Dolar

35,1981

Euro

36,7471

Altın

2.968,65

Bist

9.724,50

Hem Şeyh hem de Şah olmak

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-12-12 16:54:41

Hem Şeyh hem de Şah olmak
Yukarıdaki başlığı tırnak içine almam gerekiyordu. Yazıya tırnak işareti içinde bir başlığın uygun olmadığını düşünerek vazgeçtim. Başlıkta kullandığım söz bana ait değil, öyleyse başlığın hikâyesini de anlatmadan geçmemek gerekiyor.

İlköğretimini hizmetin okulunda almış olan bir dostumun oğlu- kendisi şuan lise son sınıfta üniversiteye hazırlanıyor- dershaneler üzerinde babasıyla sohbet ederken; “Baba Hocaefendi hem şeyh hem de şah olmak istiyor” demiş.

Kendisi cemaatin dershanelerine gidiyor ve abievleriyle bağlantısının sürdürdüğünden isminin zikredilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum. Olaylara eleştirel bakışını ve olgunluğunu da bildiğimden tespitinin beni çarptığını belirtmeden geçemeyeceğim.
Bunu nedenine gelince; 28 Şubat döneminde Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü’nde yüksek lisans yaparken tez konusu olarak “Nur Hareketinde Geleneksellik, Modernite ve Radikalizmin(ya da köktendinciliğin) Sosyopolitik Analizi” başlıklı bir tez almıştım.
Birçok Nurcu cemaat ve grup vardı. Sınıflandırmayı içinde bulundukları duruma ve çalışmalarına bağlı olarak yapmış ve radikal olarak görülen iki yapının lideri ile de yüz yüze görüşmüştüm. Tezimden bahsetmiş ve Postmodern darbenin gölgesinde böyle bir tez hazırlamamın onlara zarar verip vermeyeceğini sormuştum.

Hazırlanacak tezde onları anlatacak ve analizlerde bulunacaktım. Hocalardan birinin bana söylediği şey hem beni motive etmiş hem de şaşırtmıştı. “Kardeşim sistem bizi istedikleri şekilde fişliyor, bu yetmezmiş gibi derslerden aynı kitapları okuduğumuz, anlayacağın aynı kaynaktan beslendiğimizi söylediğimiz kardeşlerimiz tarafından bu fişlemeler en ayrıntısına kadar yapılıyor. Sen objektif ol bizim için yeterli” demişti.

Gerekli araştırmalarımı, okuma ve ziyaretlerim sonrasında Nurcu yapıları gruplandırırken hiçbirinde zorlanmadım. Tezdeki başlıkların her birinin altına birini yerleştirdim. Sıra Fetullah Gülen Hoca’nın başında bulunduğu yapıya gelince durdum. O güne kadar gazete ve dergilere verdiği röportajları okudum. Birçok arkadaşla ve tez danışmanımla bu konuyu tartıştım. Sonuç olarak tezimde “Postmodern Tarikatçılık Fetullahçılık” başlığı altında bu konuyu işlememin daha doğru olacağını düşünmüştüm.
Daha sonra bazı nedenlerden dolayı bu tezi bitirememiştim.

Genç kardeşimin babasına söylediği “Hocaefendi hem şeyh hem de şah olmak istiyor” sözünü doğrulatacak eylemler ağı mevcut olduğunu cemaat ve Ak parti arasındaki tartışmalar gün yüzüne çıkardı. Bu cemaat üzerinde çalışan ya da okuma yapan kişilerin cemaat ilişkilerindeki bağın şeyh-mürit ilişkisinden farklı olmadığını görecektir. Fakat bu klasik bir şeyh-mürit ilişkilerinden çok ötedir ve organik bir bağla örgütlü bir hale gelmiştir. Bu örgütlü kural bütünlüğü içinde hareket etmeyenlerin dışlandığı görülecektir.

Gülen Hareketi’nin uzun süredir üzerinde çalıştığı bir “paralel devlet” çalışmasının olduğu söylentisi ayyuka çıkmıştı da buna muhafazakâr kesim sessiz kalmayı tercih etmişti. Her ne kadar Türklerde paralel devlet anlayışı mümkün değildir düşüncesinde olan kesimler varsa da bu pek gerçekçi değildir.

Anadolu’daki kongreler ve bu kongrelerde alınan kararlar paralel devleti en iyi açıklayan argümanlardır.

Gülen Hareketi; eğitim, güvenlik, sağlık ve ekonomi gibi bir devlette olmazsa olmazların hepsine sahip olmak için ince bir strateji izledi. Bunda da başarılı oldu.

Kim ne derse desin, dershanecilik ve özel okullarla eğitimin belirleyicisi oldu. Emniyet içindeki çalışmalarıyla özellikle emniyet istihbaratın bel kemiğini oluşturdu. Yargıda da HSYK neredeyse kendi yandaşlarından oluşmuş durumdadır. (Bunun için Demokrat Yargı’nın açıklamalarına bakmak yeterlidir sanırım.) Asya Finansla Bankacılığı ve kendilerine yakın iş adamlar derneğiyle de ekonomide isteneni elde etmiş durumdadır. Özel hastaneler ile de sağlıkta yerini almış durumdadır. Dış politikada Amerika’nın desteğiyle Rusya ve İran hariç neredeyse okul açmadıkları ülke kalmadı.

