VAN-TİRAN VE “HÂB-I GİRÂN”
Öncelikle Hicri yeni yılınızı tebrik eder; Hicret’i anmaktan çok anlamaya medar olmasını dilerim.
Hicret’e tekaddüm eden günlerde Tiran-Van hattında bir dizi seyahatte -mini hicrette- bulunduk. Geçen Perşembe günü Van’da, Cuma günü de Erciş’te depremzede kardeşlerimizin acı hicretlerine tanık olduk. Onların, binlerce artçı ile sarsılan gözlerindeki korkuyu okuduk; can ve mal kayıpları ile titreyen seslerindeki sızıyı yüreğimizde hissettik. -10’lardaki dondurucu kışa sabırla direnişlerini paylaştık… Kendisini sürekli hatırlatan deprem ve şiddetli kış nedeniyle Van ve Erciş’in üçte biri hicret etmiş… Hicret, ölüm, korku ve mal-mülk kaybı ile sınanmanın ne olduğunu biz değil, onlar yaşadılar…
“Andolsun ki sizi biraz korku, açlık ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele! Onlar ki, kendilerine bir musibet eriştiği zaman "Muhakkak biz Allah’a aitiz ve muhakkak ancak O’na dönücüleriz!" derler.” (Bakara 2/155-156)
Bu âyet şimdi onlar için tecelli etti ve onlar zor bir sınavdan geçiyorlar. Allah yardımcıları olsun…
“İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” diyerek sabrı kuşanan Vanlı ve Ercişli kardeşlerimizin, inşaallah ilahi müjdeye nail olacaklarına inanıyoruz. Dört yıl önce Başak-Der’in mütevazı konferans salonunda “Namaz’la Diriliş”i paylaştığımız kardeşlerimizden birkaçı, dernek binasında toplantı yaparlarken deprem gelmiş ve başkan Gültekin Keleş’le bir kardeşimiz daha vefat etmişler. Allah rahmet eylesin; yakınları ile dava arkadaşlarına sabr-ı cemil ihsan eylesin, kolaylıklar versin; küçük bir konteynerde bir yandan taziyeleri kabul edip bir yandan da çalışmalarına devam eden kardeşlerimizden razı olsun…
Depremin insanlara hatırlattığı ilk hakikat, hiç şüphe yok ki, ölüm!..
Ölümün her birimizi ne zaman, nerede ve nasıl yakalayacağını bilmemiz asla mümkün değil!..
Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de (Enam/60 ve Zümer/42) uykunun bir ölüm hali olduğunu ihtar eder.
Rasûlüllah (s.), her sabah; “Bizi ölümümüzden sonra dirilten Allah’a hamdolsun” diye dua eder.
Bu hikmete binaen olmalıdır ki, bilge şair Muhammed İkbal şöyle der:
“Uykuyu hafif ölüm; ölümü de ağır uyku bil!”
Şiirde ölüm’ü tanımlamak için kullanılan “ağır uyku” terkibinin aslı: Hâb-ı Girân!
Evet; ölüm bir tür ağır uyku… Van, Erciş ve köylerinde 642 kardeşimiz Rabblerine yürüdüler; Diriliş Günü’ne kadar ağır uykularına daldılar… Dua ve niyazımız o ki, ‘deprem şehidi’ olan o müminler, inşaallah Rabb Teâlâ’dan en güzel karşılığı görecekler.
Ancak, imandan ve İslâm’dan yoksun olarak ‘ağır uykularına’ dalan nice insan ve insanımız da var…
Burada “Hâb-ı Girân” deyiminin “Hâb-ı Gaflet” yani ‘gaflet uykusu’ anlamını ima ettiğini de hatırlatalım! Acı gerçek şu ki, insanların çoğunluğu gaflette olmuştur ve el-ân gaflettedir. Bu da bir tür ‘yaşayan ölü’ olma halidir. Derin ve ağır gafleti yaşayan uyur-gezerler hep ekseriyeti teşkil edegeldiler.
“Hâb-ı Girân”ın bu anlamdaki can yakıcı boyutuna ise, Makedonya, Kosova ve özellikle Arnavutluk bölgesinde şahit olduk…
Van seyahati öncesinde ise, 18-22 Kasım tarihlerinde sırasıyla Arnavutluk-Kosova-Makedonya hattında, Namaz Gönüllüleri Platformu olarak, bir dizi program gerçekleştirdik, elhamdülillah.
