Uzaktan uzağa, dolduruşa müsait Yalım Erez ve “bakalım şartlar ne getirecek” diyen Rıfat Hisarcıklıoğlu’na benziyor.
Politik bir figür değilken, “politik bir figürmüş gibi” davranıyor, kendisine böyle yaklaşanlardan hoşlanıyor.
Dolduruşa müsait bir tarafı yok ama “doldurduğunu” sananları da üzmüyor.
Bekliyor...
Bu yönüyle, “bakalım şartlar ne getirecek” diyen Rıfat Hisarcıklıoğlu’na benziyor.
Ne bekliyor?
Burası çok seçik değil.
Efsane başkan Aziz Yıldırım’dan söz ediyorum.
Hemen söyleyeyim:
Bu yazının “3 Temmuz süreci”, “şike soruşturması” gibi güncel tartışmalarla ilgisi yok.
Şike soruşturması “tutuklama dalgaları” halinde devam ederken konuyla ilgilendim, “gazeteci tecessüsü” çerçevesinde olup bitenleri anlamaya çalıştım.
Sonra bıraktım...
Daha doğrusu ikrah getirdim, yoruldum, yeni bir karşıtlaşmanın içine dalacak enerjiyi bulamadım ve bir yerden sonra koptum.
Bana, “Fenerbahçe şike yapmış mıdır yapmamış mıdır, Aziz Yıldırım suçlu mudur suçsuz mudur?” diye sorsanız, verecek cevap bulamam.
Beşiktaş bu işin neresindedir?
Bir şey söyleyemem.
Hissiyata dayalı yorumlarda bulunabilirim ki, konuyu dağıtmaktan öte bir işlev görmez...
Hissiyatım, Trabzonspor’un resmen ve hukuken şampiyon ilan edilmesi gerektiğini, Aziz Yıldırım’a (ve elbette diğer sanıklara) verilen cezaların “insaf sınırlarının ötesinde” olduğunu, samimiyetle durumu toparlamaya çalışan Mehmet Ali Aydınlar’a haksızlık edildiğini söylüyor.
Şike olgusu konusundaki görüşüm ise, fanatik Fenerbahçelilerin yahut kahvehane müdavimlerinin “kim yapmıyor ki” şeklinde özetlenebilecek afakî değerlendirmeleriyle sınırlıdır.
Bu kadar...
Ben bu kadarım...
Konumuz şike davası yahut Fenerbahçe olmadığına göre, devam edebiliriz.
Gözden düşmüş bir yazarımız (Ertuğrul Özkök), önceki gün, Aziz Yıldırım’la kahvaltı yapmış.
Köşesinden “gözlemlerini” paylaşıyor...
Kendisi anlatsın: “(Aziz Başkan) Önümüzdeki günlerde iki veya üç basın toplantısı düzenleyecek. Bunların içeriğini bana anlattı ama yazılmamasını istediği için yazmıyorum. Ama aldığım izlenim şöyle: Birinci basın toplantısı, polis, savcılar, hâkimler ve cezaevi şartlarıyla ilgili olacak. Özellikle polisin uygulamalarına karşı çok tepkili... Bundan böyle tek kişilik bir ‘sivil toplum örgütü’ gibi mücadele edecek. Poliste, yargıda yapılan haksızlıkların ortadan kaldırılması için elinden geleni yapacak.”
İnsanın, “sivil toplumculuk Aziz Yıldırım’a kaldıysa...” diyesi geliyor ama devam edelim...
Başkan (yani Aziz Yıldırım), Erdoğan’ı ayrı bir yere koyuyormuş, onunla bir meselesi yokmuş gibi konuşuyormuş ama Fethullah Gülen’e çok öfkeliymiş.
Dostları “Herkes susmuş, kenara çekilmiş, bir tek biz mi mücadele edeceğiz” diyorlarmış ama Aziz Başkan çok kararlıymış: “Tek başıma kalsam da mücadele edeceğim...”
Bir de müjde veriyor yazar: “Anladığım kadarıyla, Aziz Yıldırım önümüzdeki dönemde sadece sporun değil, aynı zamanda siyasetin de önemli figürlerinden biri olacak...”
Başbakan’ı kenara ayırıp, kendince bir “majino hattı” kurduğuna göre, demek ki “siyasetin kurnazlıklarını” da biliyor...
Hadi hayırlısı.
Liderinizi buldunuz sonunda.
İsmi, bir vakitler, CHP’nin muhtemel İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayları arasında geçiyordu, “CHP’yi İstanbul’da toparlayacak tek isim Aziz Yıldırım’dır” deniyordu.
Bence reislik kesmez...
Bir türlü start alamayan “toplumsal muhalefetin sözcüsü” olmalıdır...
Hatta Başbakan olmalıdır.