İŞİD Ne? PYD Kim? Hangi PKK?
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-10-30 15:07:59
İŞİD’i ortaya çıkaran sosyopsikolojik sebepleri derinlemesine analiz etmek gerekir. Emperyalizmin bölge politikası sonucu mağduriyetler yaşamış bir neslin şiddet dışında kendisini var edebileceği bir alanın bırakılmaması sonucu, kendini bilgisayar savaş oyunundan gerçek savaşa savuran yeni bir nesille karşı karşıyayız.
Bilgisayar oyunlarıyla büyüyen ve İslami bilgilerinin büyük bir bölümüne şeyh google hazretlerinden öğrendikleri sığ bilgilerin ötesine geçmemektedir. Kur’an ayetleri ya bir kılıca ya da bir kurşuna dönüştürülerek, Siyonistlerin Tevrat’tan cımbızla çektiği gibi ayetleri çekerek insanlara zulmetmekten kaçınmamalarının nedeni bu sığ bilgilerinden kaynaklanmaktadır.
Suriye intifadası, birçok ülkede sistemle ve kendisiyle de sorunlu bu kişilerin ülkelerin algı operasyonuyla bu bölgeye gönderilmesi, kendilerince (Avrupa ve Körfez ülkeleri için) bağırsaklarının temizlenmesi anlamına geliyordu. Körfez ülkeleri daha önce Afgan ve Çeçen cihadında bunu gerçekleştirmiş ve rahatlamışlardı. Suriye onlar için bulunmaz bir hint kumaşıydı adeta.
Suriye’de başlayan iç çatışmalarda En-Nusra’nın içinde özellikle dışarıdan gelen küçük bir grup iken, zamanla dışarıdan gelen savaşçılarla hızla çoğaldılar. Bir kısmı körfez ülkelerinin beslediği muhakeme gücü zayıf ama savaşçı yönü kuvvetli kişilerden oluşurken, diğerleri ise Avrupa ülkelerinden gelen ve İslami bilgileri slogandan öteye geçmeyen gençlerden oluşmaktadır.
Ötekileştirilmenin psikolojisi, onları olabildiğince gaddar bir şekilde davranmalarını sağlamaktadır. Alınan her alan, kesilen her kafa ötekileştirene verilen bir ders bir mesaj olarak görmektedirler.
İslami anlayış bakımından zayıf olmaları rahat bir şekilde yönlendirmelerini sağlamaktadır. Böylece yönlendirmeye hazır ve şahadet düşüncesi ile beslenen bu kişilere her şey rahat bir şekilde yaptırılabilmektedir. Tam da Batılıların istediği “kafa kesen, İslami terör” algısıyla istediğini tüm dünyaya duyurmuş oluyor, diğer tarafta ise Batılı ajanlar bunların vasıtasıyla İslam coğrafyasında istediği şekilde at oynatmaktadır.
İŞİD, yaptığı eylemlerle bölgeyi kan gölüne çevirme noktasında hiç zorlanmamakta, ellerindeki silahlarda ne hikmetse hiç tükenmemektedir. Amerika yukarıdan bombalamakta/silah vermekte ve dostlarıyla İŞİD’i bir sopaya dönüştürüp bölge güçlerini terbiye etmeye çalışmaktadır.
İŞİD, birçok ülkeden gelen savaşçılardan oluşmaktadır ve kendi dışındakilere hayat hakkı tanımamaktadır. Kendisinin olduğu yerde kesin itaat istemektedir. Muhalif hiçbir unsura tahammül etmemektedir. Peki, PYD bu konuda İŞİD’den farklı mı davranıyor?
PYD Kim?
PYD, PKK’nın Suriye kolu olarak bilinmektedir. PKK gibi PYD de kendisinin dışında hiçbir güç istememektedir. Onun için PYD’nin Suriye’deki diğer Kürt gruplarıyla arasında ciddi sorunlar yaşamış ve onları baskı, sindirme ve yok etme politikalarıyla devre dışı bırakmıştı. Irak Kürdistan’ının bir dönem Suriye sınırını kapatmak istemesinin altında yatan neden Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) bağlı Halk Savunma Birlikleri (YPG) militanları tarafından Yüksek Kürt Konseyi (DBK) üyesi ve Barzani’ye yakınlığıyla bilinen El-Parti üyesinin kaçırılması ve PYD taraftarı olmayan diğer Kürt oluşumlarına baskının neden olduğu anlaşılmıştı.
