Hukukun keyfiliğinde felaketin inşası
12 Yıl Önce Güncellendi
2014-01-03 17:17:10
Cemaat- Ak Parti savaşına yasa kurban verilmemelidir. Olağanüstü hallerin yasasından faydalanarak iktidara yönelik yapılan operasyonlardan dolayı pireye zarar vermek için bırakın yorgan yakmayı, bütün binayı ateşe vermek üzere harekete geçilmiş durumdadır.
Ak Parti ve Erdoğan’a yönelik yapılan operasyon nasıl kabul edilmez ise kendini garantiye alma ve şeffaflıktan uzak yönetmelik ve yasalarda kabul edilemez.
Günlük işleri yürütme adına çıkarılan tüm yasa ve yönetmenlikler gün gelir çıkaranın boynuna ip olarak dolanacağından hareket edilmesi gerekir. Böylece şimdiye kadar göz yumulan çetelerin ülke içinde gücüne güç katma hevesleri bundan böyle boğazlarında kalacak şekilde yapılsın.
Meseleye bir de hukukun keyfiliğinden bakıldığında geleceğimizin nasıl karartılacağına görebiliriz.
Türkiye 17 Aralık 2013 tarihinden beri olağanüstü haller yaşıyor. Bu durumun önüne geçmek içinde olağandışı kararlar alınıyor veya uygulamalardaki olağandışının önü alınmaya çalışılıyor. Bu iki durumda hukuk üstünlüğünün konuşulduğu ülkelerde gerçekleşmez.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana hukuk hep olağanüstü durumların gerçekleştiği zamanların gölgesinde inşa edildiğinden adaletten uzak ve çete çıkarı gözetilerek uygulandığından adaletli olduğundan söz edemiyoruz.
Bir ülke sürekli olağandışı ilişkilerle yönetilirse burada şeffaflık ve denetlenebilirlikten bahsedemeyiz. Ne yazık ki ülkemizde tüm yasalar Hıyanet-i Vataniye yasası şeklinde düzenlenmekte ve tüm mahkemelerde bu yasaları uygulayan istiklal Mahkemeleri gibi çalışmaktadır.
Hukuksuzluk bu ülkenin temelini oluşturduğundan gelen hükümetlerde kendi iktidarlarını garantiye alacak yasalar peşinde koşmuşlardır. Hukuk, adaletin garanti altına alınması için oluşturulmamıştır. Yasalar, rakibi diskalifiye etmek için yapılmış birer silah olarak düşünülmüş ve gerektiğinde rakip bu silahla devre dışı bırakılmaktadır.
İstiklal Mahkemeleri’ni hatırlayın, kuruluş amacı muhaliflerini ortadan kaldırmak. Kanıyı yeterli görüp eğer kanı yoksa gerektiğinde kanıyı kendisinin oluşturduğu ve hiçbir kanıta ihtiyaç duymadan muhaliflerini yok ediyordu.
İstiklal Mahkemeleri’nin adı zaman zaman değişti. Kimi zaman Devlet Güvenlik Mahkemeleri oldu, kimi zaman da Özel Yetkili Mahkemeler oldu ama işlevleri hiçbir zaman değişmedi. Aynı işlevini sürekli sürdürdü. Günümüzde de sürdürmekte bir mahsur görmüyor.
Siyasilerin yasaları değiştirme hakları varken bunu gerçekleştirmemeleri, mızrağın ucu kendilerine döndüğünde ise figan etmelerinin hakkı olmadığını düşünüyorum. Türkiye’de halka rağmen ihdas edilmiş birçok kurumsal yapı mevcuttur. Her siyasi parti iktidara gelmeden bundan şikâyet eder, sonra bu kurumlara kendi adamlarını yerleştirdikten sonra bunlara dair bir iyileştirmede bulunmazlar.
Temel bir kural var sürekli unutulan. Bir gün “hukuk herkes için lazım olacak” ilkesinden hareket edilmediği müddetçe ve tüm kurum ve kuruluşlar halka hesap verebilecek düzene sokulmadıkça, denetlenebilirlik ilkesi yok edildikçe, şeffaflık en karanlık köşelere hapsedildikçe ve hukuk belli yapı ve cemaatlerin ellerine teslim edildikçe bağırmanın bir anlamı olmayacaktır.
Bugün yaşanan tartışmalar bu hukuksuzluğun üzerinden yürütülmektedir. Ak Parti Terörle Mücadele Yasası çıkardığında sesi çıkmayanların bugün bağırma hakları olmamalıdır. Bugün o yasa merkeze alınarak operasyonlar sürdürülmektedir.
Anayasa’da yapılan değişiklikle HSYK daha önce yaşanan problemlerin aşılması için sayısında fazlalığa gidildi. O dönemde iktidara yakın medyada dar çevreli bir çetenin elinde olduğu söyleniyordu. Peki, ne oldu? O dönem medyanın dilini kullanırsak “çete” yer mi değiştirdi? Sistemi günü kurtarma pozisyonu üzerinde kurarsan, günü geldiğinde yarattığın bu devasa canavar seni yutacağının hesabını olağanüstü durumların zihni üzerinde inşa ederken ya da kendini merkeze alma hesapları üzerinde bir hukuk inşasına gidersen olacak duruma da âmin demek zorunda bırakılırsın.
Hukuk devleti; hukukun üstünlüğü, erkler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, yürütme erkinin yani hükümetin yargısal, siyasal ve sivil denetim konularına, ayrımcılık yasağı, Anayasal eşitlik prensibi, siyasal sorumluluğa, kamu yönetimindeki şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkelerinden hareket etmez ve tüm bunları ayaklar altına alan yasalar bütünlüğünden ne beklenebilir?
Yargıyı, hukuku ayaklar altına alacak şekilde dizayn edilmiş bir zihinden kurtaramamışken, yeni bir garabete imza atıyoruz adli kolluk yönetmenliğinde değişikliğe giderek. Peki, ne olacak? Bu sefer de bunlar ayağına dolandığı zaman ne yapılacak?
Canını sevdiğim keyfi demokrasi, iktidarın canı nasıl istiyorsa o tarafa doğru savrulup durmaktadır. Eğer keyfiliğin önünü almak istiyorsanız katılım ve şeffaflığı merkeze alarak “herkes için hukuk” anlayışından hareket ederse bundan sonraki hesapları olanların önünü alabilecektir.
Yoksa her şey eski tas, eski hamam olmaya devam edecektir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara