Eğitim, Dershane ve Cemaat
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-12-05 09:46:38
Bülent Arınç ve sonrasında Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın son açıklamaları eğitimi kurtarmaya yönelik olmamasına rağmen dershanecileri ve dahi cemaati öfkesinden vazgeçirmiş değil.
Türkiye’de gerçek anlamda bir eğitim sisteminden bahsetmek mümkün değil. Bizim üzerinde konuştuğumuz şey tüm yönleriyle bir “öğretim sistemi” olmasına rağmen dershanecilerin öfkesinin bu kadar yüksek olmasını anlamak mümkün görünmüyor. Çünkü hükümet dershanecilere birçok imkan sunmuş durumdadır.
Oysa modern ulus devlet, sorgulayıcı insanı değil, itaat eden insanı sever. Paradigmasını da doğal olarak bunun üzerine kurmuştur. Dershaneler ise devletin gerçekleştirmeye çalıştığı programa yardımcı olduğu iddiasındadır.
Zaten Millî Eğitimin genel amacı bütün bireyleri; “Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek” şeklindedir.
Peki, bu amaç çerçevesinde eğitimden geçirilen insanlardan ne yarar sağlanabilir. Ya da “fikri hür, vicdani hür” nesiller çıkabilir mi? Hayır, buna inanmadığından olacak zorunlu eğitim-öğretimi önce sekiz, sonra bunu az görerek on iki yıla çıkarmanın temel nedeni bu değil mi? Genel amacı gerçekleştirmek için uzun bir zamana ihtiyaç duymaktadır.
28 Şubat darbesinden sonra yedi yaşı çok geç bulup üç yaş sloganıyla ortalığı velveleye veren vakıf ve dernekler bu amaçlarına ulaşmadılar mı? Ulaştılar. İşin ilginç yanı buna önce muhafazakârların balıklama atlamasıdır. Hiçbir uyarıda bulunmamalarıdır.
Ak Parti eğitim konusunda sınıfta kaldı denebilir. Dört tane bakan değiştirdi. Her biri sazın bir tarafında tuttu, fakat akordu olmayınca da sağlıklı bir tınıyı yakalayamadılar. Modern eğitim- öğretim sistemi kalıp sunduğu için kalıbın dışına çıkanın kurt kapacağı korkusu bu çarkın içinde verilmiş olduğundan, bu çarkın dişlileri içinde kendini kurtarabilenler ise hiçbir zaman kabul görmediler.
Öğretim sistemi, tamamen sınava endekslenince de eğitim tamamen ikinci plana itilmiş ya da ortadan kaldırılmıştır. Sınava kadar sana verilen bilgileri hatırla sınavdan sonra ise unut, öğrencilerin ifadesiyle “bu bilgiler bize sınav için gerekli sınavdan sonra hiç hatırlamak dahi istemiyorum” isyanının sebebi de bu olsa gerekir.
O halde eğitim-öğretim dediğimiz şey modern ulus devlet için bireyi ülkeye iyi bir tebaa haline getirmektir denebilir.
Dershane.
Dershaneler sınav sistemi içinde görevlerini ifa etmede daha başarılı görünmesi ya da gösterilmesinin sebebi, sınav soru tekniğinin okul sistemiyle değil dershane sistemiyle örtüşmesinden kaynaklanmasındandır.
Sınavlarda çıkan soruların hazırlayıcıları da devlet değil zaten, dışarıdan yani dershanelerden aldıkları soru banklarını bir araya toplayarak bunların içinden soru seçilip sorulduğu için dershane öğrencilerinin çok fazla mantıkta yürütmeden hocalarının kendilerine öğrettiği çoktan seçmeli cevaplardan birini en kestirme yoldan işaretlemeleri yeterli görünmektedir.
Evet dershaneler kapatılmalıdır. Eğer yukarıdaki amaçları gerçekleştirmeyi hala hedeflerinin başında gösteriliyorsa bence okullarda kapatılmalıdır. Bir on yıllığına bu çark durdurulmalı ve insanlar başlarını iki ellinin arasına alarak sağlıklı bir şekilde düşünebilmelidir. Eğer düşünebilecek saf bir zihin bırakılmışsa.
Amerika’da okulsuz toplum tartışmaları neredeyse yarım asra yaklaşmaktayken, bizim hala on iki yıllık zorunlu eğitimi dayatmamız, dershane ucubesi kadar ucube bir karar değil midir?
Son yıllarda dershane ve özel okul eğitiminde kalite düşüşleri yaşandı. Bunun sebebi eskiden devlet okullarında çalışan bazı iyi öğretmenlerin yüksek bedellerle dershane ve özel okullara transferleri söz konusuydu. Sonra şartlar değişti.
Devlet okullarına giremeyen öğretmen sayısında artış olunca da daha düşük maliyetli bu kişiler tercih edilmeye başlandı. Maaşlarda ciddi düşüşler olunca bu iyi öğretmenler tekrar devlet okullarına döndü. Sınavı kazanamayanlar ise dershane ve özel okullarda hafta da kırk saatin üzerinden çalıştırılmaya devam edilmektedir.
