Dolar

35,1981

Euro

36,7471

Altın

2.968,65

Bist

9.724,50

12 Mart Muhtırası ve Darbe Geleneği

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-03-12 09:45:14

12 Mart Muhtırası ve Darbe Geleneği
Mazlum Der ve Dünya Ehl-i Beyt Vakfı’nın 11 Mart Pazar günü Topkapı Eresin otelde ortaklaşa düzenlediği; 12 Mart 1971 darbesi 41. Yıldönümünde, o günün zulmünü yaşayanların tanıklarıyla bir program düzenlendi.

Türkiye’nin darbelerle yüzleşmesi açısından bu tür organizasyonların yapılması önemlidir. Böylece geçmişte yapılan zulümler unutulmadan, insanların geleceklerinin tekrar kararmaması için darbelerin yeni nesillere de aktarılması ancak tanıklıklar üzerinden giderek gerçekleşebilir.

12 Mart askeri muhtıra, seçkinci zümrenin cumhuriyet kurulduğundan beri halkına karşı güvensizliğinin bir kez daha gösterilmesidir. Topluma tepeden bakan ittihat ve terakki zihniyetinin toplumu terbiye etme çalışmasından başka bir şey değildir.
Peki, 12 Mart Muhtırasına nasıl gelindi; cumhuriyeti kuran ittihat ve terakki zihniyeti halka hiçbir zaman güvenmedi. Ne zaman halka gitmeye çalıştılarsa, kendi diktatörlükleri yüzlerine vuruldu. Bunu aşmak ve korku yaratmak için önce muhalifler yok edilerek susturuldu. Sonrada kurulan partiler, kapatılarak parti yöneticileri de istiklal mahkemelerinde idamla yargılayarak aşmak istediler.

1950’lere gelindiğinde içerdeki ekonomik tükenmişlik ve dışarıdan dayatılanlar yüzünden çok partili seçime zorunlu olarak gidildi. Burada kurucu zihniyet tüm dayatmalara rağmen halkın teveccühünü kazanamadığını seçimlerde sandığa gömülerek gördü.
On yıllık halk iktidarı, ittihat ve terakki zihniyetinin gözlerinin kan bürünmesine neden oldu. 27 Mayıs 1960’da bir darbeyle halk hizaya getirildi. Adı değiştirilen istiklal mahkemeleri tekrar devreye girerek seçilmişler teker teker avlanarak, bu meşru olmayan mahkemelerin önüne çıkarıldı. Sonuç bir başbakan ve iki bakanın idam edilmesiyle, halk sindirilmiş oldu.

İşte 12 Mart muhtırası sindirilmiş, baskı altına alınmış bir halkın, toplumu terbiye etmeye çalışan ve toplum mühendisliği oynayan bu zihniyeti, seçimlerde tekrar sandığa gömmesiyle ilan edildi. Bu zihniyet, iç güvenliğin sağlanması adına güya “Türk Milletin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkından duyduğu üzüntü ve giderecek çareleri” arayarak “kanunların kendilerine verdiği koruma ve kollama görevini yerine getirerek halkın seçmiş olduğu iktidarı hizaya getirme amacıyla gerçekleştirildi.

Burada özellikle sol yapılanmaların 9 Mart cuntasıyla olan ilişkilerini unutmamak gerekir. 12 Mart, 9 Mart cuntasının tasfiyesi olmasına rağmen -TİP’de dahil olmak üzere tüm sol grupların desteğini almıştır- sonrasında ise sola büyük bir darbe vuracaktır.
Seçilmişlerin önünde 27 Mayıs 1960 darbesi ve asılan bir başbakan ve iki bakanın resmi olunca, askeri dikta karşısında ona göre tavır almak zorunda olmuşlardı. Bu nedenden dolayı istifa edip geri çekilmiştir.

Her darbe öncesinde olduğu gibi, bu dönemde de 68 kuşağı olarak adlandırılan sağ ve sol gruplar birbirine düşürülmüş ve öğrenciler meydanlara sürdürülerek, askeri cunta önünü açmaya çalışılmıştır.

Diğer tarafta bazı sol gruplar özellikle de Doğan Avcıoğlu’nun başını çektiği Devrim Gazetesi (Yön Dergisi) de askerlerle işbirliği içinde kendi darbelerini hazırlamak için çalışıyorlardı. 1970’e gelindiğinde olaylar daha da tırmanışa geçti. 15-16 Haziran olayları ve çok sayıda “kent gerillası” tipi eylemlerin ardından dört Amerikalı subayın kaçırılması, ordunun işini daha da kolaylaştırdı.

Emir komuta zinciri içinde gerçekleşen ilk darbe olarak tarihe geçecek olan muhtıra 12 Mart 1971 tarihinde TRT radyolarında saat 13.00 de okunan metinle ilan edilmiş oldu.