18 Kasım Cuma günü, ikindi sonrasında Tiran meydanındaki Edhem Bey Camii’nin tam karşısında yer alan kültür merkezi salonunda ALSAR Vakfı’nın organize ettiği ilk toplantımıza Arnavutluk’un farklı şehirlerinden gelen ve salonu tamamen dolduran kardeşlerimizin namaz paneline ilgileri görülmeye değerdi doğrusu. Ramazan Tamer Hoca ile birlikte sunduğumuz panelde Hafız Faruk Yazar’ın nefis Kur’an tilaveti ile gözleri dolan Arnavutluk Müslümanları, Kur’ân’a ve namaza susamışlıklarını ortaya koydular. Ertesi gün ARDMERİA derneğinde pırıl pırıl üniversite gençleri ile buluştuk, konuştuk…
Arnavutluk’ta görüştüğümüz tüm kardeşlerimiz, 45 yıllık Komünizm dönemi tahribatının ardından Katolik ve Ortodoks kiliselerinin yoğun biçimde yürüttükleri misyoner çalışmalarından ve bir zamanlar % 85’i Müslüman olan ülkenin her tarafında mantar biter gibi yükselen kiliselerden şikayet ettiler. İş karşılığında Hıristiyan isimleri almak zorunda bırakılan Müslümanlar Arnavutluk’ta azınlık durumuna düşme tehlikesi ile karşı karşıya. Mensupları % 25’e varan Bektaşiliği ayrı bir din kabul etme tuzağı da işin cabası. Bu durum karşısında Türkiye ve İslam ülkelerinin desteği ise yetersiz kalıyor. Türkiye’den gelen sivil kuruluşların yardımları ile ülkedeki İslami kuruluşların faaliyetleri de Arnavutluk Diyanetinin çıkarcı engeline takılıyor. Türk Devleti ve Diyaneti’nin bu konuya müdahalesi isteniyor ve bekleniyor.
Ölülerini kefenlemeyi, çocuklarını sünnet etmeyi, namazı, orucu, tesettürü büyük oranda unutan; köşe başlarında bol ve ucuz domuz eti satılan; içki, fuhuş ve misyoner faaliyetleri anaforunda İslâm kimliğini tamamen yitirme tehlikesiyle karşı karşıya olan Arnavutlara acil ilgi göstermeliyiz...
Ayrıca Elbasan ve Berat gibi eski Osmanlı kentlerindeki İslam eserlerine de bir an önce el atmalıyız.
Yani, onlara da bize de girân gelen bu hâb-ı gafletten bir an önce uyanıp ve kendimize gelmeliyiz.
Pazar günü, Makadonya’nın başkenti Üsküp’te, Köprü derneğinin konferans salonunda üniversite öğrencileri ile birlikte idik. Makedonyalı ve Türkiyeli öğrencilerimizle, ancak Kur’ân ve namazla dirilip diri kalabilecekleri hakikatini paylaştık. Nüfusunun yarısı Müslüman ve onların da çoğu Arnavut olan Makedonya’da İslâm varlığı, nispeten daha iyi ayakta kalmış. Bu çerçevede Struga, Gostivar, Tetova (Kalkandelen) kentlerindeki Osmanlı camileri içinizi açıyor. Gerek Ensar ve Merhamet gibi yerel kuruluşların çalışmaları ve gerekse Türkiye’den bölgeye uzanan İslâmî katkılar gelecek vaad ediyor…
Pazartesi ise önce Prizren’de, ardından da Priştina’da AKEA’nın misafiri olduk. AKEA’nın Kosova genelindeki güzel çalışmaları ile doğrusu umutlandık ve gönendik. Prizren’de gördüğümüz ilgi, açıkçası Türkiye’de gördüğümüz ilgiden farksızdı. Bazı kitabevlerinde Arnavutça, Boşnakça ve Türkçe kitapları yanyana görmek ve bunlar arasında kendi eserlerinizle de karşılaşmak gerçekten mutluluk verici idi. Üsküp ve Prizren’i Türkiye’nin çoğu şehrinden daha “Osmanlı” görmek ise ayrı bir bahtiyarlık… Yine ifade etmeliyiz ki, Priştina’da yaptığımız “Namazla Diriliş” paneli, şu güne kadar gerçekleştirdiğimiz paneller içinde ilgi ve duyarlık itibariyle en üst düzeyde olanı idi. Ramazan Tamer hocanın daha çok İslâm kimliğini vurguladığı paneli Priştina’daki AKEA merkezinde icra ettik. Yeri gelmişken, AKEA genel merkez binasının dizaynı ve sistematik çalışma düzeninden oldukça etkilendiğimizi de itiraf edelim.
Özetle; Kosova’nın, Makedonya’nın ve inşaallah Arnavutluk’un İslami geleceği açısından hem umutlandık hem de üzerimizdeki sorumluluğun bir kat daha arttığını idrak ettik. Bu bağlamda, “Haydi Namaza” adlı kitabımızın Arnavutça çevirisinin 10 bin adet basılıp Arnavutluk-Kosova-Makedonya bölgesinde dağıtılması için gerekli hazırlıklar tamamlandı ve inşaallah, bölgeyi tekrar ziyaretimiz vacip oldu. Kavli ve fiili duamız; Arnavut kardeşlerimiz başta olmak üzere, Müslüman ümmetin hâb-ı girân-ı gaflet’ten bir an önce uyanmasıdır.