Batı modernizminden belirgin etkiler almış olsa bile, bu dünyaya, İslam âlemine/bu topraklara ve Müslümanların tarihte geçirdiği sosyo-politik tecrübeye dayalı yegane akım İslamcılıktır.
Batı modernizminden belirgin etkiler almış olsa bile, bu dünyaya, İslam âlemine/bu topraklara ve Müslümanların tarihte geçirdiği sosyo-politik tecrübeye dayalı yegane akım İslamcılıktır. Referansını Batı Aydınlanması'ndan alan liberalizm, sosyalizm-Marxizm ve bütün versiyonlarıyla milliyetçilik ile İslamcılık arasında bariz fark bu noktada belirginleşir.
İslamcılık, "İslam'ın ana referans kaynaklarından hareketle İslam'ın ve Müslümanların yeniden ayağa kalkması, İslamî hükümlerin uygulanması, birlik kurması" ise (bkz. 21 Temmuz tarihli 'İslamcılık nedir?' yazısı), İslam'ın iki kaynağı Kur'an ve Sünnet hafızalardan tümüyle silinmedikçe; Müslümanlar tümüyle Allah'ın iradesine teslim olma davasından vazgeçmedikçe; vazgeçseler bile yeryüzünde tek bir Müslüman kendini İbrahim aleyhisselam gibi "tek başına ümmet" gibi gördükçe; İslamcılık da gündemde kalmaya devam edecektir. Bu manada İslamcılık bir tercih değil, dinî bir vecibe, akaide ilişkin bir zorunluluktur.
İlk iki neslin tecrübesinden ve üçüncü nesil İslamcıların geldiği nokta, bizi İslamcılığın öncelikle kendi paradigması, kurucu bilgisi ve fikriyatıyla yüzleşmesi gerektiğini göstermektedir.
Hangi cemaat, grup veya mezhep içinde yer alırsa alsın veya kendine "İslamcı" desin demesin, her Müslüman, İslam'ın dünya ve ahiret mutluluğunun, kurtuluş yolunun Allah'ın iradesine teslim olmaktan geçtiğini bilir. Şu var ki, biz soyut manada Allah'ın iradesinin ne olduğunu bilemeyiz, söz konusu iradeye teslim olmamızı garantileyen şey O'nun vahy aracılığıyla indirdiği hükümlerdir. Münzel hükümler, ilahi iradenin ete kemiğe bürünmüş formlarıdır. Şu halde samimi ve ihlaslı bir Müslüman bir yandan Kitap'ta yer alan hükümlere karşı çıkıp öte yandan Müslüman olduğunu iddia edemez.
Geçmiş toplumlarda "Allah'a ortak olma" suçunu işleyenler ateist veya agnostik kimseler değildi. Allah'ın varlığına inanıyorlardı ve O'nun yaratıcı sıfatını da inkâr etmiyorlardı: "Andolsun onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı?' diye soracak olursan, şüphesiz: 'Allah' diyecekler. Şu hâlde nasıl oluyor da çevriliyorlar?" (29/Ankebut, 61.) Onların itirazı sosyo-politik ve ekonomik hayat alanlarını düzenleyen ilahi hükümlere idi. Yasaları biz belirleriz, servet ve malları biz taksim ederiz, bizim irademiz ve aklımız hükmünü icra eder, tabiat ve toplumda bizim sözümüz geçer, diyorlardı.
Üçüncü nesil İslamcılığın önünde üç önemli gündem maddesi var:
a) Her Müslüman'ı kendi diniyle ciddi manada tutarlı olmaya, yüzleşmeye çağırması;
b) Bölge ve İslam dünyasının yeniden yapılandırılması için mümkün çözümler ve modeller geliştirmesi;
c) Yeryüzü ölçeğinde modernliğin sebep olduğu krizi aşma konusunda söyleyecek sözünün olduğunu somut olarak göstermesi.
Her Müslüman kendi inancıyla tutarlı olmak gibi itikadi-entelektüel ve vicdanî bir sorumluluğa sahiptir. Tutarlılığın ölçüsü Kitap ve Sünnet'teki hükümlere ilişkin zihnî tutumdur:
1) "Hükümlerin tarihsel ve toplumsal olduğu" fikri bugün dünya ölçeğinde akademik çevrelerin sistematik çabasıyla "hermönetik veya tarihselcilik" olarak Müslüman zihne zerk edilen küresel bir projedir. (Geniş eleştirisi için bkz. dunyabulteni.net'teki konuyla ilgili yazılarıma.)
2) "Hükümlerin bir bölümünün geçen ve değişen zamanda uygulama şansını kaybettiği" fikri, Allah'ın zaman-mekân bağımlı bir bilgi ve öngörüye sahip olduğunu ima eder ki, bu Müslümanların Allah inancı değildir.
3) "Hükümler ağırdır, uygulamak zor veya imkânsızdır" fikrinin gerisinde zımnen "istek ve tutkularımıza, güç ve iktidar hırsımıza, servet toplama, bedensel arzuları engelsiz karşılama, helal-haram demeden yaşamamıza, sömürme özgürlüğümüze din engeldir" diyen nefsin direnci yatmaktadır.
Zaman, tarih ve soyut toplumsal kurallar kaderimizi belirleyemez. Bir hüküm Kitap'ta yer almışsa, o hükmü uygulayıp uygulamamak muhataplara kalmıştır. Zaman, çoğunluk veya siyasilerin hükmü tatil etmesi o hükmün maksatlarıyla yürürlükten kalktığı anlamına gelmez. Bir nesil uygulamaz, başka bir nesil gelir uygular.
İslamcılıktan kopmuş muhafazakarlar, "ben dindarım, ama İslamcı değilim" diyenler ayrı bir fasıl. Üçüncü nesil İslamcılığın ilk sorunu şudur. İslam konusunda iç dünyamızda ne kadar tutarlıyız? Biz sahiden Allah'ın iradesine teslim olmak; yani adaleti tesis etmek, birlik olmak, iyiliği hakim kılmak ve yüksek bir ahlakî hayata ulaşmak istiyor muyuz?