Dolar

35,1981

Euro

36,7471

Altın

2.968,65

Bist

9.724,50

İnsan’ın tartışılma arzusu

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-01-09 16:16:04

İnsan’ın tartışılma arzusu
Zamanın ruhlara galebe çalan tutumu ve bu tutum karşısında insanların ortaya koyduğu tepki oldukça özneldir. Zaman karşısında, tutum belirleme konusunda insanoğlu fakirdir, fakir olduğu kadar da sığdır.

Zamanı tahakküm altına alma üzerinde, tarih boyunca her ne kadar çaba içinde bulunmuşsa, bir türlü bunun sonunu getirememiştir. İnsanoğlu sınırlı alanlara hâkim olabilirlik düşüncesini bütün bir çağa yayma hevesini diri tutmanın yolarını aramıştır, bu çalışmanın sonucuna ulaşamamıştır.

Fakat, buna ermenin kendisini kutsallaştıracağına inanarak, o dereceye varmak ve bu çerçevede istenilen amaca ulaşma noktası onu meşgul etmiştir. Ona ulaşamamak, sürekli kendisiyle birlikte bir eksiklik olarak kabul etmiştir.

Onun için sınırlı alanlarla yetinmek kendisine yetmemiştir. Sınırlı alanları hepsini aşmak onun temel vazgeçilmezi olmuşsa da, ancak o, sınırlı alanlar içinde hükümdarlığını emru fermanlığını kabul ettirebilir ve kendinin kutsallığını ilan eder olmanın ötesine ulaşamamıştır.

Alan genişledikçe hükümranlık daralma göstermek mecburiyetinde kalır. Unutkanlık bir özellik olarak kendisinde bulunduğundan dolayı, olayları kavrama ve tahlil etme noktasında zamanın kendisine dayatmasından ötürü olaylara vukufiyeti değişkenlik arz etmektedir.

Bundan hareketle düne dair olan akıl yürütmeler, bugüne gelince, yine kendisinin oluşturmuş olduğu hengâmeden farklı bir alanda, aynı ifadelere yüklenmede nakıs bir hal alabilmektedir.

Amansız bir hastalık gibi ruhunu temize çıkarmanın yollarını aramaktan, kendisinin kimlik noktası, onun kördüğümünü oluşturma sinyallerini verirken, o bundan habersiz aynı bulvarlarda teneke düşlü hayallerde gezinmektedir.

Zamana tahakküm, onda bir takıntı halini almıştır. Bunu aşabilirse, geçmişin kirliliği üzerinde temiz bir dünyanın inşasına olan inancı, onu temize çıkaracağına inanmaktadır. Oysa bu kirlilik üzerinde daha fazla kirliliği kurmanın ötesine gidememektedir. Bunda bihaber koyulmuş olduğu yolda ilerlemede bir beis görmeyerek, varılacak noktanın Tanrının katı olacağı ve ona ulaşarak batı pozitivizmini içselleştirerek her şeyin odağı olma, onda bir arzunun çok ötesine geçmiştir.

Bu nedenle; zamana hükmetme sevdasını, Tanrılaşma sevdasıyla eş değer görmektedir. Bu sevdaya ulaşacağı zehabı onun ruhunu sürekli kemirdiğinden dolayı, bunu mutlaka başarması gerektiğine inanmaktadır.

Bundan hareketle; kendini kontrol etmede başarılı olamamakta ve hata üzerine hata işlemektedir. Tanrılaşmanın şeytanlaşmayla eşdeğerliliği onun benliğinin kavramasının çok ötesinde durmaktadır. Sürekli kendi sınırlarını karıştırması, olayların tasavvuru algılama basiretsizliği karışınca, durduğu yer kendisi için bir sorgu alanı haline gelmiştir.

Bundan kurtulmanın işaretlerini batı pozitivizmde arayınca da, ayakları üzerinde durmada zorluklar yaşamaya başlamıştır. Tanrılaşmayı becermeyince, insanların kendileri gibi birine yönelmesi olmayınca, daha doğrusu işaretler yanlış yere yerleştirilince her şey birbirine girmeye başlamıştır. Bundan sonrası çıkılmaz bir yol almıştır. Ya şeytanlaşmanın yolunu sürdürecek, kendi mutsuzluğunu ve çaresizliğini insanlara sunarak daha zorbalaşacak; ya da burada durarak bundan sonra nasıl bir yol izleyeceğinin hesabını yapacaktır.

