Kurulduğu 1948 yılından bugüne değin İsrail, vaat edilmiş topraklarda Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa etmenin yollarını aramaktadır. Süleyman Mabedi’nin toprakları üzerinde bulunan Mescid-i Aksa altında yürütülen kazılarla mescidin temellerinin dayandığı kayalar tahrip edilmekte ve kendiliğinden çökmesi hedeflenmektedir.
İsrail’in Filistin politikası, buradan Müslümanların topyekun çıkarılması üzerine kurulmuştur. Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin evlerini onarmalarına dahi izin vermeyen İsrail, 1967’den bu yana Müslümanlara ait tarihi mekanları tahrif etmektedir.
Filistin’in Yahudi tasavvurundaki yeri
İnsanlık tarihi kadar eski olan İsrailoğulları tarihine baktığımızda; “Tek Tanrı” yani Tanrı’nın Birliği inancını savunan ilk uyarıcı ve ilk peygamber olan İbrahim’e, Kenan ilinin (Filistin’in) bağışlanması ile başlayan bir yurt ve vaat edilmiş toprak mitiyle karşılaşmaktayız. İsrailoğulları tarihi bu vaat edilmiş topraklardan yapılan zorunlu göçler ve bu topraklara geri dönme çabaları çerçevesinde özetlenebilir. Vaat edilmiş topraklardan en uzun süreli ayrılık diaspora döneminde yaşanmıştır. M.S. 70 yılında Romalılar tarafından Filistin’den çıkarılmalarından itibaren diasporada yaşayan Yahudilerin yegane hedefi, Kudüs’e yani vaat edilmiş topraklara geri dönebilmek olmuştur.
19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da milliyetçi düşüncelerin gelişmesiyle birlikte Yahudiler üzerindeki baskı artmış ve bu baskı Yahudilerin din-kültür milliyetçiliğine sarılmalarına ve gözlerini Filistin’e çevirmelerine neden olmuştur. Avrupa’da bu dönemde çeşitli dernekler kurulmuş, 1881 yılında Rusya’da Odessa’da kurulan Hovevei Zion yani “Zion’u Sevenler” veya “Zion Aşıkları” derneği gibi derneklerle Siyonizmin temelleri atılmıştır. Siyonizmin basit anlamı, Siyon’a geri dönüştür ve aslında eski bir ideoloji -vaat edilmiş toprak miti- için yeni bir isimden başka bir şey değildir. Çünkü bu topraklar Eski Ahit’e göre Tanrı Yahuda tarafından kıyamete değin tasarruflarında kalmak üzere İbrahim (Abraham) peygamber ve ümmetine adanmıştır. Bu inanç Yahudilerin benliğine öyle yerleşmiştir ki, bütün ibadetlerini “Kurtarıcı (Mesih) bir gün Siyon’a gelecek.” diye dua etmeden bitirmemektedirler. Yılda iki kez, Fısıh Bayramı şenliklerinde ve Kefaret Günü’nün sonunda büyük bir heyecanla ümitlerini dile getirirler: “Gelecek sene Kudüs’te!”
Yahudiler, diasporada olmalarına rağmen, Filistin ile olan bağlarını koparmamış ve Mesih’in dirilişi sırasında bu kutsal topraklarda onunla birlikte ilk dirilenlerden olmak için Zeytin Dağı’na gömülmeyi arzulamışlardır. Çünkü onların inancına göre Mehdi ortaya çıkacak, yeryüzünde Allah’ın saltanatı başlayacak ve “yerin bütün milletleri” Yahudilere bağlanacak, bütün insanlık tek bir gerçeğin etrafında toplanacaktır. Bu inanış, Yahudiliğin “kutsal topraklara doğru hac geleneği”nin doğmasına sebep olmuştur. Bu ibadet çerçevesinde toplanan gruplar, hiçbir zaman İslam muhalefetiyle karşılaşmamıştır. Çünkü bu gruplar Filistin’de egemenlik kurmaktan ziyade inanmış olduğu değerlerin gereklerini en iyi şekilde yerine getirmeyi amaçlamaktadır. Onun içindir ki; Kudüs’te Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman dinine mensup insanlar birbirlerine zarar vermeden uzun yıllar dinlerinin gereklerini yerine getirerek barış içinde bir arada yaşamışlardır. Fakat Siyonizm düşüncesinin doğması ve Yahudiliğin sekülerleşmesiyle birlikte bu durum farklı bir boyut kazanmıştır.
