Birilerin sürüklemesine bağımlı olmak
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-08-25 01:28:50
Yapılan çalışmalar, ince hesaplar yapılarak gündemlerimize sokulmaya çalışılmıştır. Bizim düşünmeyi durdurduğumuz ve akıl yürütmeleri nasslar çerçevesinde sürdürmeyi bir kenara bıraktığımız, sürekli kulaklarımıza fısıldanmıştır. Bu fısıltılar kendi inandığımız değerlerimizin temel kaynaklarının unutulduğu ve tali kaynaklarla idare etmeye başladığımızı göstermektedir. Bu uzak duruş, fısıltıların yükselmesine ve bunların zamanla bizi peşlerinde sürüklediğine şahit olduk.
Tarih içinde kendi öz kaynaklarına dönüşü vurgulayan insanlarımız çıkmışsa dahi, ya sesleri cılız olmuştur, ya da resmi tarih içinde bu hareketleri boğmuşsuzdur. Böylece onlardan bize sirayet edecek olan sahih bir düşünceden eser geriye bırakılmamıştır. Böyle olunca da fasid bir anlayış, fasid bir algılayışı da beraberinde getirmiştir. Konuşulması gerekenler yaşanması gerekenler değil, olmayacaklar üzerinde hayali konuşmalar şeklinde yürümüştür.
Adam olamayacağımıza karar vererek, bizi adam edecek olanlara ihtiyaç duymaya başlamış. Adam olmayanların gündemi ve konuşulacak olanları belirleme yetkisi de olmayacak tabii. Onun için bizi adam edecek olanlara, gündemi belirleme hakkı vermişsiz. Böyle olunca bırakın gündem oluşturmak, gündemin hızına ulaşamaz durumuna düştük.
Bazen bizim olan meselelerimiz var. Biz yıllarca bunun için uğraşmış, çaba sarf etmiş ve bir sonuç olma noktasına geldiğimizde, o meselenin elimizden alınıp başka yerlere sürüklendiğini görüyoruz. Fakat beni asıl üzen şeyin bu durumdan endişe duymuyor oluşumuz ve şaşırmamızdır. Bu sorun nereden nereye getirildiği ve nasıl bir cepheleşme yarattığını görüyoruz. Bu seferde adamlığımız olmadığından müdahale yetkileri elimizde alınmış gibi bakakalıyoruz.
Onun için dün yaptıkları gibi, sınırlarımızı dün çizdikleri gibi, bizim evimizden, tarlamızdan, özgürlüğümüzden alıp, tarlalarında, evlerinde köleleştirdikleri gibi, bu günde kendi ayaklarımız üzerinde durmamızı engelleyecek suni gündemlerin peşinde koşuşturmaktadırlar bizi. Olaylara bakılırsa bizim şu an yaptığımız şey onların bu belirleyici olma, durumlarına ses çıkarmayışımızdır. Onların peşinden sürüklenmek ve “size bir fasık haber getirdiğinde”ki durumu unutmaktan başka bir şey yaptığımızda yoktur.
Böylece kendi gündemlerimizi belirleyemediğimiz ve bir ümmet bilinci taşımadığımız müddetçe bu kuşatmanın dışına kendimizi atamadığımız gibi, bu durumu kuşanmakta da bir beis görmüyoruz. Bu zamanla bir bağımlılık yaratmış durumda, bağımlılık uzun bir süreden beri olduğundan onu başımızdan atıp kurtulmak bizim için zor görünüyor.
Adam olmayı başkasının elinde terbiye edilmeye havale edildiğinden, kendi ayaklarımızı görmemiz mümkün değildir. Bir sürü şeyi aramızda tartışırken son sözü sürekli bağımlı olduğumuz yere bırakmaktayız. Yeryüzü dergisinde çıkmış bir hikâyeyi buraya aktarmak, içinde bulunduğumuz durumu iyi açıklayacaktır.
Eski zamanlarda, insanlar kendi memleketlerini, çoluk çocuk hepsini alarak, ırgatlık yapacakları başka şehirlere gider üç ay çalışıp, sonbahara doğru tekrar memleketlerine dönerlermiş. Yine böyle bir yılda adetleri olduğu üzere gitmiş, çalışmış ve sonbahara doğru geri dönmüşler. Tabi kalabalıklarmış yani yaklaşık yüz kişilermiş. Araba olmadığından bu yolculuklar beş on gün sürermiş. Geri dönüş yolculuğunun bir gününde yolları üç eşkıya tarafından kesildiğini görmüşler. Eşkıyalar ellerinde şu eski doldurmalı tüfekler, onlardan bütün paralarını istemişler. Yakarmışlar para etmemiş, fakat korkularından direnişte göstermemişler, oysa direnseler ancak üç kişi vurabilirlerdi. Tekrar tüfeklerini doldurana kadar iş işten geçmiş olurdu. Fakat onlar zihinlerde eşkıyaya yükledikler tanım yüksekti, çünkü eşkıyadan bir şey kurtarmak mümkün değildir, telkini ruhlarına işlenmişti. Böylece bir yıllık ekmek paralarını eşkıyaya kaptırmışlar.
Üç eşkıya aralarında bu parayı oracıkta paylaşmışlar. Her birine yüzer lira düşmüş. Fakat insanlar “kışın ne yapacaklarını, çocukların açlıktan öleceğini söyleyerek” yalvarmaya devam etmişler. Bu üç eşkıyanın en yaşlısı dayanamayarak, yüz liranın yirmi lirasını onlara dağıtmaya başlamış. Bu insanlar çok sevinmiş ve başlamışlar onlara dua etmeye; “Allah sizin gibi eşkıyaları başımızdan eksik etmesin, Allah size zeval vermesin” demeye.
Eşkıyalar neyimiz var, neyimiz yok hepsini ellimizden almışlar. Ne konuşmamız gerektiğini onlar belirlemekte. Düşüncelerimizi ve bakış açılarımız onların ipoteği altında ve bizi bağımlı hale getirmişler. Bizim yaptığımız ise; onlara dua etmek. Onlara yaranmaya çalışmak.
Yağmurdan kaçalım derken doluya yakalanmak. Birinden birini tercihe zorlanmak demek birilerin sürüklenmesine bağımlı olmaktan başka bir şey değildir.
Haber Ara