Suriye’de PKK’nın yan yapılanması olan PYD (Demokratik Birlik Partisi) örgütlü ve güçlü bir yapılanmadır. Kendisine bağlı YPG’nin (Halk Savunma Birlikleri) silahlı militanları vardır. Suriye direnişiyle birlikte Esed’in yanında yer almış ve çoğu zaman direnişçilerle çatışma halinde olmuşlardır.
Suriye Kürdistan’ında PYD’nin rakip oluşumlara yönelik sert bir yöntem kullanmıştır. Kaçırma ve öldürme olayları bölgede ciddi bir gerilimin oluşmasını sağlamış ve birçok Kürt grubu ve aileleri bölgeyi terk etmek zorunda kalmış ve bunun otuz bini Türkiye’ye sığınmıştı.
Bu PYD ve diğer Kürt grupları arasındaki gerilimi Islahhaber’den Haşim Ay o dönem arka planından başlayarak geniş bir şekilde aktarmıştı.
Suriye Kürdistan’ında PYD’nin rakip oluşumlara yönelik sert bir yöntem kullanıyordu. Kaçırma ve öldürme olayları bölgede ciddi bir gerilimin oluşmasını sağlıyordu. Bu son olayla birlikte görünen o ki PYD izlediği siyaset halen sürdürmeye devam ediyor. Suriye’deki diğer Kürt unsurlar kendilerini korumak ve birlikte hareket etmek için 16 örgüt ENKS (Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi) adı altında bir oluşuma gittiler. Daha sonra Mesut Berzani’nin devreye girmesiyle geçen Temmuz (2013) ayında Erbil’de bir araya gelip bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşma sonucunda oluşturulan DBK (Yüksek Kürt Konseyi) isimli çatı örgüte herkes dahil oldu. Bir tarafta Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi diğer tarafta ise PYD’nin başını çektiği Meclîsa Gel (Halk Kongresi) koalisyonunun ortaklarındandı. PYD, DBK anlaşmasının şartlarına riayet etmedi. Anlaşma gereği Esed güçlerini çekilmek zorunda bırakıldığı devlet binalarına Kürdistan’ın değil, PKK’nın bayrağının asılması, Esed güçlerine karşı savaşan Kürtleri kaçırmak ve işkence yapmak gibi. Ön önemli maddesi ise YPG’nin PYD ile bağlantısının kesilip tamamen DBK’ya bağlı ortak savunma gücüne dönüştürülmesiydi. Fakat bunda bir mesafe alınamadı diğer tarafta ise YPG bir çok olumsuz eylem gerçekleştirerek bunu DBK’nın emriymiş gibi göstermesidir. Bu durum Yüksek Kürt Konseyi’ni oluşturan diğer unsurları ciddi anlamda rahatsız etmektedir.
PYD kendi dışında Kürtleri temsil edecek güç istemiyor ve Kürtlerin tek temsilcisi olma iddiası bu zihnin genel tavrını ortaya koyuyor. Türkiye’de de bir zaman Hizbullah ile savaşmasının temel nedeni bu tek olma isteği getirmişti. “Suriye Kürdistan’ında PYD’nin en önemli siyasal rakipleri olan kısa isimleriyle el-Parti (KDP’nin Suriye uzantısı), Azadî (Özgürlük), Yekitî (Birlik) ve Pêşverû (İlerici) partileri aralarında ittifak kurarak Siyasal Birlik isimli bir platform oluşturmuşlardı. Erbil ile de dirsek temasında olan bu yeni siyasal koalisyonu PYD’nin önemli bir tehdit olarak algıladığı yaptığı çeşitli açıklamalardan anlaşılabiliyordu. Ancak bölgesel şartlar ve yeni dengeler PYD/YPG’nin bu oluşumlara yönelik topyekûn bir yok etme girişiminde bulunmasını engelledi. Bu şartlar halen de geçerliliğini korumakla birlikte PYD, İmralı’nın barış sürecine dahil olarak ve buradan Türkiye ile Suriye muhalefetine yakınlaşmayı amaçlayarak bölgedeki hegemonyasını derinleştirme ve rakiplerini daha kolay etkisizleştirmenin hesabını yapıyor olabilir.”
