Dolar

35,1981

Euro

36,7471

Altın

2.968,65

Bist

9.724,50

Hangi zamanın kıyısındayız?

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-11-05 15:17:09

Hangi zamanın kıyısındayız?

 

Zaman dönüp kendini yeniden okumaktır. Yüksekçe bir yere çıkıp benliğin girdaplarına görüp, oralara sızmış ve gizlenmiş kimliksiz ve amaçsız arzuları görmektir. Bu arzulara esir olmamak ve benliğine sahip çıkmak için uğraş vermektir. Ayrıca temize çıkarmaktır tüm geçmişi ve yeni ve her seferinde yeni yeniden kurmaktır hayatı.

 

Zamanın içindeki küçük lahzalardır bizim ayaklarımızı kaydıran, damağımızı kurutan. Biz her defasında zihnimizi inşa ederken basamakları tek tek yürümediğimizden olacak, atladığımız basamaklar zihnimizde yer almamaktadır. Bu durum zihnimizde her basamağa karşılık gelen boşluklar bırakmaktadır. Bu nedenle arzularımız bu atlanılan basmaklara kendi “an”larını yerleştirmiştir. Zaman geçip giderken, biz bu ara basamaklara takılıp kalmakta ve tökezlenmekteyiz. 

Kimi zaman kimliklerimizi, kimi zaman şahsiyetimizi bir kenara bırakarak yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Benciliklerimizle inşa ettiğimiz benliğimiz, beleklerimizi kuşatıp durmuşken, almaya çalıştığımız her şey gidip beleğimize çarpıp geri dönmektedir. Onun için “balık hafızalıyız” diyoruz. Unutuyoruz. Unutmak istediklerimizi de unuttuğumuzdan, neyi unutmamamız gerektiğini hatırlamıyoruz.

Bilinçaltımızı yığınlarla doldurup durmaktayız. Sonra dönüp “nasıl oluyor da bunları unutabiliriz” diyoruz. Aslında unuttuğumuz yok, unutmak isteyişlerimiz var, o kadar.

Her şey zamana bırakılır mı? Yoksa dedikleri gibi zaman her şeyin ilacı mı? O zaman neyi tedavi ediyoruz zamanla? Meleksi yanlarımızı mı yoksa şeytansı yanlarımızı mı? Zamanın hangi kıyısında imanımız bekliyor bizi? Diğer taraftan peşinden mi koşuyoruz zamanın, yoksa peşimizden mi koşturuyoruz? Bu sorular zihnimizin bir tarafını kemirip durmaktadır.

Böylece zamanı zihnimizde tamda bir yere oturtmadan ömrümüz geçip gitmektedir. Zihnimizde bir yere oturtamadığımız “zaman”ı nasıl kullanmamız gerektiğini bilemiyoruz. Modern dönem insanı zamana yetişemediğinden şikayetçi; zamanı tekdüze yaşayarak. Hayata dair her şeyi çok kısa bir zaman dilimi içinde tüketip diğer insanlarla olan farklılığını ortadan kaldırmak istemektedir. Onun etrafında olanda olamayanda onun döngü alanı içine girdiğine inanıyor. Bu döngü alanı içinde olan ve kendisine görünen her şeyle bir şekilde hesaplaşmak istiyor. Hesaplaşacağını zannettiği şeylerle de baş edememektedir, şikâyeti ondandır.           

Zamanı durağan kılmak, tanrılaşma arzusunda olup, "iki günü ziyandadır" anlayışını yıkma düşünü duyanlardır. Bu nedenle iki farklı medeniyetin değişime bakışları birbiriyle örtüşmemektedir. Batı anlayışında cennet, aynileşmek ve zamanı durağanlaştırmak ve köleleştirmek iken, bu anlayışın tam karşıtını İslam savunmaktadır.

Bir toplumun mutlak anlamda kendini değiştirmesi, bir adım öteye gitme, zihinsel performans yükselterek, aşkınlık noktasını yakalamasıdır. Bunu anlamak ve ayrıştırmak ciddi bir düşün gerektirdiği için "tezkiyeden" habersizlerin bunu anlaması zordur. Onun için yönlendirmeler çerçevesinde yürütülmeye ve yaşatılmaya çalışılan hayatlarla karşılaşmak bizi şaşırtmamaktadır. Çünkü uğraş alanlarının çok dışında, kendiside bir uğraş alanı olduğunun dahi farkında değildir.

 Makineleşmeyle birlikte süresi giderek artan boş zamanları, bu insanlar, zengin bir toplumun kendilerine sunduğu tüketim malları gibi, bol bol kullandılar. Ötekilerin görülmediği ya da gösterilmediği, kitle iletişim araçları vasıtasıyla hazırlanıp sunulan özel yaşam dünyalarına çekildiler. Böylece evcileştirilmiş ve öğretilmiş davranışların kazandırıldığı, bunun dışında başka bir davranışın beklenmediği hayvanlara dönüştürülmüş bir toplum yaratılmaya çalışıl/dı/maktadır.

Bunlar küçücük dünyalarının sınırlarını aşan karmaşık pek çok sosyopolitik problemi yaşamlarının dışında tutmaya çalışmakta, bunları yok/ var saymaktadırlar. Uyum sağlamak veya kendi özel dünyasındaki yaşamına çekilmek şeklinde tezahür eden yaşam stilleri, tüm endüstri toplumlarının içerisine ya "özgürce" ya da "totaliter" yollardan nüfuz etmektedir.

Bunlar duruma bağlı olan değerlendirme biçimleridir. Bu değerlendirme Ortadoğu ülkelerinin insanlarının üzerine politik yollardan empoze edilirken, "özgür dünya" olarak adlandırılan ülkelerde yaşayan insanlara, sosyal yollardan bu tür bir değerlendirmeyle yönlendirilmektedirler. Mamafih yaratılan etkiler birbirine pek benzerler. Sadece önemli bir fark vardır. Totaliter rejimlerle yönetilen insanlar hangi kuvvetlerin kendilerini bu şekilde biçimlenmeye zorladığını ve eğer bu zorlama dayanılmaz hale gelirse hangi kuvvetlere karşı mücadele verileceğini, hangi güçlere karşı savaşılacağını batı'nın özgür toplumlarında yaşayanlardan daha iyi bilirler.

Özgür olduğunu düşündüğümüz kendi dünyamızda, bizler, özgürlüğümüzü sınırlandıran güçlerle nerede ve nasıl savaşacağımızı bilememekteyiz. Hatta bu kuvvetlerin ne olduğunu anlamakta da güçlük çekmekteyiz, üstü kapalı bir biçimde "sistem" deyip geçmekteyiz.

Batı zihniyetinin tüm zamanları içine alacak şekilde yaratmaya çalıştığı insan tipi, sabah kalktığında, kahvaltı yaparken okuduğu gazete, ya da akşam seyrettiği televizyon onun hayata bakışını değiştirmeden, bütün toplumun olaylara aynı bakmasıdır.

Onun için zamana and olsun, farklılık ve farkındalık, yaratıcıyla olan ilişki biçimini netleştirmektedir. Bu değişimi ve gelişimi kapsamaktadır.
 Yeni bir adım, yeni bir yaşamın başlangıcıdır. Bu bizi korkutmamalıdır. Aksine öğretinin istediği ve öncü olmanın, düşün zirvesine istenen içselliğin dalgalaması değil midir? Buyurun bu zirveye bir sancakta siz taşıyın…  

Haber Ara