Dershanelerdeki öğretim kalitesi de düşmüş oldu. Ama bir algı yönetimi işliyordu. Öğrenciler dahi dershaneye gitmezse üniversiteyi kazanamayacağını düşünmeye başladı. Algı yönlendirmesi o kadar ileri gitti ki dershane=üniversiteye girmek olarak algılandı. Bu bilinçli bir şekilde işlendi ve aileleri psikolojik baskı altına aldı. Eğer çocuğunu dershaneye göndermezse sınavı kazanamaz ve çocuğunun geleceğiyle oynamamak için borç da para bulup dershaneye gönderen aile sayısı azımsamayacak sayıdadır.
Eğer ne kadar fırsat eşitliği yok ediliyor safsatası ileri sürülse bunun canı gönülden söylendiğine inanmak mümkün görünmüyor. Kürdistan’da sonradan öğrendiği bir dil ile sınava girip sürekli sınav sıralamasında sonucu olan illeri bir hatırlayalım. Bu mu fırsat eşitliği.
Cemaat.
Cemaat dershane üzerinden Ak Parti ile kıran kırana bir savaş yürütüyor. Cemaat ve Ak Parti arasındaki ipler Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu seçimlerinden sonra bozuldu. Üyelerin büyük bir yekununun cemaate yakın olması Ak Parti’nin Cemaate olan güvenini zedeledi.
Cemaat bir örgüt mantığıyla çalıştığına şahit oldu Sayın Erdoğan. Belli noktalara ellerine imkân verildiğinde kendi arkadaşları dışından kimseyi getirmediğini görünce, Sayın Erdoğan belli noktalarda görev vereceği insanlardan özellikler aramaya başladı. Cemaatcı, Ülkücü ve Kürtçü olmamasına dikkat ettim. Çünkü bu üç özelliği taşıyanlarda cemaat mantığıyla hareket ettiklerini gördü.
Bu durum Cemaat’in ökesini daha da artırdı. Yargı üzerinden, Emniyet Teşkilatı üzerinden Ak Parti’yi sıkıştırmaya başlaması hatta Gezi Olaylarında İktidarın görevden aldığı bazı müdürlerin orantısız güç kullanarak olayların büyümesinde parmağı olduğu iddialara söylenmeye başlanmıştı.
Başbakan Erdoğan ilk iktidar olduğu dönemden beri dershaneleri kapatacaklarını atadığı Milli Eğitim Bakanları üzerinden söylüyordu. Ama bakanların bir eğitim politikası geliştirememeleri ve yeni sınav sistemleriyle dershaneleri ilkokula kadar inmesini sağlamışlardı. Artık buna dur demenin zamanı gelmişti. Şimdi bunu gerçekleştiriyor.
Cemaat medyası ve Fetullah Gülen Hoca ağır ithamlarla Sayın Erdoğan’ın üzerine gitmeye başladılar. Televizyon ve Gazetelerinin ağırlıklı konusu buydu. Dershanelerin kapanmasını devlet refleksiyle açıklanabilecek yeni korkuları yaratarak bir yer edinmeye çalıştılar. İki yüzlü bir neslin yetişmesinde ciddi katkısı olan cemaatin çok kişilikli bir muhalefet sergilediğini gösterme çabası ise geçmişinin bilinmeyeceği kandırmacasını unuttuklarına bağlamak gerekir.
Bütün bunları rahmetli Alia İzzet Begoviç'in Tebaa ve İ'tizalciler (İtaat edenler ve karşı çıkanlar) tanımına bırakalım; “İnsanlar var ki güçlü iktidarlara hayrandırlar; disiplini ve ordularda görülen, amiri ve memuru belli olan düzeni severler. Yeni kurulan şehir semtleri, sıraları dosdoğru ve cepheleri hep aynı olan evleriyle onların zevklerine uygundur. Müzik bandoları, formaları, gösterileri, resmigeçitleri ve bunlar gibi hayatı “güzelleştiren” ve kolaylaştıran şeyleri beğenirler. Bilhassa her şey “kanuna uygun” olsun isterler. Bunlar tebaa zihniyetli insanlardır ve tabi olmayı; emniyeti, intizamı, teşkilatı, amirlerince methedilmeyi, onların gözüne girmeyi, severler. Onlar şefkatli, sakin, sadık ve hatta dürüst vatandaşlardır. Tebaa iktidarı, iktidar da tebaayı sever. Onlar beraberdir, bir bütünün parçaları gibi. Otorite yoksa bile tebaa onu icat eder.
Öbür tarafta mutsuz, lanetli ve daima gayrı memnun bir insan gurubu vardır. Bunlar hep yeni bir şey isterler; ekmek yerine daha ziyade hürriyetten, intizam ve barış yerine daha ziyade insanın şahsiyetinden bahsederler. Geçimlerini hükümdara borçlu olduklarını kabul etmeyip, bilakis, hükümdarı da kendilerinin beslediklerini iddia ederler. Bu daimi itizalciler umumiyetle iktidarı sevmezler, iktidar da, onları sevmez. Tebaa, insanlara, otoritelere, putlara; Hürriyetçiler ise tek bir Tanrı’ya taparlar. Putperestlik köleliğe ve boyun eğmeye nasıl engel teşkil etmiyorsa, hakiki din de hürriyete mani değildir.
Bu iki guruptan hangisine mensup olduğunuza siz karar verin.”
SON VİDEO HABER
Haber Ara