Dolar

35,1981

Euro

36,7471

Altın

2.968,65

Bist

9.724,50

Korucu despotizme yaslanıp meşrulaştırmak

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-10-05 14:06:42

Korucu despotizme yaslanıp meşrulaştırmak
On Kasım iki bin dokuz yılında bu sayfada; ‘İslami basının 10 Kasım'la (Kemalizm) imtihanı’ başlığı altında bir yazı yazmıştım.
Bir ideoloji/din haline getirilen, amentüsü, şartları, mevlidi olan ve halka dayatılan bu anlayışın İslami matbuata nasıl içselleştirildiğini yazmıştım.

Üzerinden yaklaşık üç yıl geçmiş, Ak Parti kongresinde Başbakanı dinlerken nereden nerelere savrulduğumuzu ve kimin kimle aynı mevkilere çıkarıldığını, Başbakanın ağzından duyunca bu yazıyı hatırladım.

Ey iktidar, neye kadirmişsin! dedim.

Eskiden Müslümanların değerlerini yok sayan kurucu ideoloji ile ilgili konuşurken, o dönemin mevcut despotizmin direk uygulayıcıların üzerinden konuşurduk. Dedelerimizin ve babalarımızın neler çektiğini birbirimize anlatır ve dinimizi en güzel biçimde nasıl tekrar yaşamamız gerektiğini duyar veya anlatırdık.

Belki de bu unutulmayan geçmiş nedeniyle kurucu ideolojiyle hiçbir zaman barışık halde olmadım. Eğer o geçmiş diri tutulmamış olsaydı, bizde okullarındaki resmi tarih gölgesinde inşa edilecek ve kaybolup gidecektik.

İşte bu anlayış ve sözlü/yazılı tarih hem bize gerçekleri gösterdi hem de İkinci ve üçüncü şahısları sadece emir uygulayıcılar olarak okumamızı ve önemsememizi sağladı.

Başbakanı dinlerken durumun epey önce değiştiğini ya görmedik ya da görmek istemediğimizi anladım.
Konuşmaları önce kurucu ideolojinin bir dayatması zorunluğu olduğuna ve eğer bu ilahlaştırılmışlar üzerinden laf söylenmez ise yol yürünmeyeceğine inanıyorduk.

Onun için bu ideolojinin ritüellerinin konuşmalarının da belirlenen isimleri zikretmek bir zorunluluk olarak görülüyor ve bizde buna inandırılmıştık.

Şartların değişmesiyle, bizim de evirildiğimizi görmüş olduk.

Geçmişle hesaplaşmalarımızı, değerlerimizi devrimleriyle yok eden, hukuksuzluğuyla tarihe bir kazık diken Kemalizm ve kurucusu ile hiç barışık olmadık, çünkü kendisi bir sopa haline getirilmiş ve onunla her zaman ve her mekânda dövülüyorduk.

Bu duygularımızı incittiği gibi canımızı ve ruhumuzu da çok acıtmıştır.

Konuşmaya baktığımızda duygularımızın incitilmesi ve canımızın acıtılması hep başkalarına yüklendi ve asıl gerçekten kaçınıldı. Onun için “on yılda on milyon insan”ı savurduk ve düşünmeyecek ve geçmişi değerlendirmeyecek konuma getirdik.

Duygularımızı inciten ve canımızı acıtan kurucu ilah meğer bizzat bizi Müslümanca dönüştüren imiş de haberimiz yokmuş.
Evet, üç yıl önce şöyle demiştik;

Hayatı şimdiye kadar hangi sığ sularda akıttıklarına.

Düşüncelerini sloganlardan öteye taşımadıklarına.

Konjonktür dedikleri yeni mürşitlerine nasıl ram olduklarına.

Hayatı, Kemalizm anlayışının kalıpları içine nasıl gömdüklerine.

Dayatmanın yön değişikliğine.

Bu kesimin nasıl kavradıklarına ve kıvırdıklarına.

Zenginleşmenin ufuk bozukluğuna.

Yıllarca bunun üzerinde rant edinen yazarını nasıl gözettiklerini unutup, beyanatlarına.
Beyanlara ve beyanatlara….

Şimdi bütün bunlardan ne çıkarmalı…

Bugüne kadar ileri sürdükleri argümanların yanlışlığını kabul ettiklerini söylenmeli midir?

Haber yapayım diye övgülere boğdukları ve şimdiye kadar İslamı yok etmeye yönelik tüm çabaları unutalım mı istemektedirler. Başörtü yasağını dün çıkmış ve Kemalizm’le bir ilgisinin olmadığını bize telkin etmeye mi çalışmaktadırlar?

Bütün bunları nasıl okuyalım. Bari birileri çıkıp bize açıklasın. Yanlış yoldaysak, dönelim. Tövbe edelim, şimdiye kadar ki yanlışlarımız bağışlansın!

Ya da bizim bildiğimiz Kemazlizm putunun dışında başka şeyler vardır bize yanlış anlatıldı, bari onları anlatsınlar bize.
Bir iktidarla zihin bu kadar dumura uğratılamaz. Düşler yok edilemez.

Kahrolsun ikinci şef, yaşasın birinci şef.

Getirildiğimiz nokta bu, ötesi yok.

Haber Ara