Bir tarafta Mavi Marmara davası sürerken diğer tarafta ise İsrail ve Türkiye arasında müzakereler kör topal bir şekilde yürütülmektedir.
Bu saldırı uluslararası hukuk hiçe sayılarak gerçekleşmiş olmasına rağmen açılan davanın bu kadar yavaş yürümesinde bazı güç odaklarının nelere kadir olabileceğini göstermektedir.
Uluslararası sularda bir başka ülkeye ait gemiye saldırıp vatandaşlarını katletmek bir savaş sebebi olarak görülmektedir.
Yapılacak ilk şey saldırgan ülkeye ültimatom verip sonuca göre karar vermekti. Fakat karar gecikmiş olsa dahi İsrail hükümetinin özür dileyip müzakerelere başlaması Türkiye hükümeti için bir başarı olarak gösterilmesi için sonuçlara bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye’de yürütülen ve içinde dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı RauAlufGabielAshknazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı EliezerAlfredMarom, İstihbarat Başkanı AmosYadlin ve Hava Kuvvetleri Komutanı AvishayLevi'nin yargılandığı davanın 5. duruşması geçenlerde Çağlayan adliyesinde yapıldı.
İsrail’in bu ültimatoma karşılık vermesinin en önemli nedenlerden biri yargılanan bu şahısların ceza alıp kırmızı bültenle yakalanma korkusu yaşamasıdır.
Onun için anlaşmanın uluslararası sözleşme statüsünde Meclis’in onayına getirilmesi yönündeki formülün de, iç hukuk sisteminde anlaşmaya karşı dava açılabilmesinin önüne geçilmek üzere geliştirilmeye çalışıldığı iddia edilmektedir.
Böyle bir süreç işlerlik kazanırsa İsrail’in uluslararası sularda gerçekleştirdiği bir katliamdan da sıyrılmış olacaktır.Artık İsrail’in hukuk tanımazlığının önünü kimse de alamayacaktır.
İsrail’in, özür ve tazminat ödemesi için masaya bazı koşullar sürdüğü ileri sürülüyor.
Bunların; “Türkiye’nin, İsrail aleyhine açılmış olan tüm davalardan feragat etmesi”, “Bundan sonra İsrail aleyhine açılacak tüm davalarda maddi ve manevi sorumluluğu Türkiye’nin üstlenmesi”, “Mavi Marmara olayının İsrail’in kusuru olarak değil, ‘operasyon kazası’ olarak kabul edilmesi”, “yapılacak ödemenin bir ‘tazminat’ değil, oluşturulacak bir fona yardım’ olarak verilmesi”, “ölen ve yaralanan kişilere ödenecek paranın yanı sıra, gemiye verilen hasarın da ödenecek para içinde yer alması” yönünde olduğu iddia edilmektedir.
İsrail’in ileri sürdüğü tüm bu şartlar uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirdiğinde, İsrail’in uluslararası arenada kendini temize çıkarmak olarak okunmaktadır.
Böyle bir durumun Türkiye tarafında kabul edilmesi hem şehitlerin ruhuna hem de Filistin davasına ihanet olarak okunacağı muhakkaktır.
Davanın sürdüğü Çağlayan Adliyesi önünde gerek Bülent Yıldırım’ım konuşması gerek basın açıklaması Mahkeme’de delillerin bu kadar net olmasına rağmen neden hala bir cezanın verilmediğinin nedenini bu ara bayağı popüler olan “paralel yargıya” ve bunların İsrail ile iş tutmalarına bağlaması davanın neden sonuçlandırılmadığının sebebini gözler önüne sermek gibi görünüyor.
Mavi Marmara davasının İsrail için en korkutucu yanı basın açıklamasında da belirtildiği gibi; “Eğer bu davadan bir yakalama çıkarsa, Siyonist rejim dünya tarihinde ilk defa bir ihlalinden dolayı bu denli cezaya yaklaşmış olacaktır. Böylesi bir karar, kendi vatandaşlarının hukuki haklarını uluslar arası saldırganlığa karşı savunulması noktasında Türkiye’nin prestijini de arttıracaktır. Mavi Marmara’da şehit edilenlerin tamamının Türkiye vatandaşı olması Türkiye’deki davayı diğerlerinden çok daha önemli kılmaktadır ancak tek dava bu değildir. Saldırgan İsrail askerlerine yönelik değişik ülkelerde ve hepsinden önemlisi Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde açılmış olan diğer davalar da buradan çıkacak karara göre şekillenecektir.”
Önemli olan Türkiye’nin İsrail dostlarına karşı ne kadar direnç göstereceğidir. Bu direnç uluslararası hukukun keyfiliğine bundan sonraki süreçte de nasıl bir tavır belirleyeceğini bize gösterecektir.
Mavi Marmara davası hukuk ve gücün mücadelesi olarak okunması gerektiğini düşünüyorum. Ya güç kazanacak ya da adalet yerini bulacaktır.
Eğer adalet yerini bulursa bundan sonra dünyada oluşabilecek hukuksuz infazların önü alınabilecektir.
İşte Mavi Marmara davası burada turnusol görevi üstlenmiş durumdadır.