Kürtler üzerinde ağırlığı bilinen Barzani bu kaçırma olayından sonra yaptığı açıklamada isim vermeden PYD'yi eleştirerek, "Özgür seçimler yapılana kadar hiçbir kesimin kendini öteki kesimlere dayatma hakkı yoktur. Suriye'deki Kürt partilerini Erbil'de üzerinde anlaştıkları anlaşmaya uymaya davet ediyoruz. Şu zamana kadar tüm Kürt taraflarına kardeş gözüyle baktık. Fakat maalesef ki bazı güçler ve taraflar Hewler (Erbil) antlaşmasından uzaklaşıp halkı tutukluyorlar, öldürüyorlar, kaçırıyorlar. Diğer siyasetçilere kulak asmıyorlar. Özgür seçim yapılmadan hiçbir grup diğer bir grup üzerinde baskı kuramaz. Karar vermede tek yetkili organ Yüksek Kürt Konseyi'dir. Biz kimsenin başkaları üzerinde despotizm yapmasına müsaade etmeyeceğiz. Eğer Hewler (Erbil) anlaşmasının şartları uygulanmazsa yeni bir karar alırız" açıklamasında bulundu. Sonrası malum kaçırılanlar serbest bırakıldı.
Bütün muhalif unsurları bölgeyi terk etmek zorunda bırakan PYD şimdi avazı çıktığı kadar bağırıyor; “yardım edin diye!”
Başka seslere izin vermeyen herkesimin günü geldiğinde sesinin kesileceğini bilmesi gerekir. Bu ilke unutulduğu müddetçe bu sorunlar yaşanmaya devam edecektir.
Hangi PKK?
İmranlı görüşmeleri sonrası başlayan barış süreci PKK içinde öyle çok kolay şekilde kabul görmedi. Bir tarafta kendi aralarında ciddi tartışmaları yürütürken diğer tarafta ise devlet görüşmelerle süreci Öcalan üzerinden yürütmeye çalıştı. Diğer tarafta ise örgüt kendi içindeki çatlaklıkların bilinmemesi için uğraştı. Bir tarafta İmranlı’dan gelen mektuba olumlu cevap verirken diğer tarafta ise sınır dışına çekilmeyi kabul etmeyen üç bölge komutanı süreci sabote etmek için elinden geleni yaptı. Örgüt bunu örtbas etmek için çok çabaladı. Ama bir türlü istenen noktaya gelemiyordu. İşte tüm bu farklı yaklaşımları örtbas etmek için KCK meşhur açıklamayı yapmaya mecbur oldu.
KCK çekilmeyi durdurduğunu söyleyerek kendi iç çatışmasının ortalığa saçılmasına engel oldu. Böylece süreci biraz uzatarak kendi aralarındaki anlaşmazlığa çözüm arayacaklar. Çünkü tek PKK yok, birçok PKK var. Birçok ülke ile olan bağlantıları ister istemez çıkar ilişkileriyle politikalarda da farklılıklara neden olmaktadır. Neredeyse her Avrupa ülkesinin bir PKK’sı var. Sadece bu değil derin Türkiye’nin bir PKK’sı olduğunu da unutmamak gerekir. Bütün bunların bir araya gelerek çıkar içinde oldukları ülkelere rağmen çizilen yol haritasına uymaları beklenmemeliydi. Aslında devlet bunu biliyordu ve yol haritasını bunun üzerinden çizdi. İçerden bazı grupların alınan kararlara uymayacağı söyleniyordu, bunun azınlıkta kalacağı ya da kendi içinde çatışarak bu grupların tasfiye olacağını düşünülüyordu ama olmadı.