Çünkü; bu noktadan sonra zaman kendisine müsamaha göstermeyecektir. Zamanla olan bağlarının çözülmesi hatta çürümesi bunun bir göstergesi olarak önünde duracaktır.

İnsan burada durmamıştır. Onun düşünmesini sağlayan aklının vazgeçmediği aşkınlığı yakalama duygusu, kaçınılmaz olarak bu dünyalık dilimin sınırlarını aşma ihtiyacını duymasına neden olmaktadır.

"Göklerin melekûtu içinizdedir" gerçeği onu sürekli arama içinde olmasını sağlamaktadır. Bu iki türlü olarak anlaşıla gelmiştir. Birincisinin arzusu kurtuluşun ötesine, daha derinlere ulaşma, hatta mukaddesleşmeye kadar vardırır. Bunun sonu temel ifadeler kullanacak olursak; tanrılaşma noktasına kendini koymadır. Sonsuz hakikat burada kişiden kişiye ve çağdan çağa göre değişkenlik arz eden nutku, bundan sonra gelecek cümlelere ve eylemlere bir dayanak olacaktır. Bunun böyle sunulması, kendisinin ortaya koyacağı eylemlerden ve bu eylemlerin birincil kaynaklarla örtüşmemesinde doğabilecek kusurların örtülmesini sağlayacaktır.

Bu tür durumlar insanlık tarihi boyunca kullanılmıştır. Bu zaman boyutunun aşıldığını göstermek ve bundan hareketle tanrılaşma sürecinin tamamlandığının göstergesi olarak sunulmaya çalışılarak, tanrılar katında kendine yeni tahtlar oluşturarak sonuç almaktır.

Zihinsel tasavvurların yetersizliğinin sürekli gündemde tutularak, bundan hareketle yetersizlikle kendini örtüştüren insanların bu yalancı tanrılara yönelmesini sağlayacaktır.

Tarih boyunca bunların ortada dolandıkları ve onların peşinden gidenlerin olduğu hepimizin malumudur. Ne zaman ki, "göklerin melekûtu içinizdedir" gerçeğini sunmakla görevli elçilerle karşılaştıklarında ilk tepkileri inkâr olmuştur. Çünkü onlara göre zaman boyutunu aşmak ve aşkınlığı yakalamak tanrı olmakla eş anlamlı olmuştur. Bu böyle olmayınca insanlar üzerindeki ağırlıkları sekteye uğrayınca da tepki unsuru hemen devreye girmiştir.

Bundan sonrası için güç unsuruna başvurarak sonuç almanın yollarını aramışlardır. Güç unsuru kullanıldığında bu daha çok popüler kültürün çekiciliğini öne alınarak gerçekleştirilmiştir. Böylece sonuç almak, daha kolay ve çabuk olmaktadır. İnsanların ortalıkta dolaşan bu kadar vahşete rağmen, bu vahşet karşılığında dehşete düşmemesi şaşırtıcı değil midir? Bu tanrılaşma sevdasına düşenlerin varacağı noktadır.

Merkez, heva ve heveslerinin tatmini söz konusudur. Heva ve heves için her yol mubah sayılmaktadır. Evrensel insani değerler onların rahat ve tatminkâr durumları için ancak uygulanabilecek kurallardır. Ötesi onlar için hep boştur.

İkinci durumdaki insanlar; kurtuluşun ötesine ulaşmaktan ziyade kurtuluşun içinde olmayı yeğlerler. Derinliklerde boğulmaktan daha çok derinliğin algılamasını içselleştirmişlerdir. Tanrılaşmaya ve mukaddesleşmeye değil, onun yaratmış olduğu evreni, onun ilk eldeki kaynağına dayanarak kurmanın heyecanını yaşarlar. Eksikliklerinin farkında olarak kendilerinin kendileri için kurguladıkları hayatlarının nasılı bulmanın serüvenini oluşturma çabasındadırlar.

