Dolar

35,1981

Euro

36,7471

Altın

2.968,65

Bist

9.724,50

Biz el verdikçe, elleri kesilen hep biz

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-03-11 11:46:45

Biz el verdikçe, elleri kesilen hep biz
Yeni ülke, yeni rejim ve hizaya getirilmesi gereken devasa bir toplu/m/luk.

Önce gâvurun geri püskürtülmesine duyulan inanç çerçevesinde bütün varlığıyla öne çıkan bu toplum, sonra “adamlığı olmayan” bir “çapulcu” ve “oyunbozan” olarak görüldü.

Bu “oyunbozanların” “adam” edilmesi için ağır yaslar çıkarıldı. Darağaçları kuruldu. Harman edildiler.

İnandıkları değerler küçümsendi, küçük görüldüler ama onlar inançlarından, değerlerinden asla vazgeçmediler.

Bu baskının çok uzun süreli olması, birçoğunda travma meydana getirdi. Ya darağacı ya da iki kimlikli davranmaktı. İçerde başka, dışarıda başka görünecekti. İkincisi tercih edildi.

Böylece iki farklı kimlikle ortalıkta dolanan bir toplum inşa edildi, Korku Cumhuriyeti sayesinde. Bütün bunlara rağmen yine de dönüştüremedi bu “çapulcuları” Korku Cumhuriyeti.

Toplum, ne zaman hafif bir rahatlama görse, su gibi hemen kendi mecrasına dönüp oradan akmayı denedi. Bunun engellenmesi için on yılda bir set oluşturuldu. Ama sonuç değişmedi.

Tüm o toplum mühendisliklerine rağmen istedikleri “ilerlemeci/pozitivist” anlayışlarını toplumda neşvünema bulmadı.

İşin tuhaf olan yanı ise topluma dayatmada bulunan ve aşağılayan zevat karşısında toplumun gösterdiği direnç kendinden zannettiği zevat karşısında hemencecik tükenip etekler suya iniyordu.

Onun için devrim kanunları karşısında kendilerini korumaya alarak (özellikle evlerde konuşulan ve okunan konuların farklılığı) bir tepki/muhalefet geliştirirken, diğer tarafta kendilerinden görünen ve birkaç ufak ve görselliği ön planda olan açılımlar karşısında hemen çözülüveriyordu.

Tabi iki kimlikli vatandaş olma durumu artık okulla birlikte baskıcı rejimle karşılaşan çocukların kimliğinde zaman geçtikçe iyice yer aldı.

Buna bir örnek vermek gerekirse;

Diyarbakırlı bir vatandaş Ankara’dan uçakla Diyarbakır’a uçmaktadır. Yanında resmi giyimli bir bey oturmaktadır. Uçak kalktıktan ve selamlaşma faslından sonra resmi kıyafetli bey Diyarbakırlıya sorar;

—Diyarbakır’da hayat nasıl devlet size baskı yapıyor mu?

Diyarbakırlı resmi kıyafetliye bakar ve söylemeye başlar;

—Valla beyim, biz çok rahatız, devletimiz her türlü imkânı bize sunmuştur. Hiçbir baskı söz konusu değildir. Biz işimize, çocuklar okullarına gidiyorlar. Anlayacağın Diyarbakır’da her şey çok güzel gidiyor, der.

Diyarbakırlı vatandaş, yanındakine döner ve sorar; hayrola siz Diyarbakır’a neden gidiyorsunuz? Resmi kıyafetli bey cevap verir;
—Ben avukatım, Diyarbakır’da ayırımcılık yapıldığını ve insan hakları noktasında devletin ciddi yanlışlarının olduğunu biliyor ve bunu araştırmak için gidiyorum deyince, Diyarbakırlı vatandaş;

—Beyim bize çok ciddi baskılar yapılmakta, işsizlik diz boyu, köyler boşaltılmış, keyfi gözaltılar almış başını gitmiş… demeye başlamış, avukat bu konuşmaya şaşırıyor.

-Bir dakika ne oluyoruz, biraz önce tam tersini söylüyordun, ne oldu da işin rengi böyle değişti. Diyarbakırlı vatandaş cevap verir;
—O benim resmi görüşüm.

Bu çok gerçekçi bir anlatım, ikiyüzlü vatandaşlar olduk. İki gömlekli ya da gar dolaplarımız gideceğimiz yere göre giyebileceğimiz gömleklerle dolu.

Son yıllarla birlikte biz kendimizi iktidarda gördük. Ceberut devlet karşısında muhalif kimliğimizi kaybettik. Yani resmi görüşlerimiz, aslı görüşümüz örtüp, onu bize unutturdu.

28 şubat post modern darbesinde Müslümanların gördüğü baskı ve okullardaki ikna odalarının Müslümanlarda oluşturduğu travma öyle kolay atlatılacak bir durum değildi.

Genç kızlarımızın yaşadığı bu travmalar sonrasında yaşamlarında ciddi sorunlar oluşmasına neden oldu. bundan dolayı bizi bazı konularda rahatlatan iktidarların gölgesinde kendimizi rahatlıkla kaybedebiliyoruz. Sorunların bittiğini düşünüyoruz.
Oysa bu durumlar halen aşılmış değil. Birçok noktada tüm zorbalığıyla devam ediyor.

İstanbul’un göbeğinde Fatih Ahmet Rasim Lisesi’nde bir genç kızımız başını örttü diye öğretmen tarafından nezaketi aşan bir tavırla sınıftan çıkarılıyor. Müdür odasına götürülüyor. Orada önce ikna çalışmaları, sonrasında ise tehditler peşi sıra gelebiliyor.
Ne adına, kim adına? kurucu ideolojinin devamı adına. Halkını “gerici” gören zihniyet adına. Toplum mühendisliğine uymadığı için ya da çarkın dışına çıkma çabaları kabul edilemez gördüğü için.

Bunların hiçbirinin yaslarda karşılığı olmayan davranışlar. Kızımız MazlumDer’e başvuruyor. Okul müdürü arandığında verdiği cevap “ben de başörtüden yanayım. Ben sadece çok başarılı bir öğrenci olduğu için geleceğini karartmasın diye uyardım” diyor.
Peki, bunu nasıl okumak gerekiyor. İkna odaları aslında tam gaz devam ediyor. Bunlar basına yansımadığı için haberimiz olmuyor.
Biz el veriyoruz, ilk elleri kesilen biz oluyoruz. Biz seslerine ses verdik, ilk sesi kesilen yine biz olduk. Bizden dedikçe, kamburu büyüyen hep biz olduk. Çünkü bizden diye teşne olduğumuz her iktidarın günahı bize yükleniyor, hani haksızda sayılmazlar.
Peki, neden oluyor tüm bunlar. Bunda kendimize suç/ders çıkarmadığımız müddetçe daha çok sesi, eli kesilen ve kamburu büyüyen biz olacağız.

Haber Ara