Cemaatin II. İttihat ve Terakki olmasına izin verilmedi
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-02-27 09:46:56
Cemaat büyüdü, sınırlarını genişletti, rakip olarak gördüklerini bertaraf etti. Haksız bir derin devlet örgütlemesinin üzerine basınıyla korkusuzca gitti. Planlı bir çalışma yürüttü, Abant Platformlarıyla, diyalog söylemleriyle istenen seviyeye geldi.
Okullarıyla, Bankasıyla, emniyetteki gücüyle kendince haklı bir yere geldiğini düşündü. Güç insanın gözlerini köreltir, büyüdükçe daha fazlasını ister. Kendi söylemi dışında söylem istemez. Bunu gerçekleştirdi. Cemaat dışındaki İslami piyasadan dahi ses çıkmaz oldu. farklı düşünenler ise gitmesi gereken yere gönderildi.
Yani herkese hadi bildirildi.
Bunun üzerine haklı olarak, Ekrem Duman’lı zaman gazetesinde “cemaat”ı “camia” olarak okumamız gerektiğini söyledi. Bu aslında cemaatı o kadar da küçük görmeyin, o sınırları olabildiğince genişlemiş ve iktidara talip bir menfaat çevresinin olduğunu söylemiş oldu.
Öteden beri cemaatin tavrı, hükümet üstü olduğu ve iktidardan daha güçlü olduğu yönündeydi. Özellikle emniyet istihbarat ve yargıda güçlü olduğu basında hep söylenegelindi.
28 Şubat süresinde emniyetin elinden ağır silahların alınmasının altında belki cemaatin bu gücünün görülmesinden korkulduğundandı.
Ergenekon, Balyoz, Odatv gibi davaların yürütülmesinde cemaatin etkin olduğu bilinen gerçeklerdi. Evet, bu örgütlenmelerin hemen hepsinde ittihat ve terakki zihniyetinin” en iyi ben yönetirim” anlayışının hukuksuz bir yapılanmaya gidişinin artık durdurulmasıydı. Faili meçhuller, haksız kazançlar, seçilmişlerin hiçbir zaman muktedir olmalarına müsaade edilmedi.
Ülkenin demokratikleşmesi açısından çoğu insan, ittihat ve terakki bakiyesi grupların üstüne gidip, bu tür örgütlenmelerin bitirilmesi gerektiğine inanıyordu. Bunun ise hukuk çerçevesinde yürütülmesi gerekiyordu. Bunların üzerine gidildikçe, demokratikleşmenin önünün açılacağını ve hukuksuz bir işleme hiçbir zaman müsaade edilmeyeceği fikrinin yaygınlık kazanması olarak algılanıyordu.
Özellikle bu olayların, gazeteci ve emniyet personelinin yargılanmaları yazdıkları kitapların cemaati kötülemeleri çerçevesinde olunca, ister istemez hukuka olan güvende azalmış oldu.
Ne, ne kadar gerçek, ne kadar kumpas soruları sorulmaya başlandı.
Öteden beri hukukta bir çeteleşme olduğunu herkes biliyordu ve bu çeteleşme hukuku yok sayıyordu. Bu hukuksuzluk istiklal mahkemeleriyle zirve yapmıştı. Bu mahkemeler sürekli ad değiştirerek günümüze kadar geldiler.
Bunun önünü almak için yasalar çıkarıldı. Bu yasalarla yargı içindeki çeteleşmeler giderilmeye çalışılırken, bu son olay çeteleşmenin önüne geçilmediğini ortaya koydu.
Tüm bunlar cumhuriyetin kuruluşundan beri içinde olan ve kendi kafalarına göre devleti idare eden derin devlet diye tabir edilen ittihat ve terakki zihniyetinin bertaraf edilmesiydi. Bunu ortadan kaldırırken, hukuku ortaya koymanız gerekir ki, boşluk doldurulsun.
Bir yönüyle bu zihniyetin yargılanması çok doğru bir süreçti. Hiç kimse bir ülkede ayrıcalıklı vatandaş olamazdı. Herkes eşit olmak zorundaydı. Herkes eşit seviyede bu ülkenin vatandaşıdır. Kimse devleti koruma adına birilerini yok etmemeli ve çıkar sağlamamalıdır.
Tek parti döneminde müessesesini tamamlayan ittihat ve terakki zihniyeti el mi değiştiriyor endişeleri ortalığı kaplamaya başladı. Birinden kurtulalım derken başımıza daha büyük bir taş mı düşecek diye insanlar endişelenmeye başladı. Ne yazık ki cemaat bu endişelere ciddi bir cevap veremedi.
II. ittihat ve terakki anlayışı cemaatle böyle sürece girmeye veya yol bulmaya çalıştı. Mit üzerinden açık bir iktidar kavgası başlattı. Statükocuları yok ederken yeni bir statükocu olma yolunda hızla ilerleme sağladılar. Öyle bir sıçrama gerçekleştirdiler ki, bu ya tam iktidar ya da intihardı. Ama görünen o ki, yanlış kayaya tosladılar.
Başbakan ikinci bir İttihat ve Terakki’nin oluşmasına müsaade etmedi. Seçilmişlerin atanmışlara kurban etmedi. Ya da halkı bitirdiği ittihat ve terakki zihniyetine kurban etmediği gibi yeni bir ittihat ve terakki zihniyetin oluşumunu tamamlamasına da pabuç bırakmadı.
Cemaat bundan sonra belki birkaç defa daha iktidar paylaşımı için yollar deneyebilir. Ama şunu da açıkça öğrenmiş oldu. Artık halka dayanmayan bir iktidar, iktidar olamayacağı gibi, gizli iktidarlara da zemin açılmayacaktı.
Başbakanın bu ülkeye yapacağı en büyük iyilik, bir kurumun birilerin tekeline bırakılmaması gerçeğidir. Aksi takdirde Mit üzerinden seçilmiş başbakana kimse meydan okuyamazdı.
Bu kavga da bence cemaat gücünü görmüş ve uzun bir süre daha mızraklarını saklayacaktır. Başbakan’ın karizması karşısında cemaat çok fazla şansa sahip değildir. Daha önce M. Esat Coşan Hoca’nın Erbakan karşısında aldığı bir tavırda çok ciddi mürit kaybına uğramıştı. Mutlaka cemaat bunu iyi okuyordur.
Velhasıl sonucu Taraf gazetesinde Yıldaray Oğur’un da ifade ettiği gibi kapatalım; “Gerektiğinde oylarımızla değiştiremeyeceğimiz hiçbir güç iktidara ortak olmamalıdır. Asker, polis, savcı, MİT siyasi otoritenin kararlarını soruşturma konusu yapmak için değil uygulamak için var. Bu ülkede kolluk güçleri, bürokrasi ister demokrat olsun ister Kemalist her zaman bu iktidar sarhoşluğuna kapıldı ve bu basit ilkeyi unuttu. Hükümetin siyasi riskini aldığı PKK görüşmelerini sırf yanlış bulduğu için gayrı meşru ilan etmek bu klasik bakışın sonucu. Hükümetin siyasetin kırmızı çizgilerini aşan savcıları, polisleri görevden alması da doğru”
Haber Ara