Tarih, sarsılmaz sanılan kahredici güçlerine güvenerek kendilerini hem güçlü hem de haklı ilan eden nice zorba yönetimlerin ve yöneticilerin ibret verici akıbetlerine tanıklık eder.
Kur’ân-ı Hakîm, Fussilet suresinin 15.âyetinde; yeryüzünde haksızca büyüklük taslayan Âd kavminin, “Bizden daha güçlü kim var?” diyerek dünyaya meydan okuyan tavrına dikkat çeker.
Onlar, sahip oldukları maddi, siyasi ve askeri imkânların fâikiyetine güvenip, kendilerini ve güçlerini ilahlaştırarak “güçlü olan haklıdır” felsefesi ile hareket ettiler. Bunun gereği olarak da başkalarına hükmetmeye kendilerini yetkili ve muktedir görüp “gücün hukukunu” oluşturdular.
İnkârcı zorba yöneticiler, kendi çıkarcı ve baskıcı uygulamalarını onaylamayanları, özellikle de Allah’tan başka rab ve ilah tanımayıp, ‘hayatlarına yalnızca Allah Teâlâ’nın karışabileceğini’ ilan edenleri en büyük tehdit olarak gördüler ve onları güç kullanarak ezmeye ve sindirmeye çalıştılar.
Tarihin en zorba yöneticilerinden Firavun’un, Hz. Musa’ya ve onunla birlikte “Rabbimiz Allah’tır” diyenlere karşı akıl almaz katliam ve kıyımlara girişmesinin yegâne nedeni, müminleri en büyük tehdit olarak görmesi idi. Ve O, ezici gücüne güveniyordu. Hz. Musa’ya inanan müminlerin Firavun’a karşı söyledikleri şu cümleler oldukça anlamlıdır. Onlar, Firavun’un katliama başlaması üzerine dediler ki:
“Senin bizden intikam almaya kalkışmanın tek nedeni, Rabbimizin ayetleri bize ulaşınca ona derhal inanmış olmamızdır. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve bizi müslümanlar olarak öldür.” (A’râf 7/126)
Bu arada, cari zorba düzenin varlığından nemalanan çıkarcı çevreler, Firavun’u Hz Musa’ya (a.s) ve müminlere karşı kışkırttılar. Zulümden beslendikleri halde müminleri fitne-fesat çıkarmakla suçladılar:
“Musa ve halkını, şu topraklarda fesat/karışıklık çıkarıp hem seni hem de tanrılarını terk etsinler diye serbest mi bırakacaksın?” (A’raf 7/127)
Firavun şöyle konuştu: “Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarsın. Çünkü ben sizin dininizi değiştirmesinden, ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.” (Mümin 40/26)
Firavun’la baş destekçisi Karun’da simgeleşen gücü kutsayan anlayış, kahredici zannettikleri askeri gücün ve sınırsız zannettikleri maddi gücün her şey olduğuna inanır. Firavun bu mülahazayla der ki:
“Onların çocuklarından çoğunu öldürecek ve yalnız kadınlarını serbest bırakacağız. Şüphesiz bizim, onların üzerinde ezici bir gücümüz vardır.” (A’raf 7/127)
Ama güç her şey değildir ve ezici gücünüze güvenerek varlığınızı ve düzeninizi koruyamazsınız.
Güç, haklı ve adil olanların elinde anlamlı ve önemli olabilir. Ancak, güçlü olanlar haksızca ve zorbaca uygulamalara yöneldiklerinde, sadece güçlerine dayanarak ayakta kalmayı başaramazlar.
Bir Arapça kelâm-ı kibar vardır: “El-küfrü yedûm ve’z-zulmü lâ-yedûm.” Yani küfür devamlı olur ama zulüm devam etmez. Bizdeki ifadesi ile; “Zulm ile âbâd olunmaz!”
İnkârcı zalimler, Allah’ın gücünü unuturlar ve güç mücadelesinde O’nu hesaba katmazlar. Ama Allah müstekbir ve zalim inkârcılardan yana değil, mustazaf/ezilen müminlerden yanadır.
Tarihin çarkının haktan ve haklılardan yana olup haksızların ve zalimlerin aleyhine işlediği hakikati, Hz. Musa’nın (a.s), o günün ve bugünün müminlerine hitab eden şu cümlelerinde ifadesini bulur:
“Musa, kavmine: ‘Allah’tan yardım dileyin ve sabırlı olun. Bilin ki, bütün bir yeryüzü Allah’a aittir; onu, kullarından kimi dilerse ona miras bırakır; istikbal takva sahiplerinindir.’ dedi.” (A’raf 7/128)
Hz.Musa ve ümmetinin, “Rabbimiz Allah’tır” deyip yalnız Allah’tan yardım dileyerek direnmeleri ve Allah’ın helal-haram sınırlarını titizlikle korumaları onları zafere taşıdı; kaybedense Firavun oldu.
İmdi, Firavun ve ordusu nasıl denizde boğularak yok olduysa, Mısır’ın çağdaş Firavunu Hüsnü Mübarek başta olmak üzere, Arap dünyasının zalim yöneticileri de, Allah’tan başka yardımcıları olmayan takva yolcularının isyan denizinde bir bir boğuluyorlar. Evet, istikbal takva sahiplerinindir. Onların yıllar yılı kendi halkları aleyhine kurdukları tuzaklar, şimdi kendi ayaklarına dolanıyor.
“Onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlar. Halbuki kötü tuzak ancak sahibine dolanır.” (Fatır 35/43)
Gücü kutsayarak müminler aleyhine sinsi plânlar kuranların tuzakları, yalnızca Arap dünyasında değil, bizde de ayaklarına dolaşıyor. “Gücün hukukuna” yaslanıp halkını kafeslerde yargılayan liderler nasıl aynı kafeslerde yargılanıyorlarsa; 12 Eylüllerin, 28 Şubatların güçlü mimarları da, şimdi “hukukun gücü” karşısında tek tek hesap veriyorlar. Güçlü olan haklı değil; haklı olan güçlüdür vesselâm.