Bugün 18 Mart 2012… Çanakkale Savaşı’nın neticesini belirleyen 18 Mart 1915 tarihi; İngiliz ve Fransız donanmasının Çanakkale boğazını geçme girişiminin hüsranla sonuçlandığı ve ağır kayıplar vererek geri çekildikleri gündür…
Daha sonra müstevliler Çanakkale kıyılarını işgale kalkışacak ve Osmanlı İslam Ordusu yüzbinlerce şehid vererek, dünyanın en güçlü ordularını geri püskürtecek ve “Çanakkale geçilmez” dedirtecektir…
Çanakkale kara savaşlarında şehadet şerbetini içenlerden biri de benim dedem, Adanalı Koca Mehmed’dir. İki kez ziyaret ettiğim Çanakkale savaş alanındaki, dedemin şehid düştüğü Kanlısırt mevkiini; “bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı” diyen şairin sesine kulak vererek, oralarda “kefensiz yatan” dedemi düşüne düşüne siper siper dolaştım… Dedemin ve Osmanlı İslâm coğrafyasının her köşesinden koşup gelerek dedemle birlikte omuz omuza savaşırken şehid düşen nice kahramanın mübarek kanlarıyla sulanmış o toprakları, otları, çimenleri hasretle solumuştum... Kim bilir kaç kahraman akrabam, hemşerim toprağa düşmüştü Adana Bayırı’nda?..
Çanakkale, bu kez beni daha bir farklı duygulandırıyor…
Düşünüyorum da…
“Hilafetin Payitahtı”nı korumak amacıyla Çanakkale’de, İslâm ümmeti olarak, tarihte eşi görülmemiş bir direniş sergileyen ve Akif’in deyişiyle “kanı ile tevhîdi kurtarma” mücadelesi veren 250 bin şehid, sadece Adana’dan, Malatya’dan, Samsun’dan, Konya’dan, Diyarbakır’dan değil; Kudüs’ten, Gazze’den, Baku’dan, Gence’den, Kosova’dan, Ohri’den, Bağdat’tan, Basra’dan, Musul’dan, Kerkük’ten, Hama’dan, Humus’tan, Halep’ten, Şam’dan gelmişlerdi. Tevhîd uğruna can veren Ümmet-i Muhammed’in evlatları; Arap’ı, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Boşnak’ı, Arnavut’u ve Şiî’si-Sünnî’si ile yan yana, omuz omuza savaştılar. Hücumdan önce son namazlarını cemaat halinde diz dize kıldılar…
Bugün ümmet olarak Çanakkale’deki direniş ve diriliş rûhunu ve ümmet şuurunu anlamaya ne kadar da muhtacız!...
Evet, Çanakkale’de giyecek elbise ve ayakkabı, yiyecek tayın bulmakta güçlük çeken ümmetin evlatları, ezandan, Kur’ân’dan, kelime-i tevhidden, rükû ve secdeden güç alarak şehadete koştular…
Tarihçilerin kaydettiği üzere; subay ve askerlerin şehid olurken yaptıkları dua şuydu:
“Ey Rabbim, beni müslüman olarak öldür ve beni salih insanların arasına kat.”
Yine tarihçiler kaydeder ki; onlara bu duaları öğreten ordu imamları, şehadet bilincini diri tutmakla kalmamış, bizzat savaşmış, bazen de komutayı devralmışlardı…
Düşünüyorum da… Dedemle birlikte Allah için, Din-i İslâm için, Hilafeti korumak için savaşarak Çanakkale’de kanları birbirine karışan o dedelerimizin Suriye’deki evlatları, kendi içlerinden çıkan vahşi katillerin elleriyle günbegün şehid ediliyorlar da; elimiz-kolumuz bağlı, çaresiz seyrediyoruz…
Düşünüyorum da… Bir avuç Siyonist katil, Filistin’de Müslüman kanı içmeye devam ediyor ve biz ümmet olarak 50-60 yıldır devam eden bu katliama dur diyemiyoruz…
Düşünüyorum da… Irak’ta, Afganistan’da Amerikan işgali ile başlayan kanlı süreci kaç yıldır durduramıyoruz…
Ve yine düşünüyorum da… Hilafetin ilgası ile tesbih taneleri gibi darmadağın edilen ve giderek tevhid bilincinden koparılıp mezhebî ve etnik çatışmaların girdabına sürüklenen ümmet, bilad-ı İslam’ın her köşesinde ya işgalciler ya da birbiri eliyle can veriyor…
Evet, düşünüyorum da… ümmet, “Çanakkale’deki tevhid ve vahdet şuuru”na bugün ne kadar da muhtaç!..
Ama umutluyum, umutluyuz!..
İslâm dünyasının her köşesinden uç veren “İslâm Baharı”; ümmetin ayrı düşen parçalarının yeniden bir araya gelmesiyle sonuçlanacak ve gelecek İslâm ümmetinin olacaktır.
İnanıyoruz ki, Çanakkale’deki o “ümmet bilinci”ni, o Çanakkale’yi “geçilmez” yapan, Nusret-i İlâhî’ye vesile olan “kardeşlik bilinci”ni dirilttiğimiz an, Allah’ın rahmeti çağıl çağıl yağacak üzerimize.
Selam olsun, ümmet bilincini diri tutan dünün ve bugünün kahramanlarına!..
Selam olsun, ümmetin direnen ve kanlarıyla başkalarını da dirilten evlatlarına!...