Belki, Parlamento fesh edilmedi, partiler kapatılmadı (Milli Nizam Partisi ve TİP hariç), Anayasa askıya alınmadı. Ama koşullar çok değişmişti. Olağan üstü durumla hareket ediliyordu. Askerlerin gölgesinde sözde Partiler üstü bir hükümet kuruldu. Seçimle gelmeyen bir hükümet olduğu için bir kukla gibi oynatılıyordu.

Darbenin kendilerine yarayacağını düşünen sol gruplar çok kısa zamanda şartların değiştiğini gördüler. İstiklal mahkemeleri yine geri getirilmişti. Sağ ve sol gruplardan birçok insan gözaltına alınarak Selimiye Kışlası, Maltepe, Mamak askeri cezaevlerine dolduruldu. Evler neredeyse tek tek arandı ve insanlar üzerine korku imparatorluğu bir karabasan gibi çökmüştü.

Birkaç kişi sağdan ve soldan gençler bu yeni istiklal mahkemelerinden çok kısa sürede yargılanıp idam edildi. Bir kısmı ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Birçok insan gözaltında hayatını kaybetti. Halkın onur ve itibarı yok sayıldı. Her darbe ülkeyi bir on yıl geri götürdü. Sivilleşme döneminde kimse de onların üzerine gitmediği için bu anlayış, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan olarak tekrar edecekti.

Bugün bu anlayışın her ne kadar kırıldığını görülüyorsa da tam bir sivil anayasa hazırlanmadan ordu yine bir gün;

“Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür” demeyeceğinin garantisini veremez.

Programın genel akışında aldığım notları sizlere aktarayım.

Cüneyt Sarıyaşar (Mazlum Der İstanbul Şubesi Başkanı); “halkın sesi ve halkın iradesini dile getiren stkların, unutulmaya yüz tutan sorunlu durumların 12 mart gibi, konuların unutulmaması için gündemde tutmak gerekir. Genellikle toplumu derinden etkileyen 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat bahsediliyor ve nedense 12 Mart es geçiliyor bunun toplum hafızasından silinmemesi için gündemde tutmak gerekir.

Bu topraklarda, topluma rağmen bir anlayış oluşturuldu ve mazlum halkı görmezden gelinmiştir. Asker, halka sürekli namlunun ucu doğrultmuştur ve bunu gelenek haline getirmiştir. 12 Mart bu geleneğin bir yansımasıydı. Genç nesilleri birbirine kırdırmaları yetmediği gibi kendi elleriyle genç dimağları darağacında sallandırmadan da geri durmadılar.”

Fermani Altun (Dünya Ehl-i Beyt Başkanı); “Bugün yeni bir dönme yaşıyoruz. Yeni anayasa tartışılıyor. Sivil ve demokratik olması gerektiği üzerinde duruluyor. Demek şimdiye kadar böyle yasa yoktu. Şimdi sistemin ayrıştırdığı ve birbirine düşman kıldığı insanları sevgiyi merkeze alan bir anlayışıyla beraber hareket etmesi gerekir. Biz sürekli bu darbe anlayışına karşıydık. Çünkü bu anlayışı; konuşmayı, düşünmeyi, paylaşımı, sevgiyi, ilmi, okumayı, yasakladı. Toplum sorunlu bir hale getirildi. 12 Mart’a 450 bin insana işkence edildi.12 Eylül’de 600 bin insan işkenceye tabi tutuldu. Darbeciler işkence konusunda bayağı kendilerini geliştirdiler. İşkence ilk kez resmi hale getirildi. İşkenceci Ferit Melen ismi Van Havaalanına verilmiş. İşkenceciler daha sonra ya vekil olmuş ya da senatör olmuştur.

Hak olmayan Rabbimizin bize verdiği tüm güzelliklerin yaşanmasına izin verilmemesidir. Zülümdür, baskıdır, işkencedir, onun için mutlaka geçmişimizle yüzleşmeliyiz. Sistem toplumsal dokumuzu bozdu. Onun için düzenlemesi gerekiyor ismin ne olduğu önemli değil, adaleti hak ve hukuku merkeze alan bir anlayışın oturtulması gerekiyor. İnsanın yaşam tarzına, düşüncesine müdahale etmeyen bir sistem istiyoruz”

Prof. Nevzat Tarhan; “Darbeciler uluslararası sermaye grubuyla birlikte hareket eder. Bunu görmek gerekiyor. Halen stklar düşüncelerini söylemekten korkuyor ve bu darbeci zihniyetin istediği şeydir. Darbecinin üç ayağı var. Yasal dayanak olması, bu halen askeri iç tüzükte mevcut, kadroların olması buna karşı olanlar sürekli ordudan tasfiye edildi, korku onun için sivil düşünür asker kadar cesur değilse o zaman darbe kaçınılmazdır.”

