Cemaat ve hükümet kavgasında kendimize bir yer mi seçmeliyiz? Seçeceğimiz yer “korunaklı” ve “hesap dışı taarruzlara” karşı mukavim mi olmalı?
Bu cümleden olarak, kazanma ihtimali yüksek tarafa mı oynamalıyız?
Şu sıra, hükümet güçlü gibi duruyor...
Bunun geçici ve “her an değişebilir bir durum” olduğunu düşünüp, kalıcı ve organize bir güç görüntüsü veren cemaate mi yatırım yapmalıyız?
Peki, cemaate yatırım yapmamız durumunda, toplumda oluşan yahut oluşturulan algıyla nasıl baş edeceğiz? Şike soruşturması nedeniyle mikro ölçekte bile “hedef” haline gelen ve istikbalde bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya kalacağı söylenen cemaate ne kadar güvenebiliriz? Daha doğrusu, cemaatin açacağı alan ne kadar “korunaklı” olabilir?
Kısa vadede kazanacak olanın yanında hizalanmak mı riskli, uzun vadede kazanacak olanın yanında mı hizalanmak mı riskli?
Hangi gücün uzun vadede, hangi gücün kısa vadede kazanacağını nasıl ölçeceğiz? Risk hesaplamasını nasıl yapacağız?
Elimizde bir “ölçer” var mı?
Bir analiz, bir değerlendirme, çok yönlü bir araştırma?
İlkeden yana tavır alacaksak, “ilke”yi oluşturan değerler nedir?
Bu değerleri hangi taraf temsil ediyor?
İlle bir seçim yapacaksak, bunu “daha az bedel ödeme” esasını gözeterek mi, yoksa “Yemişim bedelini, yüreğimin götürdüğü yere gidiyordum arkadaş” esasını gözeterek mi yapmalı?
İşte yandaşın en zor sınavı...
Biliyorum, “Bakalım nereye varacak bu adam?” diye, deminden beri sabırla bekliyorsunuz.
Belki “yer seçme telaşıyla” kalkıştığımı düşünüp, içten içe taaccüp ediyorsunuz.
Hele, gazetelerde peş peşe çıkan, “Cemaat hükümet kapışmasında kim nereye yatacak, goygoycuları ağır bir sınav bekliyor” türünden ayıp, çirkin, terbiyesiz yorumlardan sonra, ironiyle karışık bir tecessüs de geliştiriyorsunuz...
Birincisi, benim güzel kardeşim, kendime bir yer seçmek zorunda değilim.
İroni yapıyorum...
Büyük harfle, İRONİ...
İkincisi, yargı üzerinde yürüyen tartışmayı “hükümet-cemaat kapışması” olarak okursanız, hem “hiçbir şey okumamış” olursunuz, hem de yanlış sonuçlara varırsınız. Hem de ayıp edersiniz.
Devleti oluşturan kurumlar içinde, kendisini cemaate yakın hisseden insanlar olabilir... Bunlar “yargı”da ve sair kurumlarda ağırlıklı olarak yer de tutabilir. Doğaldır. Meşrudur.
Bunu “mevzu dışı” ve “olması gereken” bir gelişme sayıp geçiyorum...
Bir tartışma varsa, ki var, bu yargıyla ve yürütme arasındaki tartışmadır.
Malum; erklerin birbirlerine karşı durumu ve sorumluluğu anayasada düzenlenmiştir.
Buna göre, erkler arasında “hiyerarşi” olmaz.
Erklerden biri (yani yargı) aynı zamanda yasama ve yürütme üzerinde denetim fonksiyonuna sahiptir ama bu diğer erklere karşı sorumsuz olduğu anlamına gelmez.
Biliyoruz ki yargı, geçmiş dönemlerin de verdiği alışkanlıkla, icra üzerindeki “vasi” pozisyonunu sürdürmek istiyor ve MİT krizinde olduğu gibi, erkleri karşı karşıya getirecek oldubittiler yaratıyor... Yasama ve yürütmenin alanına giriyor...
Mesele budur...
Meselenin içinde “başka meseleler” aramamak gerekir.
Başlıktaki “Cemaatin kalemleri” ifadesine gelince...
Bir kısım arkadaşımızın konuya yaklaşımı, ne yazık ki “muarız” kesimlerce manipüle ediliyor ve cemaate yönelik “algı üretiminde” kullanılıyor... Ve bu giderek “sistematik” bir hal alıyor.
Buna en başta, kendisini cemaate yakın hisseden kalemlerin itiraz etmesi gerekir... Ki, bu yönde bir “özen” içinde göremiyoruz kendilerini.
Bunu da küçük bir dost sitemi saysınlar.