Toplum içinde bir söz vardır. Bir yolunu bulup, işi katekuleye getirip bildiğini yapmak anlamında daha çok kullanılıyor. Bu “alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete” sözüdür. Bugünlerde Türkiye’nin gündemini meşgul eden en önemli olay olan “Kürt sorununun özgürlükler çerçevesinde çözmek” diye laflar gırla gidiyor. Gırla gidiyor diyorum çünkü somut hiçbir ciddi eylem ortalıkta görünmüyor. Sanki Kürt açılımı dedikleri şeyde Kürt Mehmet’in şu ya da bu şekilde kandırılıp nöbete gönderilmesi gibi geliyor. Türkiye’de sorunlar “mış” gibi yapılarak çözülüyor diye önümüze sunulduğunu ancak yapılan şey ortalığı velveleye vererek, ortalıktaki toz dumanın altında bırakıldığını, zaman durağanlaştığında, çözüldüğü söylenen şeyin daha grif bir hale getirildiğini görüyoruz.
Bu sorunun kendisinden önce, sorunu çözeceğini söyleyenlerin şimdiye kadar gerçekleştirmiş olduğu söz ve eylemlerini göz atmak gerekir. Bu mesele Türk iktidar ve bürokrasisi için mayınlı arazide altın aramak gibidir. Altın bulayım diye her an elinde tutmaya çalıştığı şey elinde patlayabilir. Onun için bu meseleye yaklaşanların söylemlerindeki med cezir olayını yaşamaları doğal olarak görünmeye çalışılır. Yani halkın nabzına göre şerbet ya da konjonktür neyi emir buyurursa onu yapmak. Bazen bunların amacı üzüm mü yemek yoksa bağcıyı mı dövmektir? Belli etmiyor. Vaka bu olunca insanların bu sorunun çözüleceğine inanası pek gelmiyor. (Keşke meseleyi cesurca ele alsalar ve yıllarca göz ardı ettikleri ve üzerinden çoğu kimsenin rant sağladığı bu mesele gerçekçi bir şekilde çözülebilse.)
Bu bağlamda meseleyi iktidar partisi çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Çünkü meselenin muhatabı o görünmektedir. ( Her ne kadar Kürtleri temsil ettiğini söyleyen DTP’yi Erdoğan T:C Başbakanı olarak görüşmeyi kabul etmese de.) İç ve dış konjonktür bunun çözümünden yana görünmektedir. Avrupa Birliği, Özgürlükler tüm bunlar meselenin biran önce çözülmesinden yana. Peki iktidar ne yapıyor ona bakalım.
Bu iktidar bu meseleyi çözer mi? Başta sorulması gereken soru bu olmalıdır. Başbakanın genel söylemine bakıldığında çok zor görünüyor. Evet bir zamanlar bu bir “kürt sorunudur” demiştir. İnsanların yüreğine su serpiştirmiş ve bir güven duygusu bırakmıştır. Ama başbakanın duygusallığı ve metne bağlı olmayan konuşmalarında ipin ucunu çabuk kaçıranlardan olduğunu da unutmamak gerek. Bu durum Hakkari’de konuşma da kendini göstermiştir. Başbakan yaptığı konuşmada “ya sev ya terk et” manasına gelecek milliyetçi hatta MHP’nin sloganı olan bu sözleri çağrıştıran sözler söylemekten de geri kalmadı. Başbakanın bu ulusalcı söylemlere çeşitli zamanlar (Özellikle Kürt bölgesinde çatışmalar yükseldikçe ve ölüm haberleri geldikçe) sıkça başvurduğu görülmekteydi. Bu nedenle partinin MKYK üyesi Ayşe Böhürler tarafında eleştirilmiş ve kendisi bu eleştiriyi kabullenememişti. Tabi başbakanın böyle bir yönü de var, bu da başka yazının konusu olsun.
Başbakan duygusal belki tipik bir Anadolu delikanlısı karakterini çizmektedir. Gücünü halktan aldığını sürekli ifade etmesine rağmen, son dönemde söylem eylem arasında ciddi tezatlar oluşturmaktadır. Seçkincileri eleştirirken kendilerinin seçkinci davrandığının farkında değildir. Halkla konuşmalar yapması çok güzelde, kimsenin kendisine “ölüm var ya Tayyip” demesine müsaade etmemektedir. Belki danışmanları onu halktan uzaklaştırmaktadır ve o bunu fark etmemektedir. Başbakanın belediye başkanlığı döneminde halkla olan diyalogunu bugün görmek mümkün değildir. Bu durum Erdoğan’ın buyurgan ve tepeden konuşmalar yapmasına neden olmaktadır.
Doğru başbakan değişti ciddi bir değişimde geçirdiği söylemlerinde ve eylemlerinde de okuyabiliyoruz. Halkın sorunlarına bu değişen zihinsel perspektif belirlemektedir. Kürt açılımı da bunlardan biridir. Olaylara yaklaşırken geçmişte seçkinlerin kendilerine yaklaşımlarını unutmuş durumdadır ki bu gün aynı yaklaşımı kendileri sergilemektedirler. Üstüne bir de İslamcılığı döneminde kendinin de çoğu zaman güçlü medya silahşorlarının haber programlarında maruz kaldığı “söyle bakalım laik misiniz, Atatürkçü müsünüz?” “Eğer değilseniz muhatap alınamazsınız” anlamına gelen cümleleri, bugün kendileri merkezi güç olduğunda DTP’ye karşı kullanmaktan geri kalmıyor. Şöyle diyor başbakan “Pkk’ye terörist deyin yoksa sizi hiçbir şekilde muhatap kabul etmem”. Bu duruş Kürt meselesini nasıl algılar ve bu tavrın zihninin arka planı nasıl okunabilir.
Başbakan İslamcı kimliği ile ulusalcı kimliği arasında gidip gelmektedir. Onun için çelişkiler yaşamaktadır. İslamcı tarafı ümmetin birliği ve üstünlüğün takvada olduğunda arar. Onun için tüm kardeşler kendi dil ve örflerini yaşar. Ulasalcı kimliği ise, tek ulus tek dil der. Bu ikisi arasında gidip gelmektedir. Onun için “kervanı yola koyalım, tepkileri ölçelim ona göre yolda dizeriz,” diye düşünüyordur herhalde. Böyle bir düşüncenin arka planı Kürt açılımını ne kadar dikkate değer kılabilir. Dün grup toplantısında yapmış olduğu ve birçok vekilin ağlamasına sebep olan konuşmanın ana eksenini terörden şu veya bu şekilde zarar görenlere vurgu yapması ise, terörden kaynaklı bir Kürt sorununa açılımı görünmektedir.
Bu düşünce mantığı, meselenin ciddiyetine ve algılama biçimine ne kadar sığ yaklaşıldığının göstergesidir. Bu düşünce biçimi T.C ulus devletinin zihin dünyasını da yansıtmaktadır. İnkarcı politikaların dışarıdan gelen baskılarla ortalığı velveleye vererek bir şey yapılacak”mış” gibi hareket ederek “Kürt Mehmet’in nöbete” gönderilip gönderilmeyeceğini ise oturup bekleyerek göreceğiz.