Tarık Ziya Ekinci (Eski TİP milletvekili); “12 Mart’a nasıl geldik, bence 27 Mayıs’ın devamıdır. 27 Mayıs, anayasanın ordunun hakimiyetini sağlama aldı ve bazı özgürlüklerde sağladı. MGK bunun en önemli özelliğidir. Bazı özgürlükler ve haklar tanınmış olsa da bu solun örgütlenmesini sağladı ve bir yere kadardı. Soğuk savaş yıllarıdır. Nato’nun içinde bulunanlar ABD’nin politikaları çerçevesinde hareket etmek zorundaydı ve solun ilerlemesine müsaade edilmiyordu.

Sol bu dönemde şöyle düşünüyordu: “Ordunun içinde sola yakın subaylar ayırtılarak bir darbe sağlanarak ülke ilerletilebilirdi” bu düşünce sola hakimdi. Bu dönem Türkiye, ABD’nin direktifleri çerçevesinde dönüyordu. Tip‘in demokratik hakları istemesi, iktidar partisi için kabul edilemezdi. Faruk Gürler, Muhsin Batur sol gruplarla darbe yapacaklardı. Sonra Genel Kurmay Başkanı bunu öğreniyor ve onları yanına alarak 12 Mart darbesini gerçekleştirdi.

Sol bunun sol bir darbe olduğunu söyleyerek 14 Mart’a bu darbeyi desteklediklerine dair bir bildiri yayınladılar. 26 Nisan’da 11 ilde sıkıyönetim ilan edildi ve sol gruplar toplanıp cezaevlerine kapatıldılar.”

Prof. Dr. Mümtaz Soysal; “Bu olayların içinden geçenler için darbelerle yüzleşiyoruz. Fakat 12 Mart karşımızda değil. En doğru yüzleşme aynaya bakarak kendimizle yüzleşiyoruz. Onun için karşımızda olmadığı için ancak kendimizle yüzleşiyoruz. Çılgın bir tarih yaşamış toplumun bireyleriyiz. Çılgınlık sonrası kurulmuş bir tarihin sonrası oluşmuş bir devlet vardır. Bu insanlar nasıl bir araya geliyorlar. Asker kadar cesur olmak, cesur olarak nitelenenlerle nasıl yüzleşeceğiz. Aslında tarihi görevlerini yerine getiriyorlar. Beni yeni anayasa yapılmasına karşıyım. Böyle bir iktidarın yasa yapması cumhuriyet ideolojisiyle bağdaşmayacak, onun için bu anlayışın yasası tartışmalı olacaktır.”
Nevzat Tarhan bunun üzerine “Cephede askeri cesarete ihtiyaç var, kışlada değil, kışladaki cesaret diktatörlüğün ortaya çıkması demektir. “
Av. Turgut Kazan; “ 12 Mart ve Eylül ABD’nin solu ezme planıydı. 9 Mart 12 Mart’ı hazırlamanın bir planıydı, sol bu oyuna getirildi ve asla 9 mart olmayacaktı. Solda İşçi Partisi hariç tüm solcular kurtuluşu silahın ucunda görüyorlardı.”
Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu; “Bütün darbeler ulus inşa etrafında döner, Osmanlı’nın son dönemi ve cumhuriyet modern ulus yaratma çabasında olmuştur. Müslüman ahaliden modern bir ulus oluşturulurken de modern ve Türk olmayanlardan yine

Türkleştirilerek ulus devlet oluşturmanın ara duraklarıdır. Milleti adam etme çalışmasıdır.

Bu ülke, insanlarının taleplerini göz önünde bulundurmasa bölünür. Bu bölünmeyi bu talepleri kabul etmeyen, dilini ve inanıcını yaşamayanlar değil karşı çıkanlardır yapmaktadır.”

Abdurrahman Dilipak; “ 12 Mart’a mahkum oldum. CHP üzerinden solu anlamaya çalıştım anlamadım. Sonra sivil sol ile tanıştım.
12 Eylül’de aranırken askere gittim. Orada bulamazlar diye gittim ve görmediler.

Müslümanların militanlaşmasını istiyorlardı. Biz hak yol islam sloganlar atarken diğer taraftan bizi tasfiye de etmiyorlardı. Sünni çocuklar İHL gidip imam, alevi çocuklar halkevlerine gönderilip öğretmenler oluyordu. Böylece imam ve öğretmen karşı karşıya getirilerek sistem bir oyun oynuyordu. Darbeciler bizim gözyaşlarımız üzerinde bir iktidar devşiriyorlardı.”




Haber Ara