İstikrara adaletin kurban edilmesi
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-05-11 12:14:53
Bir sorun var, bunu tartışmaya aşmak istiyorsunuz, hemen “aman istikrar bozulmasın”, tepkisiyle karşılarsınız.
Yönetenler yanlış yapıyor, onları uyarmak ve yanlışlarını yüzlerine vurmak istiyorsunuz, hemen “ne yapıyorsun kardeşim istikrar var”, cevabı alırsınız.
Sağ, sol, muhafazakâr partiler var, siz bu gurupların içinde bulunan yüzdesi birlerde birine oy vermek istiyorsunuz, hemen “kardeşi oyların bölünmesine müsaade etme, oyun boşuna gitmesin”, teranesiyle karşılarsınız.
Bu istikrar kavramı ne nasıl bir şeyse, gücü ayakta tutmak için sürekli bir destek görevi görüyor.
Biz Müslümanlar tarih boyunca bu kavramın yüklendiği anlam nedeniyle zülüm ve adaletsizliklere sessiz kaldık ve bırakılmaya devam edilmekteyiz.
İstikrar adına zalim Emevi halifelerin iktidarına sessiz kaldık. Milliyetçiliklerini bağrımıza bastık. Sultalarını bir gereklilik olarak gördük. Şimdi tartışmaya açmaktan korkuyoruz.
Tüm bunlar niye? İstikrar adına.
Bunu bir devlet muhayyilesi olarak kabul ettik. Zalimleri başımızın üstünde yeri var diye, istikrar adına Sünni ve Şii devlet anlayışının merkezine oturttuk.
Sultanlara nasihatlerde bulunarak, onların yerlerini İslam dini adına meşrulaştırdık yine istikrar adına.
Yine istikrar adına konumuzu din adına sağlama almak için “hilafet gömleğini Allah giydirdi, üç beş çapulcu istiyor diye çıkaramam” diye ümmeti küçültecek ve Bizans, İran iktidar kültünü İslam medeniyet havzasına taşınmıştır.
Konumunu meşrulaştırmak adına iktidarı bir ailenin tekiline vererek, dini- siyasi argümanları geliştirerek, yine ümmet kırılmasın istikrar bozulmasın diye temellendirmişiz.
Argümanların içine her ne kadar adalet kavramı yerleştirilmiş ise de, önce din ve otorite gelir otoritenin yok olmaması adına zalim sultana dahi itaat farz kılınmış bize.
Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlullah; “İslam’da yasa koyan Allah’tır, insan değildir, bir kişi Allah adına hükmettiğinde, mutlak olanın hâkimiyeti söz konusu olacak, had hudud söz konusu olmayacaktır. Bu da yöneticinin “masum” olması durumunda söz konusu olacaktır. Ancak biz; İslami yönetimin “masum” vasfına sahip kişilerce yönetilmediği/yönetilmeyeceğini kabul ediyoruz.”
Fadlullah, doğal olarak bu durumu sorguluyor. Çünkü tarihi tecrübe içinde iktidarlara bakıldığında masumiyet karinesinin olmadığını, tam tersine zulümle abat olunmaya çalışıldığına şahit olmaktayız. O nedenle Fadlullah; “bu mutlak yöneticiye karşı kendinizi nasıl koruyacaksınız? O Allah’ın adıyla yönettiği için şu halde gözlerini yumup boyunlarınızı mı uzatacaksınız? Hiç kuşkusuz böyle bir durum teokratik yönetimlerden çok daha vahşi bir tabloyu oluşturacaktır. İnsan böyle bir vakayı nasıl yaşayabilir.”
Tarih boyunca tüm bunlara sessiz kalışımız istikrar adına olmuştur.
Bu anlayışın kabul edilebilmesi İslami açıdan da mümkün değildir. Bu nedenle de birçok alim bu anlayışı kabul etmediği için, zulme uğramıştır. Diğer tarafta ise sultanın gölgesinde, Müslümanların yararına olabileceğini düşündükleri istikrar adına, egemenliği kişilerin insafına bırakan âlimlerimiz de olmuştur.
Bu ya can korkusundan ya da dünya malına duydukları sevgiden kaynaklanmıştır. Muaviye’nin başlattığı ve daha sonrasında bazı alimlerce metodolojisi oluşturulan sulta anlayışının sorgulanmaması dahi kabul edilemez görünmüştür.
Bu anlayış çerçevesinde zalim sultana başkaldıranlar baği (bozguncu) olarak nitelendirilmiştir. Neredeyse istikrar adına her bir sulta sahibine bir “masumiyet” karinesi yapıştırılmıştır.
Hz. Hüseyin’in biatı reddederek, Kerbela’da nasıl şehit edildiğini biliyoruz. Egemenliği, Allah adına kullanarak nasıl zulme bulaştırıldığını görüyoruz.
Tarihi kaynaklara bunlarla doludur. Bu halifelik anlayışının kendi mecrasından koparılarak diktatörlüğe nasıl kaydırıldığını ve bu diktatörlüğün meşruluğunu ispatlamak için nasıl kaynakların ortaya konduğunu da biliyoruz.
Bugün Müslümanlar olarak diktatörlerden şikayet ettikçe bu diktatörlerin çoğu İslam adına yazılan kaynaklara başvurarak bizden itaat istemektedirler.
Biz ise geçmişi eleştirmekten korkan ve bugünkü diktatörleri eleştirirken, bunların o zamanlardan kendilerince bir meşruiyet zemini oluşturduklarını ise görmezlikten geliyoruz.
Allah, Peygambere hitaben “onlar arasında hükmettiğinde adaletle hükmet” (Maide Suresi, 42) Müslümanlara hitaben de; “insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmedin” (Nisa Suresi, 58) diye buyurmaktadır.
Adalet olmayan yerde mutlak anlamda zorbalık ve diktatörlük söz konusudur. Emevilerle birlikte oluşan anlayışlar; Sünni ve Şii paradigma kendi bulunduğu yerden ve karnından konuşmaya başlamış adalet mefhumu buhar olup uçmuştur.
Haber Ara