Anayasayı, çete hukukundan yargı çetesine, dönüştürmeyelim
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-07-14 10:06:21
Türkiye Cumhuriyeti her ne kadar bir hukuk devleti olarak nitelendirilirse de hiçbir zaman bu payeye ulaşamamıştır. Bunun nedeni kendisini dayandırdığı bir geçmiş hukukunun olmayışından kaynaklanmaktadır. Çünkü kendini Osmanlı devletinin devamı olarak görmemiş ve kuruluşuyla birlikte bir hukuk oluşturma çalışmaları da, kıblesine Avrupa devletleri oturtmuştur. Medeni hukuk ve borçlar hukukunu İsviçre’den, ceza hukukunu İtalya’dan, ticaret hukukunu Almanya’dan almıştır. Bunlar direk tercüme edilerek halka dayatılmaya çalışıldığında kan uyuşmazlığı ortaya çıkmıştır. Böylece köksüz bir yargıyla karşı karşıya gelme serüvenimizde başlamıştır.
Bugünkü hukukun ana dinamiklerini bu hukuk oluşturuyor görünse de, mevcut yasaların zihinsel kodlarını oluşturan temel unsur ise İstiklal Mahkemeleridir. “Önce idam et, bilahare yargıla” mantığıyla hareket eden bu oluşum, mevcut yargılama sisteminin bakış açısını ortaya koymaktadır. Yargı istiklal mahkemelerinden kendisine miras kalan sistemi koruma refleksi nedeniyle, kendisinin yapmış olduğu putlarını yemekte bir mahzur görmemektedir. İstiklal mahkemelerin mantığı çerçevesinde hareket edildiğinde bunda bir sorunda görünmemektedir. Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın almış olduğu bazı kararlar bunu açıkça ortaya koymaktadır.
İstiklal mahkemeleri modern anlamda mahkeme denemezdi. Bir çeşit çetecilikten gelme anlayışla, “ya bana tabisin ya da yoksun” anlayışının bir tezahürü olarak ortaya çıkmıştı. Buradaki hukuk bir çete hukukuydu. Çeteden adil olmasını bekleyemezsiniz. Zaten bir adaletten bahsedildiğinde, çetenin olmaması gerekirdi. Durum böyle olunca da çete, çetenin bekası için ne gerekiyorsa öyle hükmü fermanda bulunuyordu.
Bu çete hukuku bugünkü Türkiye’nin temel hukuk nosyonunu ortaya koymaktadır. Değişen şartlarda başı
değişiklikler söz konusu olmuşsa da çoğu yargıç bu hukukun dışına çıkıldığını gördüğünde bu sefer hukuk çeteciliğine soyunduğunu görmekteyiz.
Bütün bunlara rağmen ortaya bir yasa da koymak gerekiyordu. Osmanlı yasası,eylemlerini düze çıkaramıyordu. O zaman yeni yasalarla bunu ortaya koymak gerekiyordu. Böylece Fransız ihtilalinden sonra hazırlanan çete hukuku ve bundan etkilenen diğer Avrupadevletlerin yasalarının tercüme edilmesi ve istiklal mahkemeleri anlayışı çerçevesinde iki yenianayasa daha hazırlanmış olsa da toplumun temel değerleriyle örtüşememiş ve iki yasa dazorbalıkla halka kabul ettirilmiştir. Halkın hangi yasaları istediği hiç sorulmamış ve tepedentoplumun dönüştürülmesi gerektiği vurgusu ve korku cumhuriyetiyle halk sindirilmiştir.
Sürekli özgürlüklerin önü tıkanmış, seçkinci zümrenin çıkarları korunmaya çalışılmıştır.Böylece istenilen sonuca varmak onlar için kolay olmuştur. Fakat temsili sistem ve güçlerayrılığı ilkesi kimi zaman kararlarını tartışmaya açmışsa da bunun üstesinden çabukça gelmişlerdir. “şeriatın kestiği parmak acımaz” ilkesinin arkasına sığınarak, saltanatlarını sürdürmüşlerdir.
Bu anlayış üzerine kurulu bir yasa ve yargıçlardan ne beklenebilir. Çete hukuku oligarşik bir seçkinci zümre oluşturdu. Bunlar sırma lojmanlarda birbirlerinin yüzüne bakarak ve toplumdan soyutlanarak yaşamaya başladılar. Değişen şartlar bazılarını değiştirse de genel
anlamda bir çete mantığıyla hareket edilmektedir. Neyin doğru olup neyin olmadığından çok neyin çıkarlarını koruyup korumadığı üzerinden hareket edilmektedir.
Yargı, yasama ve yürütme birbirinden ayrı olmalarına rağmen, yargı düne kadar yasamayı ve yürütmeyi kuşatmış durumdaydı. Ama bunu örtbas etmek içinde yasama ve yürütmenin yargıyı baskı altına altığı çığırtkanlığı yapılmaktaydı. Yargı, Yarsav örgütlemesi mantığıyla hareket eden bir kuruma dönüşmüştü.
Ergenekon Terör Örgütünün avukatlığına soyunmuş veya üye yargı mensuplarıyla dolup taşmıştı. Erzincan cumhuriyet başsavcının tutuklamasında yargının bir kurum mu yoksa bir çete mi olduğu sorusunu sorma gerekliliğini ortaya koymuştu. Eğer bu örgütlü asimetrik
psikolojik bir harekata dönüşmüşse bunda başarılı oldukları söylenebilirdi. Çünkü bu yaklaşım toplumu geriyor, terörize ediyor ve güven bulanımına sürüklüyor.
Halk zaten “önce idam et, sonra yargıla” anlayışını unutmamış, beleklerde tazeliğini koruyorken, korku üzerinde inşa edilmiş bir hukuk devletine ne kadar güven duyabilir?. Bu nedenle yargı güven vermeyen ve aldatan bir kurum olarak beleklerde yerini almıştır.
Mahkeme kapıları insanların korkulu kabuslar olarak görünmektedir. Halk, yargının son aldığı kararlara baktığında kişiye ve kuruma göre bir bukalemun gibi renk değiştirdiğini gördükçe nasıl bir yargı terörüyle karşı karşıya kaldığını büyük bir şaşkınlıkla izlemektedir. O zaman bir yargı reformu düşünülüyorsa önce çetelerin önünün kapatılması gerekmektedir. İstiklal mahkemeleri zihniyetine format atılarak yeni yüklemeler yapıldığında, hak ve adalet mefhumları merkeze alınmalıdır. Yoksa senin çeten kötü benim ki iyi zihniyetiyle hiçbir yere varılmaz. İnsan unsurunun duygu ve isteklerinin girdiği her yasa taraflı bir yasa olacağı muhakkaktır. Beraberinde hep zülüm ve çeteleşmeyi getirmiştir. Bu nasıl aşılır, şimdilik bırakalım bunu da yeni anayasayı düzenleyecekler düşünsün.
Haber Ara