İsrail’in Harem-i Şerif politikası
Kudüs, Müslümanlar için Mekke ve Medine’den sonra üçüncü kutsal mekandır. Süleyman Mabedi ise Yahudilerin kutsal tapınağıdır ve bu mabed Yahudilerin Filistin’e geri dönme inançlarını pekiştiren bir unsur olarak kullanılmıştır. Mescid-i Aksa’nın Süleyman Mabedi üzerinde kurulmuş olmasından dolayı Yahudiler bölgeye özel bir anlam yüklemişlerdir. Filistin topraklarına 1881’de başlayan göçle birlikte Yahudiler bölgeye yerleşmeye başlamışlardır. Siyonistlerin Filistin’e göçleri, bu kutsal mekana ulaşma ve orada bir devlet olma amacını hedeflemektedir. Bu nedenle bölgede hakimiyet kurabilmek için Filistin’deki nüfuslarını arttırmaya çalışmışlardır.
Filistin’e beş büyük Yahudi Göçü olmuştur. 1881-1903, 1904-1919, 1919-1923, 1923-1929 ve 1929-1940 yılları arasında gerçekleşen bu Siyonist göçlerle Filistin’deki Yahudi nüfusu arttırılmıştır. Bu dönemde her ne kadar Filistin’de çoğunluğu elde edemeseler de Yahudiler, Batı’dan aldıkları destekle “Süleyman Mabedi” mitini gerçekleştirmek için harekete geçmişlerdir. Aslında 1920’lerde Filistinliler Siyonistlerin Mescid-i Aksa politikalarının farkına varmış ve Müslümanlarla Siyonistler arasında ilk ciddi çatışmalar o dönemde başlamıştır. İngilizlerin desteği ve 1942 yılından sonra da ABD’nin bölgedeki nüfuzunu artırmasıyla birlikte Siyonistler daha güçlü bir şekilde hareket ederek Filistinliler üzerinde terör estirmişlerdir.
Kurulduğu 1948 yılından bugüne değin İsrail, Süleyman Mabedi’nin bulunduğu yeri yeniden inşa etmenin yollarını aramaktadır. İsrail’in bütün çabalarına rağmen Kudüs ancak 1967 Haziran’ındaki Altı Gün Savaşları’nda işgal edilebilmiştir. Bugün gelinen noktada, Filistinlilerin topyekun maruz kaldıkları baskı ve şiddet bir yana, İslami Hareket Konseyi Lideri Şeyh Raid Salah’ın ifadesiyle, “Sadece Kudüs ve çevresinde İsrail tarafından tahrip edilen, yıkılan, kumarhane ve gece kulübüne çevrilen camilerin sayısı 1200 civarındadır.”
Bütün bunlara rağmen İsrail bugün nihai hedefine ulaşamadığını düşünmektedir.
1967 işgalinden sonra 1980 yılında Kudüs, “İsrail’in ebedi başkenti” ilan edilmiştir. Bütün bu çabaların ana hedefi, 20 yüzyıldır yıkık olan Süleyman Mabedi’nin bir an önce yeniden inşa edilmesidir. Ancak bu alanda iki İslam mabedi bulunmaktadır: Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra. Bazı Yahudilerin görüşüne göre, Mabed’in yapılabilmesi için iki Müslüman mabedinin yani Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra’nın yıkılması gerekmektedir. Bunun önündeki en büyük engel ise Filistinliler başta olmak üzere, tüm dünya Müslümanlarıdır. Onlar var oldukları sürece, İsraillilerin bu iki mescidi yıkmalarına asla müsaade edilmeyecektir. İşte son dönemlerde yaşanan ve Kudüs sokaklarını kana bulayan çatışmaların anlamı da burada gizlidir.
