Modern Eğitim sistemi
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-03-20 15:39:58
Çok bilinen bir hikaye ile başlamak istiyorum.
Adamın biri oğluna yaptım olduğu davranışlarından dolayı oğluna; “sen adam olamazsın” dermiş. Çocuk bunu kafaya takmış ve bunun üzerine okula gitmeye başlamış ve nihayetinde, babasının yaşadığı ile vali olarak atanmış. İki jandarmayı babasını getirmek üzere köye göndermiş. Jandarma iyice yaşlanmış olan adamı alıp getirmiş ve valinin karşısına çıkarmışlar.
Vali beyimiz ihtiyara dönüp; “beni tanıdın mı?” diye sormuş. İhtiyar adam tanımadığını söylemiş. Bunun üzerine vali; “İşte senin adam olamayacağını söylediğin oğlunum, sen adam olamasın dedin. Ben ise vali oldum.”
İhtiyar adam oğluna dönüp tarihi sözünü söylüyor; “Ben sana vali olamasın demedim, ben sana adam olamasın dedim. Eğer adam olsaydın beni bu ihtiyar halimle ayağına getirmezdin. Kendi ayağıma gelirdin” der. Hikaye burada bitir.
Modern ulus devletlerin eğitime yüklediği anlam, kendilerinin kurmuş olduğu sisteme muhalif yetişmeyecek ve emir komuta zincirinin dışına çıkmayacak bireyler yetiştirmektir.
Bu çarkın iyi işlemesi için ise çeşitli bilimsel ve pedagojik formasyonlar ortaya koymuşlar. Bu formasyonlarla bir çark inşa etmişler. Bireyi bu çarkın içinde ne kadar tutabilirlerse, o kadar adamlıklarından alıp, hadımlaştırdıklarını düşünüyorlar.
Bu konuda haklılar. Birey bu çarkın içine alınarak törpüleniyor. Ailesine yabancılaştırılıyor. Bağlılıklar inceltilip en küçük bir sorunda kopartılıyor. Çark ne kadar kısa ise birey o kadar özgür düşünebiliyor. Onun için modern ulus devlet aygıtı bu sürecin içine giren bireyi tüm benliği ile koparmak istiyor.
Kendine kuşun asker yetiştiriyor. Okul ve kışla arasındaki farkı ortadan kaldırıyor. Kimliksizleştiriyor, bununla yetinmiyor ayrıca şahsiyetsizleştiriyor da. Yıllardır bunu gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Buna rağmen istenen hedefe ulaşılamadığı için süreyi uzatmayı öngörüyorlardı.
28 Şubat ideolojik bir kaygıyla bunu sekiz yıla çıkardı. Böylece kendilerinin kurduğu ve bir türlü önünü alamadıkları İmam Hatip Liseleri’nin önünü almaktı. Belki kuşun asker pozisyonun dışına en fazla bu kesimden insan çıktığına inandıkları içindi.
Fakat yine istenen sonuç alınamadı. 2005 yılından beri 7 çok geç 5 yaş reklamlarıyla çocukları ailelerinden daha erken koparmanın yollarını arıyorlardı. 4+4+4 bunu sağlayacağa benziyor. 28 Şubat’ın getirdiği kötülüğü bertaraf etmek için bizleri ya bu ya şu tercihi arasında sıkıştırmak anlayışı sorunlu bir anlayıştır.
Mevcut sistem insanlığımızdan aldığını mesleki yeterlilik olarak kazandırmak arzusundadır. Böylece mesleğini yapmak dışında hiçbir şey düşünmeyen bireylere kavuşmuş olacaktır.
Bunların anlaşılması için eğitim anlayışının tarihine bir göz atalım.
Batı anlayışı eğitimi, “iyi” kabul edilmeyen “günahkâr”, “kötülüğe eğilimli”nin sembolü olan çocuğun üzerinde mutlak bir hakimiyet kurarak onu kilise, manastır ve Cizvit kolejlerinde “iyi olmaya doğru evrilmek” olarak anlıyordu.
Tanrı adına kilise yetkilerine karşı tam bir “itaat”i savunan bir anlayışla hareket ediliyordu. Aslında çocuklar eğitilmiyordu, yaptıkları şey; çocuk üzerinden tüm aileyi ve toplumu krala/kiliseye karşı “gönüllü kulluğa” çağırmaktı/zorlamaktı.
Aydınlanma dönemiyle birlikte 18. yüzyılda ikinci yarısından itibaren “kötülüğün” nedeni “çocuktan” alınarak “toplum”da aranmaya başlandı. Eğitim ile yurttaşın birbirleri için vazgeçilmez ve hepsini devlet için olduğu yeni bir toplum iktidar ilişkisinin temeli de “okul inşa ederek” atılmış oldu.
“Devletin çocukları devletin üyelerinden başkalarına teslim edilmeyecekler” düşüncesinden hareketle kilisenin yerini artık devlet aldı. Okulun temel işlevlerinden birini, uslu, itaatkar ve iyi vatandaş yetiştirmek üzerine kurdu. Hedefinde toplumun devlet ideolojisi çerçevesinde şekillendirilmesi vardır. Bunun için çocuğu ne kadar erken alırsa o kadar biçimlendirdiğine ve ne kadar çarkın içinde tutarsa o kadar başarılı olacağını düşündü.
Bugün okullara yüklenen işlevlere baktığımızda şunları görmekteyiz; Okulun bir işlevi, “disiplin”dir. Yani ayarlanmış kafalar yetiştirme ve bunun hayatın her alanına taşınmasıdır. Aslında temel hedef insanın tamamen kurumlara bağımlı hale getirilmesidir. Artık en temel ihtiyaçlarını dahi kurumlar olmadan gerçekleştiremeyecektir.
Okula yüklenen bir diğer işlev ise, ulus-devletin kutsallarının aşılanmasıdır. Temel kutsal ise; olabildiğince içine milliyetçilik sosu katılmış “vatanseverlik”dir. Aslında okul, varolan düzenin bir güvencesidir.
Okulun başka bir işlevi ise, bir takım bilgi, beceri ve teknik donanım bilgisi sağlamasıdır. Toplumun bazı ihtiyaçlarını karşılayacak “meslek erbabı” vatandaşlar yetiştirmektir. Elbette bu saha uzmanı vatandaşlar “buyurgan fikirler” eşliğinde yetiştirilecektir.
Bugün gelinen noktada “öğrenmenin yaşı yoktur” düşüncesi giderek “öğrenciliğin yaşı yoktur”a dönüşmekte “sürekli eğitim” yoluyla yurttaşlarda öğrenci kategorisinde değerlendirilerek, diğer kurumlarında okul işlevi görmesi sağlanmaktadır. Yani bir bakıma okulun avlusu giderek büyümektedir. Okul diğer kurumların prototipidir.
Okul; akli, fikri ve felsefi bilimleri öğretmek, bir takım bilgi, beceri ve mesleki bilgiler kazanma amaçlı olduğunu iddia etmektedir.
Evet bunlar doğru olabilir. Ama çarkın genişliği ne kadar büyük olursa, insanlardan, adamlıklarını almaktadır. Kalıplaşmış düşüncenin dışında bir şeylerin olmasına müsaade etmemektedir.
Bugün batının kendi içinden, bu eğitim anlayışına ve bunun kurumlaşmış şekli olan okula karşı oldukça keskin sayılacak eleştiriler yapıldığını da bir tarafa not etmeliyiz. Örneğin “Okulsuz Toplum”, “Zorunlu Eğitime Hayır” gibi kitaplar yayınlanmaktadır.
Haber Ara