Binyılın Sonu: 28 Şubat
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-02-27 11:14:02
Bu kapsamlı çalışmanın 1. cildinde: Sacit Adalı, Meral Akşener, İshak Alaton, Bülent Arınç, Toktamış Ateş, Dinç Bilgin, Mehmet Ali Birand, Ömer Bolat, Mehmet Seyit Buğa, Necati Can, Cemil Çiçek, Abdurrahman Dilipak, Mehmet Elkatmış, Ahmet Ertürk, Hüseyin Gülerce, Nazlı Ilıcak, Merve Kavakçı İslam, Şevket Kazan, Recep Kırış, Fehmi Koru, Recai Kutan, Sedat Laçiner, Bülent Orakoğlu, Yusuf Ziya Özcan, Can Paker, Reşat Petek, Yücel Sayman, Mustafa Şentop, Adnan Tanrıverdi, Salim Uslu, Erol Yarar, Bekir Yıldız ile;2. cildinde de: Mustafa Akmeşe, Sadık Güray Balatekin, Muharrem Balcı, Burhanettin Can, Necati Ceylan, Şadi Çarsancaklı, Abdulhamit Çelik, Osman Çıtlak, Ömer Ekşi,Sibel Eraslan, Yusuf Eren, Osman Gülaçar, Mehmet Güney, Mustafa İslamoğlu, Yusuf Kara, Hayrettin Karaman, Ömer Karaoğlu, Zeliha Kaya, Ramazan Kayan, Yasemin Köycü, Sevgi Kurtulmuş, Mehmet Kutlular, Ferda Kürün, Kadrican Mendi, Fatma Örgel, Cevat Özkaya, Kazım Sağlam, İhsan Süreyya Sırma, İbrahim Solmaz, Gülden Sönmez, Leyla Şahin, Hülya Şekerci, Hüsnü Tuna, Hamza Türkmen, Musa Üzer, Bülent Yıldırım ile yapılan röportajlar yer alıyor. 3. cilt ise: Cihan Aktaş, Yasin Aktay, Abdurrahman Arslan, Mustafa Aydın, Naci Bostancı, Mehmet Efe, Alev Erkilet, Hasan Celal Güzel, Hatice Karahan, Selim Karlıtekin, Ferhat Kentel, Bekir Berat Özipek, Ahmet Taşgetiren, Abdullah Yıldız, Nuh Yılmaz’ın makalelerinden oluşuyor.
Kitabın 3.cildinde yer alan “28 Şubat’a Karşı Derin İslami Refleks” başlıklı makalemin kısa özetini sizlerle paylaşmak istiyorum. Yazının alt başlığı, ele aldığımız konunun çerçevesini belirliyor: ‘Bir “İslâm’ı Azaltma” Projesine Karşı Gelişen “İslâm’ı Çoğaltma” Gayretleri.’
“90’lı yıllarda İslâm’ın toplumsal hayatta giderek artan etkinliğini bloke etmeyi ya da -Ahmet Taşgetiren ağabeyin çok yerinde isimlendirmesi ile- “İslâm’ı azaltma”yı hedefleyen Postmodern darbenin, dindar halk çoğunluğunun maşeri vicdanında hangi İslamî refleksleri tetiklediği bu yazının konusunu teşkil ediyor… 28 Şubat’la başlayan ısrarlı ve yaygın başörtüsü yasağı, imam-hatip okullarının ‘alan sınırlaması’ ile önünün kesilmesi, Kur’ân kurslarının tırpanlanması, “yeşil sermaye” yaftası ile dindar çevrelerin ekonomik faaliyetlerinin bloke edilmesi ve “Radikal İslâmcı” olarak nitelenen Refah Partisi ve Fazilet Partisi’nin kapatılması gibi uygulamalar, İslami potansiyeli hayli örseledi ise de aynı oranda da savunmaya yöneltti ve biledi. Bize göre, mahut süreci tersine çeviren başat âmil, işte bu dinî savunma refleksidir. İnsanımızın, ‘Osmanlı Batılılaşması’ndan başlayarak, son iki yüz yıllık süreçte karşılaştığı batıcı-laisist dayatmalar karşısında nice eza ve cefalara katlanarak geliştirdiği bu derin dini reflekstir ki, İslami kimliğimizi ve varlığımızı her şeye rağmen koruyarak bugünlere taşımış ve yeniden filizlenerek yeşermesine zemin hazırlamıştır.
