Diyanet İşleri Başkanlığımızın son zamanlarda, özellikle camileri yeniden “hayatın merkezi” haline getirmeye yönelik atılımları ve açılımları dikkat çekiyor ve ciddi anlamda takdir topluyor. Diyanet’in çocuklar için camilerde oyun alanları oluşturma projesini de bu meyanda heyecanla karşıladık. Dün Timeturk haber sitemizde okuduğum, Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürü sayın Yaşar Yiğit’in, “Çocuk nasıl parka gülümseyerek, severek gidiyorsa camiye de öyle gelmeli” açıklaması, camilerimizin geleceği açısından oldukça umut verici bir müjde niteliği taşıyor. Yiğit ayrıca, namazdaki motivasyonu bozdukları gerekçesi ile Allah’ın evi olan camilerden çocukları ‘kapı dışarı’ etmeye hiç kimsenin hakkı olmadığını vurgulamış ki; bu mesele Namaz Gönüllüleri’nin son beş senede ısrarla ve sürekli gündeme getirdikleri önemli yaralarımızdan biri. Yaşar Yiğit’in açıklaması şöyle devam ediyor:
“Çocuk oyun, eğlence demek. Meselâ çocuk parka gitmeyi çok ister. Çocuklar nasıl parka gülümseyerek, severek gidiyorsa, Allah’ın evi olarak nitelendirdiğimiz camiye de öyle gelmeli. Anne beni camiye götür, baba beni camiye götür, diyebilsin istiyoruz. Bunu diyebilmesi için onun zemininin hazırlanması lâzım. Çocuğa hitap eden materyallerin burada çoğalması lâzım. Biz de bu amaçla camilerde ilk önce çocuk eğlence merkezleri kurmayı arzu ediyoruz. İlk örneğini Kocatepe’de gerçekleştirdik. Bütün ülkede 82 bin camimiz var, inşallah bunların büyük bölümünde bu projeyi hayata geçirirsek bizim için önemli bir kazanım olacaktır.”
Aynı minvalde bir öneri de, Mevlana İdris Zengin’den geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nca bu ay çocuklara ayrılan Diyanet Aylık Dergi'de yayımlanan makalesinde, ‘İslam'ı doğru, anlaşılır ve cazip halde anlatmak için çocuklara yönelik vaaz verilmeli’ diyen Zengin; çocukların camiyi sevmeleri için doğum günü kutlaması ya da sünnet törenlerinin de cami müştemilatı içinde uygun bir yerde yapılmasını önerdi. Mevlana İdris’in sünnet düğünü önerisi, doğrusu güzel bir teklif. Doğum günü kutlamaları ise, geleneğimizde yeri olmayan nevzuhur bir uygulama. Ama halkımızın büyük çoğunluğu bunu benimsemiş görünüyor. Burada sorgulanması gereken husus şu: halk tarafından benimsenip içselleştirilen her uygulamayı yaygınlaştırmak zorunda mıyız? Bu sorunun doğru cevabını bulmalıyız…
Kesin olan şu ki; çocuklar, gençler ve kadınlar başta olmak üzere tüm insanımız için camilerimizi birer “cazibe merkezi” haline getirmeli ve bu amaçla elimizden geleni yapmalıyız. Bunu yaparken de camilerimizin, tıpkı Allah Rasûlü (s.) zamanındaki Mescid-i Nebi’nin işlevlerini yeniden kuşanmasına özen göstermeliyiz. Biz Namaz Gönüllüleri olarak, Diyanet İşleri Başkanlığımızın bu amaca yönelik son çalışmalarını yürekten destekliyor; hatta bu desteğimizi fiiliyata dökmek için her türlü imkân ve fırsatı kullanmaya gayret ediyoruz. İmamlarımız başta olmak üzere “din gönüllüsü” kardeşlerimizle omuz omuza vererek camilerimizi imar ve ihyâ etmeye yönelik projeler üzerinde çalışıyoruz. İmamlarıyla, cemaatiyle, cami dernekleriyle ve konuya ilgi duyan tüm kurum ve kuruluşlarımızla, camilerimizi toplumsal hayatın odağı haline getirmeden ve namazlarımızı da gereği gibi ikâme etmeden millet ve ümmet olarak dirilip esenliğe eremeyeceğimizi de bu vesile ile bir kez daha hatırlatalım…
Gelelim, yazımızın başlığına… Diyanet İşleri Başkanlığımız, önceki hafta kutlanan Camiler ve Din Görevlileri Haftası’nın konusunu “Cami ve Çocuk” olarak belirlemiş idi. İkamet ettiğim İstanbul-Kartal – U.Mumcu mahallesinde yapımı tamamlanan Yunus Emre Camii’nin açılışı da Camiler Haftası’nın son günlerinde gerçekleşti. Güzel bir tevafuktu. Osmanlı selâtîn camileri tarzında inşa edilen ve minareleri “Kabe minarelerini” andıran camimize emeği geçen herkesten Allah razı olsun. Caminin açılış hazırlıkları sürerken, ben beş buçuk yaşındaki torunum Alperen’in elinden tutup camiye götürdüm. Gerek caminin maddi ve manevi cazibesi, gerekse cübbeli-sarıklı imam efendinin kendisine gösterdiği güzel ilgi, müezzin efendinin çikolatası ve cemaatin güzel muamelesi, torunuma aynen şöyle dedirtti:
“Dede! Ben camici olucam!”
Çocuk dünyasına ait bu safiyane cümleyi, ister ‘imam veya müezzin olucam’, ister ‘cami görevlisi olucam’, isterse de ‘cami cemaati ve müdavimi olucam’ diye okuyalım, fark etmez. Sonuçta beş buçuk yaşındaki torunum Alperen camiyi sevdi ve artık onun gönlünde camilerin ve özellikle de Yunus Emre Camii’nin ayrı bir yeri var; o, parka gitmeyi ister gibi, ‘anne/baba/dede, beni camiye götür’ diyebiliyor.
İmdi: Camiler haftası bir haftaya sığmaz. Çocuklarımızı bir kez camiye götürmek yetmez. Camileri ailece doldurup “hayatın kalbinin attığı mekânlar” yapalım ki Allah bize merhamet etsin. Vesselam.