Dil, insanın varlık alanında kendini ifadelendirmesidir. Dil insanın var oluşunun kanıtıdır. İnsan kendisine öğretilen dil ile varlık alanına çıkmıştır. Dil hayatı okumaya ilk adımdır. Dili kıstığınızda insanın ilk adımını atmasına da engel olmuşsunuz demektir. Dili olmayanın varlık alanında olması beklenemez. Kendini ifade edemeyenin toplum nezdinde varlığı ve yokluğu bir olarak görülür. Dilini yok ederek, yasaklayarak onu varlık alanında silmiş olursunuz. Âdem (s) dil ile secde edilmeyi hak etmiştir. Sahip olduğu dil onu eşrefi mahlûkat kılmıştır.
Modern zamanların insanlara dayattığı uluslaşma ile birlikte, kendini üst görme ve diğerini ötekileşme hastalığına tutuldu insanlık. Zihni bir körelme, onu fabrikasyon mekanizmasının işleyiş biçimli düşünce üretmesine neden oldu. Böylece hakim ulus kendini merkeze olarak diğerleri üzerinde bir hakimiyet ve kültür hegemonyası oluşturdu. “Diğeri diye bir şey yoktur” anlayışı geliştirilirken, aynı şekilde bu “diğeri” bizdendi, fakat nedense bir türlü bizden olamıyordu, onun için sahip olduğu dil yasaklanarak geçmiş ile olan bağlar kopartılıyordu. Bunu sağlayamadıkları içinde “diğeri” hep baskı ve kontrol altında tutuldu ya da tutulmaya çalışıldı.
Bu durum doğal olarak çekilmez bir hal aldı. Çocuklar gittikleri eğitim kurumlarında yeni edindikleri dil ile bir taraftan aile ile bağları zayıflatılıyordu, diğer tarafta ise yeni öğrendiği dil ile bölgesini dışına çıkıp konuştuğunda alay konusu oluyordu. Bu ikilem ve kimseye yaranamama durumu, bu insanlar üzerinden bir travma oluşturuyordu. Bazısında ise sömürgecilikte olduğu gibi, kendi toplumunun yerli oryantalisti olarak buluyordu kendini. Hakim kültüre kendini kabul ettirmek için verdiği uğraş, onu giderek kendi kültüründen ve dilinden uzaklaştırıyor. Sistemde arzuladığı şeye böylece kavuşmuş oluyordu.
İletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte dünya küçücük bir köye dönüştü. Dünyanın herhangi bir ucunda meydana gelen olay birkaç saniye sonra diğer ucunda hemen duyulur oldu. Onun içinde kimsenin kimseden bir şey saklayacağı kalmadı. Türkiye’deki Kürtlerde yıllardır görünmezlikleri, böylece görünür kılmış oldular. Bu görünen etnik yapının da diğer tüm kabileler gibi kendilerine ait bir dil ve kültürleri vardı. Bunun kullanılması ise artık göz ardı edilebilecek ve saklanacak bir şey olmadığı aşikâr bir şekilde ortaya çıkmış oldu.
Bugünlerde gündem teşkil eden “iki dil” meselesini bu bağlamda ele almak lazımdır. Yıllarca Türkiye’de yaşayan Kürtler, “Dağlı Türk” olarak kabul edildi. Kargaların güldüğü “karda yürürken çıkardıkları kart kurt sesinden dolayı onlara Kürt denmiştir” gülünçlüğüne sığınanların varlığı küçümsenmeyecek kadar vardır. Üniversiteyi kazanan gençler okullarına başladığı ilk haftasında anfilere toplatılarak bu teraneler satılırdı. Bu konferansın çıkışında ise gülmüştük ve büyük ihtimalle bu teraneleri satanlara gülmeye devam edilmektedir. Bu son birkaç yıldır bu gülünç durumların bırakıldığını duyuyoruz, bütün üniversitelerde mi? Onu da tam bilmiyoruz.
Kürt olmayınca haliyle de Kürtçe diye bir dilin de olması mümkün değildi. Ama şartlar değişti. Küreselleşen dünya ve internet ile birlikte her şey birbirine yakınlaştı, hatta iç içe geçti. Bazı şeyleri gizlemek artık mümkün olmadı. (Wikileaks ile birlikte dünya patronluğuna oynayan Amerika kendi sırlarını dahi saklayamaz oldu.) Bir tarafta kendi içinde olan bir halkı yok sayacaksın diğer tarafta ise dünyanın dört bir tarafına yayılan vatandaşının kültürel ve insanı haklarını korumaya çalışacaksın, bu mümkün değildi. Bu çelişki gelip gelip sistemin yüzüne çarpıyordu.
Bir tarafta Kürtlerin kültürel hakları adına savaşım veren örgüt, diğer tarafta ise devletin derin mihraklarının beslendiği bu savaşımda kimin kimin tarafında olduğu belli olmayan bir süreç, sistemi bugün tartıştığımız noktaya getirmiş bulunmaktadır. İki dil tartışmalarının başlamasıyla devletin solcu, ulusalcı ve muhafazakâr zümresi hep bir ağızdan “tek”çi kesildiler. Başta başbakan olmak üzere, Cumhurbaşkanı, İçişleri bakanı ve diğer zevat ağız birliği etmişçesine; “Tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek dil.” Böylece Kürtler bu söylemle birlikte varla yok arasında gibi bir şey oluyorlar. Varlardı çünkü devlet bir yasası olmasa da onlar adına bir kanal tahsis etmiş, ve bu televizyon kanalı yirmi dört saat onların diliyle yayın yapıyor, yoklar çünkü “tek”çi zihniyet dillerini günlük hayatlarının dışında kullanmalarına müsaade etmemektedir.