Devlet, Abdullah Öcalan’ın örgüt üzerindeki ağırlığını test etmek için cezaevlerindeki açlık grevleri bitirmesini istedi ve buradaki başarısını görmüş oldu. Ama bunun silahlı kanaat üzerinde aynı etkiye sahip olması beklenmemeliydi. Abdullah Öcalan’ın örgüt üzerindeki ağırlığı olmasına rağmen, onu “esir” olarak içeride olmasından kaynaklanan duygusal yaklaşımlarının olabileceğini söyleyip, onun çözüm yollarına dair söylediklerini kabul etmeyen silahlı kanat liderlerin varlığı görmezlikten gelinemez. Süreci tıkayan asıl neden de budur. Yoksa hükümetin demokrasi paketini geciktirmesi sadece bir bahanedir. Bu bahanenin arkasına sığınarak kendi kitlelerini yönlendirmiş oluyorlar. Ama Cumhurbaşkanı/Başbakan’ın anadile dair söylediği sözler ise kendi uygulamalarıyla çeliştiği görülmektedir. Oysa iktidar 2003 yılında yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle ilgili meclisten çıkarıp o dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e gönderdiği kanun imzalanmış olsaydı, bugün biz bu soruna dair çok daha az şey konuşmuş olacaktık. Yasal anlamda Ak Parti o dönem çıkardıkları seviyeye ulaşmış değil.
KCK açıklamaları olsun BDP/HDP yöneticilerinin yaptığı açıklamalar olsun çözüm süreci noktasında hem fikir olmadığını ortaya koymaktadır. Açıklama kendi kitlelerine yönelik olunca farklı okunabilir. Ama bu süreçten pek memnun olmadıkları da ortaya çıkıyor. Evet HDP yönetimi bu sürecin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için çabalayan taraf olarak görünse de Kobani olaylarında halkı sokağa çağırması basiretsizliğini ortaya koydu. Çağırdığı kitleyi kontrol etmeye güçleri yetmiyordu. KCK yönetimi içinde ise farklı yaklaşımlar vardı. Dağ kadrosu bile kendi aralarında ciddi sorunlar nedeniyle iç çatışma yaşayacak hale geldi. Onun için yönetim değişikliğine gidildi. Şahinler/silahlar konuştu, etken olan onlar olunca da süreç doğal olarak tek taraflı sürdürülmeye çalışılmaktadır. Ama bu çabada Abdullah Öcalan’ın çabası göz ardı edilemez.
Belki PKK çatısı altındaki farklı örgütlemelerin içinde Barış Süreci’ni en fazla isteyen kesim HDP içinde siyaset yapanlardı. Kobani meselesinden sonra HDP yöneticilerinin açıklamaları ve sokağa çıkanları yaptıkları bu konuda çokta emin olmamamız gerektiğini bize hatırlattı. Süreç PKK içinde hangi kanadın daha güçlü oluşuyla ve yine bu kanadın dış bağlantılarının etkili olacağını bize göstermektedir.
Son yaşananlara bakılırsa sivil askerlerin sokak ortasında infaz edilmesi, PKK’nın bazı kollarının bağlantılı olduğu ülkeler tarafından barış sürecinin çok istenmediğini bize göstermektedir.
Onun için biz Abdullah Öcalan’a bağlı kısmın barış sürecini istediğini, HDP içindeki siyasetçilerinde bu konuda tam bir birlik sağlayamadığını, dağ kadrosu içinde farklılığın çok ciddi boyutlarda olduğunu söyleyebiliriz.
Onun için barış sürecini hangi PKK istiyor sorusu çok doğal görünmektedir.
Hükümet geri adım atmayacağını söylüyor. Süreç için bu önemli. Yol haritası belirlenmişken, evet hükümetin birçok konuda eksiğinin olduğu inkar edilemez, buna rağmen sürecin sürdürülmesi konusundaki çabası uygulamalarla desteklenerek yürütülmelidir.
Haber Ara