Gerçek şu ki, 28 Şubat süreci, sahip olduğu bütün askeri, bürokratik, hukuki ve medyatik imkânlarına rağmen geri tepmiştir. Sürecin geri teptiğinin en önemli göstergesi, darbecilerden brifing alan hukukçular marifetiyle kapatılan RP-FP’den ayrılanların kurduğu Ak Parti’nin ezici bir çoğunlukla iktidara gelmiş olması ve iktidarını tarihte görülmemiş biçimde üç seçimde de artırarak sürdürmesidir. Bu sonucun elde edilmesinde, halkın postmodern darbe sürecinde kaybettiği tüm insani ve İslamî haklarını geri kazanma beklentisinin ve o netameli yıllarda yaşadığı sıkıntıları bir daha yaşamak istemeyişinin belirleyici bir faktör olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
28 Şubat çarkını tersine çeviren “derin İslami savuma refleksi”nin kökleri Lâle Devri’ne kadar uzanır. Bu refleks sayesindedir ki, yönetici elit marifetiyle halka cebren dayatılarak benimsetilmek istenen Batıl/ı yaşam biçimi, bu topraklarda bir türlü tutunamamıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayıp 1950’lere kadar devam eden yaklaşık çeyrek asırlık “İslâm’ın varlığına kasteden” tepeden inmeci zecri yasaklamalar döneminde, “İslâmî varlığı korumaya” yönelik iki tipik savunma refleksi dikkatimizi çeker: birincisi, Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendi’nin öncülüğünü yaptığı gizli ve yaygın Kur’ân eğitimi çalışmaları; ikincisi ise Bediüzzaman Said Nursi’nin gizli-saklı yazdırdığı risaleleri, talebeleri vasıtasıyla el altından yurdun dört bir yanına yayarak geliştirdiği îmânî ve Kur’ânî diriliş hamlesi. Elbette o zorlu yıllarda, ahırda-samanlıkta, dağ başlarında Kur’ân öğreten, medreseler kapatılsa da gizli-saklı medrese eğitimi yapan müderrisleri, mesela son Osmanlı müderrislerinden Çalekli Dursun Hocaefendi’yi (rahmetullahi aleyh); tekkeler kapatılsa da tasavvuf geleneğini her şeye rağmen sürdüren Nakşi ve Kadiri dergâhlarını ve meşâyihini; sarığı-sakalı, çarşafı-örtüsü uğruna ipe çekilen yiğitleri unutamayız. Mesela, “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli kitabını “Şapka İktisası Hakkında Kanun” çıkmadan önce yazdığı halde, sırf bu görüşü sebebi ile idam edilen İskilipli Atıf Hocaefendi’yi (rahmetullahi aleyh) hiç unutamayız…
“İslâm’ı azaltma” amaçlı 28 Şubat Postmodern dayatması karşısında son 15 yılda insiyakî olarak halk arasında neşvünema bulan üç önemli “İslâm’ı çoğaltma” çabasına gelince…
2000’de merhum Necmeddin Erbakan’nın talimatı ile MGV ve AGD tarafından Kur’ân ziyafetleri serisi başlatıldı ve bu programlar dalga dalga Türkiye’yi sardı; salonlar, stadyumlar doldu taştı. Milyonlarca Kur’ân-ı Kerîm ve meali dağıtıldı. Böylece; Anadolu’nun bütün illeri ve büyük ilçeleri, 3-4 yıl içinde Kur’ân’ın rahmet iklimiyle adeta sekînete erdi; ülkedeki karabasan havası dağılmaya başladı.
Aynı yıllarda Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri hızla yayıldı. 28 Şubatçı baskılar sürerken, Diyanet’in resmi şemsiyesi altında düzenlenen Kutlu Doğum etkinlikleri, dindar halk çoğunluğunun, İslamî vakıf ve derneklerin, resmî ve sivil kuruluşların yoğun ilgi gösterdiği bir kutlu zaman dilimine dönüştü. Allah Rasûlü’nü (s.), hayatını, şahsiyetini ve “örnek ahlâkı”nı anlatan milyonlarca kitabın dağıtılması ile Nisan ayları, Peygamber aşkının doruklara çıktığı bir mübarek bir ay haline geldi… Öyle ki 2006-2007’lere gelindiğinde Türkiye genelinde Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle icra edilen programların sayısı 12 bini aşmıştı. Ve bu güzel gelişme, irtica paranoyası ile yazılan 27 Nisan 2007 tarihli Genelkurmay Bildirisi’nde “23 Nisan etkinliklerinin alternatifi” olarak değerlendirildi…
Ve Namaz Gönüllüleri Platformu adıyla bir araya gelen namaz sevdalıları, 19 Ağustos 2006’da “Namazla Diriliş Seferberliği” ilan ettiler. Bu satırların yazarının da aralarında bulunduğu “namaz bilinci” kitabı yazarlarının organizesi ile bir araya gelen 100 kadar ilim ve fikir adamı, yazar, edebiyatçı, sanatçı ve kanaat önderinin katılımı ve bir o kadarının da imzasıyla “Haydi Türkiye Namazla Diriliş Seferberliğine!” başlığını taşıyan bir deklârasyon yayınlandı. Yurt çapında “Namazla Diriliş” panel ve konferanslarının yapılacağına dair haberlerin basın-yayın organlarında ve tv programlarında yer alması ülkede geniş yankı uyandırdı. Türkiye’nin tüm vilayetleri, irili-ufaklı yüzlerce ilçe ve kasabası, Kıbrıs ve hatta bütün Avrupa ve Balkan ülkeleri dolaşılarak, 1000 civarında “Namazla Diriliş” programı gerçekleştirildi ve elan da bu programlara olan yoğun talepler devam ediyor…
28 Şubat sonrasında İslâmî varlığımızı korumaya ve yeniden inşa etmeye yönelik çalışmalar elbette bunlardan ibaret değildir. Halkımızın derûnunda bilkuvve mevcut bulunan “derin İslamî refleksi” harekete geçiren bütün bu ihya, inşa ve savunma çabaları, Müslümanların ortak paydaları ve olmazsa olmazları olan Kur’ân, Peygamber, Namaz gibi yüce değerleri merkeze alarak gelişti ve yükseldi. İşte bu tecrübeler, yaşadığımız coğrafyada İslâm’ın varlığına kasteden şer plânları ve projeleri geri püskürtme ve İslâm’ı yeniden hayata hâkim kılma noktasında önemli ipuçları vermektedir…”
Makalenin tamamı ile diğer analizleri kitaptan okumanızı önerelim. (Pınar Yay: tlf. 0212.5209890)
SON VİDEO HABER
Haber Ara