Dil yukarda belirttiğimiz gibi kendini varlık alanına taşımaktır. Bu da ancak bu dilin eğitim dili olmasıyla mümkündür. Kürtler kendi dillerinde eğitime izin verilmediği müddetçe varlık alanı oluşturamazlar. Dilleri olmayan insanlardan dinlerinin olması da mümkün değildir. Çünkü din, dil üzerinden yürütülür ve dil üzerinden insanlara ulaşır. Sistem Kürtleri resmi olarak böyle bir ilişkiye geçmesini istemiyor. Gayri resmi medreseler üzerinden yıllardır bu yürütülse de yeterli değildir. Bu yetersizlikten dolayı folk İslam diyeceğimiz bir kültür islamıyla halk baş başa bırakılmıştır. Bu durum sistemin işine geldiği için bu süreci sürdürmek istiyorlar.
Türkiye’deki Müslümanlara gelince; onlar yıllarca ümmet algısı çerçevesinde Osmanlı zihniyetinin uluslaşmış anlayışı çerçevesinde bu olaya yaklaştılar. Sistem nasıl olsa Müslümanlara zülüm ediyordu. Kürtler ve diğer etnik unsurlarında bu zulümden pay almaları normaldı. Oysa müslümanlar geldiğinde her şey değişecekti. Dün iktidarda olmayanlarda bunu söylüyordu. Bugün ise merkeziyetçi sistemin korunması için tek dilden başka çare olmadığını savunuyorlar. Müslümanların bu konuda geleceğe dair bir tasavvurlarının olmadığını bu iki dil tartışmalarında gördük, görmeye devam edeceğiz. Güç sürekli zeytinyağı gibi sahibini su üstünde tutuyor. Bir şey yapmak istemediğiniz zaman bahaneler çok. Peki, ben dilimi yazılı olarak kullanamayacaksam, nasıl çocuklarıma öğreteceğim. Anneme bir meseleyi nasıl anlatacağım. Okumalarımı başka bir dilde yapacağım. Kelimelerimi Türkçeden damıtacağım, sonra gidip köylüme öğrendiklerimi Kürtçeye, kavramlarını öğrenemediğimden dolayı yarı Türkçe yarı Kürtçe anlatmaya çalışacağım, bu mümkün mü? değil.
Allah (c):“Biz her elçiyi, mutlaka kendi halkının diliyle [vahyedilmiş bir mesajla] gönderdik ki, [hakkı] onlara açık (ve dolaysız) bir biçimde ulaştırabilsin; artık bundan sonra Allah [sapmayı] dileyeni sapıklık içinde bırakır, [doğru yolu tutmayı] dileyeni de doğru yola yöneltir, çünkü doğru hüküm ve hikmetle edip-eyleyen en yüce iktidar sahibi O'dur.” (14 İbrahim/4) buyuruyor. Onun için Türk, Arap, Fars Müslümanlar için dinlerini anlamak için dilleri ne kadar önemliyse, Kürt Müslümanlarda kendi soydaşlarına gitmek için o kadar o dillerini öğrenmeleri, o konuda eser vermeleri, eğitim almaları ve okumaları normaldır. Çünkü her halkın dildeki algılaması farklıdır, kelimeye yüklediği anlam ve resim, kendisinin içinde geldiği kültürle alakalıdır. İnsanın doğumuyla başlar dil ile ilişkisi ve dil bir zihin inşa eder. İnşa ettiği o zihnin karşılığı resimleri çizer ve hayatı bunun üzerinden algılar.
İki dilli olmak bu toplumu böler paranoyası Müslümanların gündeminde olmamalıdır. Müslümanlar bunu Allah’ın bir ayeti ve birbirleriyle bir tanışma vesilesi olarak kabul ederler. Bu durum Müslümanları fakirleştirmez bilakis onları zenginleştiren bir durumdur. Bu zenginlik ırkçı ve ulusalcı zihniyeti korkuttur. Çünkü bu korku imparatorluğu yalanı üzerinde hakimiyetlerini inşa etmişler ve yıkılmasını istemiyorlar.
Müslümanların üzerine düşen görev Kürt kardeşlerinin yanında yer alıp biran önce Kürtçe’nin de Türkçe’nin yanında Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde bir eğitim dili olarak kabul edilmesi için sisteme baskı yapmalarıdır. Böylece her sabah okullarında okuttukları amentüleri olan “andımız” belasından bizim çocuklarımızın da kurtulmalarını sağlamış olacaklar. Kürtçe’nin sadece bir eğitim dili değil aynı şekilde hastanesinden, yargısına kadar Kürt kardeşlerimizin kendilerini her yerde kendi dilleriyle kendilerini ifadelendirmeleridir. Birileri bu isteklerimizin aynısını istiyor diye Müslümanlar olarak bizim bundan vazgeçmemiz ve bundan kaçınmamız beklenmemelidir.
Şu unutulmamalıdır. Tüm insanların yaratıcısı Allah (c ) olduğu gibi tüm dillerin yaratıcısı da odur. Bütün bunlar o’nun ayetlerindendir. Dilin inkarı Allah’ın (c) ayetlerinin inkarı anlamına gelecektir.