Suriye meselesine kardeşlik bilinci ile yaklaşmak
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-05-22 12:26:41
Neyse ki, Suriye’de iki aydan beri alıkonulan gazeteci kardeşlerimiz sevgili Adem Özköse ile Hamit Coşkun’un sağ salim Türkiye’ye ve ailelerine dönmeleri, hepimizi sevince boğduğu gibi, Suriye sorununun çözümü için umut vaad edici gelişmelerin de işareti olarak okunabilir. Şöyle ki:
Özköse ve Coşkun’un iadesinde İran belirleyici oldu. Bu konuda sağlanan mutabakat, Suriye meselesinin çözümünde İran ve Türkiye’nin işbirliğinin kaçınılmaz olduğunu bir kez daha hatırlattı. Her ne kadar gazeteci kardeşlerimiz konusunda İran’la yapılan görüşmeler, resmi kurumlarca değil, İHH gibi sivil kuruluşlar aracılığı ile yapılmışsa da bu gelişme, gelecek açısından umut vericidir.
Evet, İran’ın Suriye konusunda “siyasi ve mezhebi çıkar” öncelikli değil de, akan kanın durmasını önceleyen bir tavır alması beklenmektedir. Umarız, daha geç olmadan ve bölgemiz tehlikeli bir mezhep savaşına sürüklenmeden, akl-ı selim galip gelir de bu yangın söndürülür. Ve Suriye’de halkın özgür iradesine dayalı bir yönetim oluşturulur.
Ancak, görünen o ki; katil Esed rejimi tasfiye edilmeden, 12 bin sivili acımasızca katleden caniler de yaptıklarının hesabını vermeden, Suriye’de sular durulmayacaktır.
Bir önceki yazımda söylediğimi tekrarlıyorum: İslâm Barış Gücü oluşturulmadan Suriye ve benzeri problemleri Müslümanların lehine çözemeyiz. (Bu fikri ilk kez “İslâm Nato’su” şeklinde gündeme getiren Erbakan Hoca’yı bu vesile ile rahmetle analım.) Şunu da ekleyelim ki; İslâm Barış Gücü’nü teşkil edecek ülkelerin başında da Türkiye, İran, Pakistan, Mısır gelmelidir.
Yine tekrarlıyorum: Müslüman toplumlara düşen görev; Hucurat/9-10.âyetlerde emredildiği üzere “kardeşlerinin arasını düzeltip” barışı sağlamaktır. Ama “eğer biri diğerine saldırırsa, saldıranlarla Allah'ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşmak”tır.
Müslümanlar bunu başardıkları takdirde; güçlü olanın zayıfı, silahı olanın olmayanı ezmesine izin verilmez. O zaman dünyaya örnek olacak bir İslâm kardeşliği bilinci inşa edebiliriz.
Suriye’yle ilgili bir önceki yazımda söylediklerimi “mezhep ayrımı” olarak niteleyenlere gelince: Suriye’de binlerce masumun kanını oluk oluk akıtan, onlara akıl almaz işkence ve tecavüzleri reva gören hatta diri diri toprağa gömen azınlık Baas yönetimi ile destekçisi İran açıkça mezhebi mülahazalarla hareket ederken, onlar değil de bu tespiti yapanlar niçin “mezhepçi” oluyor? Kaldı ki biz, mezhebi, meşrebi, siyasi görüşü ne olursa olsun hiçbir Müslüman’ın, hatta dini ne olursa olsun hiçbir insanın böylesi insanlık dışı bir vahşete göz yumamayacağını, tam tersine zalime karşı mazlumun yanında yer alması gerektiğini söylüyoruz. Zulmü yapan ister Sünni diye bilinen Saddam olsun, Kaddafi olsun, Mübarek olsun; isterse de Alevi-Nusayri diye bilinen baba ve oğul Esed olsun, fark etmez. ‘Benim cani ve katilim iyi ama seninki kötü’ olamaz. Binlerce masum Suriyeli yurdunu terk edip 25 bini Türkiye’ye, 25 bini Lübnan’a, 100 bine yakını Ürdün’e sığınmış, canlarının derdine düşmüş; birileri de kalkmış katil ve cani Esed rejimini aklayacak argümanlar geliştirme peşinde.
Özetle; herkes kendi zalimini desteklemekten vazgeçmedikçe, kimliklerine bakmadan mazlumun yanında yer almadıkça, Allah Teâlâ’nıın Müslümanlara merhamet etmesini nasıl bekleyebiliriz?
Kesin olan şu ki; küfür ve şirk devamlı olabilir ama zulüm asla devamlı olamaz. Zalimler er veya geç hak ettikleri cezayı görecek; onların destekçileri de aynı akıbetten kurtulamayacaklardır vesselam.
Mübarek “Üç Aylar”ın ve Reğaib kandilinin İslâm âlemine hayır ve huzura vesile olması duasıyla…
SON VİDEO HABER
Haber Ara