Şimdi tüm bunlardan hareketle kim diyebilir paralel bir devlet oluşmadığını? Evet, Gülen Hoca sözü dinlenen ve bağlılık noktasında bir şeyhten daha fazla bir şeydir. Türkiye’de yürütülen birçok dava hükümete rağmen gerçekleşmiş olduğuna göre paralel bir devlettem neden konuşulmasın. Hükümetin rahatsızlığına rağmen KCK, şike, bazı gazetecilerin tutuklanması, Hanefi Avcı, Gezi olayındaki Polisin tutumu gibi birçok konu hükümete rağmen gerçekleşen davalar ve olaylardır.

Cemaat ordu içinde istenen yere gelemedi. Ak Parti iktidarın gücünü de arkasına alarak ordu içinde tasfiye sürecini yürüttü. Emir komuta zinciri göz önünde bulundurmadan uzun yargılamalara gidildi. Cemaat ordu içinde yükselecek arkadaşların önünü de açmış oldu. Mustafa Balbay’ın bireysel başvuru sonucu Anayasa Mahkemesi üyeleri bile en son kararıyla buna isyan etti.
Cemaat sınır tanımıyordu. Kendilerine engel olacak herkesi her şeyi ya tasfiye edeceklerdi ya da suçlayarak devre dışı bırakacaklardı. Sayın Erdoğan artık emniyete ve emniyet istihbarata da güvenmiyordu. Paralel devlet iyi işliyordu. Bunu uzun süredir görüyordu ama devlet içinde birçok devlet olduğu için bir kısmının bir kısmını tasfiye etmesine göz yumuyordu.
Cemaat büyük bir kısmını tasfiye ettikten sonra MİT Müsteşarını ve onun üzerinden Başbakan Erdoğan’ı tasfiyesi söz konusu olunca da Başbakan bu işe el attı. Önce bir yasayla müsteşarını koruma altına aldı.

Peki, cemaat ne istiyordu? Şeyhlikle şahlığı birlikte yürütmek istiyordu. Artık paralel devlet olmaktan yorulmuşlardı. Devlet olmak istiyorlardı. Onun için devlet alanına girdiler. Emniyeti aldılar, Başbakan’ın evine ve ofisine böcek yerleştirdiler. Kase olaylarıyla mahremiyei yele bir ettiler. Yazarlar Vakfı bile yaptığı açıklamada buna dikkat çekti. Bak! size ait kesetler meydanı doldurabilir dercesine.

Cemaatin, İsrail ve Amerika ile iş tutmaları Başkanı rahatsız ediyordu. İsrail düğmeye basıyordu, cemaat Fidan’ı gözden çıkarıyordu.

İsrail düğmeye basıyordu. Ve Mavi Marmara Gemisinde Müslümanlar şehit ediliyordu. “İsrail otoritelerinden izin alınması gerekliliğine” vurgu yapılıyordu. Filistinli çocukların kolu kırılıyordu. İsrail çocuklarına ağlanıyordu.

23 Kasım Zaman Gazetesinde yayınlanan Hocaefendinin yazısında (aslında bu yazı çok eskidir yeniden tedavüle sokuldu) şunları yazıyordu; “Böyle (kibirli) bir hasta her zaman kendini olağanüstü görmenin yanında çok defa, başkalarını, hususiyle de meslek, meşrep, yol-yöntem açısından kendine/kendilerine rakip saydığı kimseleri küçük görür ve gösterir; onlara karşı sürekli fâikiyet hezeyanları yaşar; başkalarına ait fazilet ve meziyetleri duymaya asla tahammül edemez; edemez ve duydukça öfkeden çatlayacak hâle gelir.”

ve hız alınmamış olacak ki suçlamalar devam ediyordu; “Mümin sarsılabilir ama devrilmez, meseleye öyle bakmak lazım. Eğer Firavun aleyhinizde ise, Karun aleyhinizde ise isabetli bir yolda yürüyorsunuz demektir.” İslami kavramlar havada uçuşmaya başlamıştı. Birde Hudeybiye Sulhu var ki akla ziyandır.

Evet iktidar hırsı insanı kör eder, kibre düşürür. Otoriterleştirir. Sayın Erdoğan için kullanıyorsunuz hadi eyvallah diyelim.
Peki, kendilerine hiç mi bakmıyorlar. Müslüman kızlar başörtü eylemlerini baltalamak için sarf edilen sözler unutuldu mu sanıyorlar. Tüm o sözler Gayretullah’a dokunmuyordu da Şahlığın önü tıkılmaya başlanınca mı doyunuyor.
Sayın Erdoğan’a karşı dile getirilen bunca öfke ve kinin ardında Şeyhlikten Şahlığa giden yolda, Sayın Erdoğan’ın hayırlı bir iş yaparak yola bir taş atıp sendelemelerini sağlamış olmasıdır. Böylece bizim de gözümüz açılmış oldu.

Haber Ara