Kudüs’ün işgalinden sonra gerek bireysel olarak İsrail’in Siyonist vatandaşları, gerekse devlet olarak İsrail, İslam mabedlerini ortadan kaldırmak için çeşitli girişimlerde bulunmuştur. 21 Ağustos 1969’da Mescid-i Aksa’ya yapılan kundaklama ilk defa uluslararası kamuoyunun tepkisini çekmiş ve aynı yıl İsrail’in kutsal topraklara karşı tutumuna tepki olarak İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) kurulmuştur. Bu gelişmelerin ardından İsrail, dünya devletlerinin ve Müslümanların tepkilerinden çekindiği için eylemlerini, siyasi boyuta çekmiş ve yeraltı kazılarına yoğunlaştırmıştır. Bunu da “Yahudilerin kendi tarihlerine ulaşmak ve bilgilenmek için yapılan arkeolojik kazılar” diye tarif etmiştir. Siyasi baskılardan çekinen İsrail, çeşitli örgütlere göz yumarak, örgütler vasıtasıyla bu işi bitirmeye çalışmaktadır. 1984 yılında hem Mescid-i Aksa hem de Kubbetü’s-Sahra’yı havaya uçuracak bir örgüt çökertilmişti. Bu iki mabed var olduğu müddetçe İsrail’in varlığı burada sürekli tartışma konusu olacaktır. İsrail mahkemesi, kanunlara göre suç oluşturan bu eylemi doğal olarak cezalandırdı ama mahkeme kararından bir gün sonra, Başbakan İzak Şamir, Machteret Yehudit üyeleri için şöyle diyebilmişti: “Hepsi harika insanlar ama bir hata yaptılar.” İsrail’in eli kanlı en radikal örgütü olan Gush Emunim Hareketi’nin önde gelen ismi Haham Moşe Levinger de eylemin teorik olarak doğru ama zamanlama yönünden yanlış olduğu yönünde görüş bildirmişti.
İsrail’in başlattığı ve İslam dünyasının tepkilerini çeken Şubat 2007 tarihli Harem-i Şerif kazıları göstermiştir ki Mescid-i Aksa’ya yönelik tahripkar çalışmalar bugün de devam etmektedir. Siyonist işgalciler son birkaç yıldır Mescid-i Aksa’yı yıkabilmek için farklı bir metot izlemektedir. Eski Yahudi eserlerini ortaya çıkarmaya çalıştıkları gerekçesiyle Mescid-i Aksa çevresinde ve altında kazılar yapmaktadırlar. Bu kazıların asıl amacı ise mescidin temellerinin altında boşluklar oluşturulması, temellerinin dayandığı kayaların tahrip edilmesi ve böylece mescidin kendiliğinden yıkılmasına yol açmaktır.
İsrail Devleti’nin, genelde Filistin, özelde Kudüs politikası buradan Müslümanların topyekun çıkarılması üzerine kurulmuştur. Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin evlerini onarmalarına izin verilmediği gibi, iş bulmaları da engellenerek burayı terk etmeleri sağlanmaya çalışılmaktadır. Bugün farklı söylemlerle burayı koruduklarını belirten yetkililerin bu tarihi mekanda değişikliklere giderek İslam kültür mirasını yok etmeye çalıştıkları, 1967’den beri bu mekanlarda yapılan değişiklikler izlendiğinde açıkça görülmektedir.
Harem-i Şerif’in sadece Filistinlilerin değil tüm Müslümanların mekanı olduğu bilinci geliştirilmediği müddetçe bu mekanların İsrail tarafından yok edilmemesinin hiçbir garantisi yoktur.