. Demek ki bu topraklarda bir konuşma gerçekleşemiyorsa, bu yeni kavramların sosyolojisinin olmadığı anlamına geldiği gibi sahip olunan kavramların da siyasal bir karşılıkları bulunmadığı için terk edilmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. İki yönlü bir kavram kargaşası yaşanmaktadır…
—Şimdi konuşmaya başlayabilmenin zeminini işaret etmiş oldun… Ve benden de büyük bir teşekkürü hak ettin…
—Bu konuşmanın ortaya koyduğu gerçek; sözü muhkem ve yalın söyleyebilmenin şartı olarak muhatabının algı düzleminde kastı mahsusanızın varlık kazanmasıdır…
—Evet, böylece konuşabilmenin zeminini biraz da olsa izah etmiş sayıldık. Konuşma esnasında oluşan farklı ve müphem konular olmakla birlikte bu konuşmanın hissettirdikleri yine de önemlidir.