İnsanların giderek yalnızlaştığı bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar arasındaki ilişkiler hızla zayıflıyor, azalıyor, sanallaşıyor ve kopuyor. İnsan teki, hem yekdiğerine hem de kendine yabancılaşıyor. Modern hayat tarzı, insanın yalnızlığını ve yabancılaşmasını her geçen gün artırıyor. Yükseklik yarışına giren gökdelenlerin, “utanç duvarları” gibi birbirlerinden kopardığı mahalleler de, o mahallelerin sakinleri de birbirlerine yabancılaşıyor. Apartmanların aynı kapılarından giren, aynı asansörlere binen insanları bile, somurtkan yüzleriyle birbirlerine sırt çeviriyorlar; alt ve üst kattakiler de aynı kattakiler de birbirlerine yabancı kalabiliyorlar. Hatta “internet çağı”, aile fertlerini dahi birbirinden koparıyor.
Böylesi bir hayat tarzında akrabalık, dostluk, arkadaşlık dahil, komşuluk ilişkileri de anlamını yitiriyor…
Oysa İslamiyet, ana-baba ve akrabadan sonra yetim, yoksul ve komşu haklarını gözetmeyi emrediyor.
“Yalnızca Allah’a kulluk edin ve ondan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayın. Ana babaya yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşulara, uzak komşulara, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altındaki (hizmetçi ve işçi)lere iyilik yapınız ve iyi davranınız.” (Nisa 4/36)
Evet, İslâm, insanın bütün ilişkilerini “yalnızca Allah’ı ilah ve rab tanıyıp O’na kulluk etme” yani tevhid ve ubudiyet esasına bağlar. Rasûlüllah (s.), komşuluk haklarına riayeti, Allah’a ve Ahiret’e imana bağlar:
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse komşusunu rahatsız etmesin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse ya hayır söylesin veya sussun!” [1]
Yine Hz. Peygamber (s.), bir gün:
-“Vallâhi imân etmiş olmaz. Vallâhi imân etmiş olmaz. Vallâhi imân etmiş olmaz” buyurdu. Ashab:
-“Kim imân etmiş olmaz, yâ Rasûlallah?” diye sordular. Rasûlüllah (s.):
-“Yapacağı fenalıklardan komşusu güven içinde olmayan kimse!” buyurdu.[2]
Komşunun komşuya fenalığı, zararı yalnız elle ve dille değil, çok farklı şekillerde olabiliyor. Bazen bir yemek kokusu dahi komşulara eziyet verebileceği gibi, onun rüzgârını ve manzarasını engelleyen yüksek binalar da onlara zarar ve eziyet verebiliyor; yakın komşuyu da uzak komşuyu da rahatsız edebiliyor.
Bu konudaki en kapsamlı rivayeti, merhum Haydar Hatiboğlu Hocaefendi, Sünen-i İbn Mâce çeviri ve şerhinde aktarır: “Buhari’de bu babda aktarılan hadislerin izahı bölümünde Hâfız, el-Fetih’te, birkaç yolla rivayet olunan hadisleri derleyip sonunda şöyle der: Ashab sordu:
-Ey Allah’ın Rasûlü! Komşunun komşu üzerindeki hakkı nedir? Allah Rasûlü (s.) buyurdu:
(1) “Komşu senden bir şey ödünç isterse ödünç olarak vereceksin.
(2) Senden yardım dilerse ona yardım edeceksin.
(3) Hastalanırsa ziyaret edersin.
(4) İhtiyacı olursa yardım edersin.
(5) Hayırlı bir işi olursa tebrik edersin.
(6) Başına bir musibet gelirse taziye ve tesellide bulunursun.
(7) Öldüğü zaman cenazesine iştirak edersin.
(8) Evi hava alamayacak şekilde bitişiğinde ondan izin almadan evinden yüksek bina yapmazsın.
(9) Tencerenin yemek kokusuyla ona eziyet etmezsin, meğerki yemekten ona da sunarsın.
(10) Meyve alırsan ona da hediye edersin, şayet hediye edemezsen meyveyi (ona göstermeden) gizlice eve götür ki, komşunun çocuğu görmesin.”[3]
İmdi, “komşu hukukunu” on maddede özetleyen bu hadis-i şerif, her Müslüman mahallenin ve apartmanın görünür yerlerine ser-levha olarak asılmalıdır...
***
Yazımızın başında yer verdiğimiz âyet-i kerimede (Nisa 4/36), kendilerine iyilik yapılması gerekenler arasında “yakın komşular ve uzak komşular”, ilk sıralarda yer alıyor.
Müfessirlerin ve İslâm âlimlerinin, “yakın komşu ve uzak komşu” terimleri üzerine yaptıkları açıklamalardan bazıları şöyledir: “Yakın komşu”; evi yakın olan veya aralarında akrabalık bağı ya da din bağı olandır. “Uzak komşu” ise; evi uzak olan veya aralarında akrabalık ya da din bağı olmayandır.
Bu tanım çerçevesinde, şu hadis-i şerife göre “yakın” olan komşu “uzak” olan komşuya öncelenir ve tercih edilir:
Hz. Âişe (r.anhâ) sordu:
-‘Yâ Resûlallah! İki komşum var. Hangisine hediye vereyim?’
Rasûlüllah (s.) cevap verdi:
-“Kapısı sana daha yakın olana ver.”[4]
Genel manada “komşuluğun sınırı” üzerinde de düşünülmüştür. Hasan Basri (rahmetullahi aleyh) der ki: “Komşuluğun sınırı, evinin ön tarafından kırk, arka tarafından kırk, sağ ve sol tarafından da kırk evdir.”[5] Hasan Basrî’nin ön-arka ve sağ-sol istikametinde “kırk” olarak belirlediği komşuluk sınırları, bugünün dünyasında en azından üst ve alt olarak da teşmil edilebilir; hatta yakınlık açısından alttaki ve üstteki komşuların diğer yöndekilere tercihi de sözkonusu edilebilir.
Ancak, yeri gelmişken; son zamanlarda gündeme gelen ‘şehir siluetini bozacak derecede yükseltilen’ çok katlı binaların/gökdelenlerin, hangi yönden olursa olsun, nice kırklarca binada yaşayan “komşuların” görüş alanını kapattığı ve onların manzarasını bozduğu da bir hakikattir. Hele sözkonusu çok katlı binalar, halkın ortak mekânlarını, tarihi ve kutsal yapılarını perdeliyorsa, Peygamberimizin (s.) “on(lar)dan izin almadan ev(ler)inden yüksek bina yapmazsın!” ihtarı üzerinde bir kez daha düşünmek gerekiyor.
Yine Peygamberimizin (s.) beyan buyurduğu: “Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.”[6] hakikati üzerinde derinlemesine teemmül edip, birbirimize handiyse mirasçı kılındığımız komşularımızın tüm hakları üzerinde titremeliyiz.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Buhârî, Nikâh 80, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Îmân 74, 75. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Kıyâmet 50; İbni Mâce, Edeb 4.
[2] Buhârî, Edeb 29; Müslim, Îmân 73.
[3] İbn Mace, Sünen, çev. Haydar Hatiboğlu, Kahraman y., 9/462
[4] Buhârî, Şüf`a 3, Hibe 16, Edeb 32.
[5] Buhari, Edebü’l-Müfred, hd. 109.
[6] Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140–141. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 28; İbni Mâce, Edeb 4.