Sonsuz hakikat değişkenlik arz etmez. Sadece ona ulaşmada bazı nüanslar kendini gösterebilir. Bu nüanslar hiçbir zaman temel değerlerin ötesine geçmez ve geçmesine de müsaade edilmez. Bundan hareketle varacakları nokta bellidir. Razı olmak ve razı olunmaktır. Ortaya konulan eylem birilerine yaranmak için değildir. Kendini bulmadır. Kendisiyle olan ilişkilerinde barışık olmaktır.

Bu durum onun temel yol göstericisidir. İşaretler buna göre düzenlenmiştir. İşaretlerde herhangi bir eksiklik olmaması için her türlü uğraş verilmiştir. Bundan sonrası uzanmış olan yolun yürünmesidir.

Zamana tahakkümle başlayan serüveni zamana yenilgiyle sonuçlanması insanoğlunun çıkmazı olarak önünde durmaktadır. Zamanı aşanların hikâyesini duyanlar böyle bir yola

tenezzül ettiklerinde önlerinde neyin olduğunu okuyamamanın zorluklarıyla karşılaşacaklardır.

Çünkü neye dayanarak hayatı inşa edecektir. İnşa anında neyin temel kurallar ve ilkeleri olacaktır? Birinci nokta gönderilmiş olan öğretinin ve bu öğretinin yanında akıl, tecrübe ve sezgi sahibi (algılama yeteneği sahibi) olanların ortaya koydukları temel varsayımlar. Önemli olan burada birincil yasaların hangisi olduğudur. Peki, birincil olarak kabul edilecek olanın amacı ve eriğinin ne olduğu sorulmamalı mıdır? Tabi ki sorulmalıdır. Önemli olan bunun insanoğlunu en iyiye ulaştıracak araç olmasıdır.

Şu gerçekte unutulmamalıdır ki, insan bir bilinmezliktir. Bu bilinmezlik içinde doğar ve bu bilinmezlik içinde büyümeye çalışır. Çalışırken de bunu aşmanın yolarını arar. Fakat bütün bunlara rağmen hiç biri; kaç gün yaşayacağını, nasıl yaşayacağını ve ömrünün neyin uğruna harcayacağını bilmemektedir.

Buna rağmen insana has bazı imkânlar tanınmıştır. İmkân demek yerinde durmamaktır. Sürekli bir adım öteye atma çabası içinde olmaktır. Yerinde durmak sürekli aynı şeyleri sayıklamaktır. "Benim oğlum bina okur döner döner yine okur" konumu içinde olduğu zaman, insan olma durumunu ve imkânlarla olan münasebetini yeni baştan sorgulamalıdır.

Onun için sürekli devinim içinde olmalıdır. Bu devinim onun sürekli aynı binayı okumasına engel olacaktır. Kendisine ulaşacak bilgiyi edindiği zaman, kendisini bilme ve kendisine ulaşma rütbesi sadece ona mahsus olacaktır.

Simurg meselesinde anlatıldığı gibi. Aşkınlık rütbesi sadece kendisinin bilgisidir. Ona aittir. Ona hastır. Bu bilgi başkasıyla paylaşıldığında özelliklerini kaybeder.

Aynılık durumu herkes için değildir. Yani bu bilgi başkalarına aktarıldığında, aktarılan kişi bununla kendine varma ya da bilme konumunu elde etmez.

Demek ki sadece kendisine devingen bir durum göstererek ulaşan kişinin nevi şahsına münhasırdır. İnsan, yukarıda anlatmaya çalıştığımız iki düşünceden ancak birinde yürüme lüksüne sahiptir. İkisinde de yürüme hakkı yoktur. İkisini birden idare edemez.

Ben bir bunda bir öbüründe gönül eğlendirir, zamana istediğim gibi galebe çalarım düşü bir kandırmaca dan ibarettir. Bu düşle kendini yerinde saydırmaktan başka bir şey yapmamanın huzurunu yaşayabilir.

Haber Ara