Muhafazakârlaşan İslamcılık mı?
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-07-15 15:21:29
İslamcılık kavramı herkes tarafından aynı anlamın yüklendiği veya aynı şekilde anlaşıldığı söylenemez. Kişi, İslamcılığın neresinde duruyorsa ona göre bir anlam yükleyip ya ona göre kendini tanımlamakta ya da karşı cephe alarak farklı bir anlam üzerinden düşmanlık beslemektedir. Yazının daha iyi anlaşılması için İslamcılık dendiğinde “ben ne anlıyorum”u biraz açmam gerekecek. İslamcılık öze dönüş hareketi olarak okumak mümkündür. Böylece İslam’ın doğrusunu, doğrusu olarak kabul eden, İslam’ın kendisine teklif ettiği düşünce ve eylemi samimi bir şekilde anlama, arınma, arama ve gerçekleştirme çabasıdır. Kur’an-ı Kerim’i günümüz şartlarına taşıyarak anlayış ve yaşamın, düşünce ve eylemin modern yaşamın çıkmazlarından azade kılarak, yaşanabilir bir dünyanın yeniden ikamesi olarak da okunmasıdır. Bu anlayış muhalif bir duruşu içinde barındırdığından modern dünyaya karşı sorgulayıcı ve güçlü dalga da oluşturacaktır. Bu anlamda İslamcılık dünyevileşmeden dünya ile kurulan tarihsel/bugüne dair -ama modern değil- bir ilişki biçimidir.
İslamcılık düşüncesinin bizzat kendisi de moderndir denebilir ama İslam’ın geleneğe kurban edildiği, pagan kültürlerin İslam düşüncesi üzerinde oluşturmuş olduğu sis perdelerinin aralanması için modernizm çıkmazıyla karşı karşıya gelmesi gerekiyordu, bu sorgulayıcı ve öze dönüş hareketinin başlaması için. Ortaya çıktığı dönemin şartlarının getirmiş olduğu dar ve pozitivist algılamaların düşünceye bazı olumsuz katkılarının olması da mümkün olabilir. Bu insanın içinde bulunduğu tarihi süreçle olan bağlarının bir neticesidir. Önemli olan bu düşüncenin insanı çağırdığı ana kaynaktır. Bu kaynağın tarihin uzun bir döneminde raflara kaldırılası ve saygı duyulması dışında neredeyse hayatın tümünden azade kılındığı bir dönemde dikkatlerin buna yani Kur’an’a çekilmesidir. Süreç içinde özellikle seksen sonrası gelişmeler İslamcılığın kendini ifadede daha özgün ve tüm pozitivist algılamaların dışında imkân bulduğu söylenebilir. Fakat bu sürecin dar cemaatsel kaygılar içinde istenen zirveyi de düşünce gerçekleştirmediği bilinmektedir.
Bütün bunlara rağmen kirletilen bir dünyaya, sömürülen bir insanlığa kurtuluş reçetesi sunabilecek tek düşüncenin de İslamcılık olduğu gerçeği inkâr edilemez. Şahısların kaygan zeminlerde kaybolup gitmeleri, dünyalıklar içinde yeni artistik patinaj refleksler göstermeleri İslamcılık düşüncesinin kaybolduğu ya da muhafazakârlaştığı söylenemez. Bu düşüncenin değil bireylerin tercihlerinin değişimi olarak görmek daha doğrudur.
Türkiye’de İslamcılık ve muhafazakârlık çoğu zaman birbirine karıştırılmaktadır. Birçok akademisyen alan çalışmalarında bu iki kavramı birbirinin yerine kullanabilmektedir. Muhafazakârlığın yükselmesini, İslamcılığın yükselmesi olarak okuyabilmektedir. Oysa İslamcılığı, muhafazakârlıktan ayıran temel bazı parametreler vardır. İslamcılığın kendine yüklediği bir dava misyonu vardır. Bu misyonunun ana eksenini, inandığı vahiy oluşturmaktadır. Bundan güç alarak düşüncesini oluşturmakta, İslami hükümlerin toplumsal hayatın düzenlenmesinde etkin olmasını istemektedir.
Muhafazakarlık dediğimiz kavramın bizzat kendisi batılı bir kavramdır ve moderndir. Meşruiyetini toplumun yaşam tarzına/geleneğinin sürdürülmesinden kazanmaktadır. Geleneksel dini ritüelleri yerine getiren ve dinin gelenekle iç içe geçmiş ve silikleşmiş yönünü yani diğer pagan kültürlerin dönüştürdüğü bir din algısı üzerinden hayatiyet bulur. Türkiye’de muhafazakârlık tam da bunun karşılığıdır. Ak Parti’nin kendini “muhafazakâr demokrat parti” olarak tanımlaması, toplumun bu oluşturmuş olduğu geleneğiyle barışık din ve dünyanın iç içe geçtiği dünyanın dini belirlediği bir toplumsal taban üzerinden siyaset yapma isteğidir. Bu anlamıyla muhafazakarlık toplumun dinini belirleme ve ne kadarını toplumsal yaşamın içinde gösterilebileceğini de belirleyen bir yerde durmaktadır. Laiklik bu anlayışın temel vazgeçilmezidir. Burada laikliğe yüklediği anlam din devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil, devlet erkiyle dinin toplumsal hayatta hizaya getirilmesidir de. Başbakan’ın Mısır’da istediği devlet modeli tamda bu anlayışın karşılığı değil midir?
İslamcılık dünya ile olan ilişki biçimini adalet merkezli bir anlayışa oturtmaktadır. Olabildiğince dünyevileşen ve biriktirdikçe biriktiren, fakirini düşünmeyen bir anlayışı kabullenmez. Rahat bir yaşamın peşinde koşanlar işte bu düşünceden kendilerini azade kılarak muhafazakârlığa geçiş yapmaktadır.
Buradan meseleye bakıldığında İslamcılığın muhafazakârlaştığı söylenemez. Sadece İslamcı düşünce içinde bulunmuş bireylerin dünya ile olan ilişkilerinde geldikleri yer, olabildiğince yorucu ve bu dünyada da bir karşılığı olmayan İslamcılık düşüncesinden dünyevileşme dünyasına atlaması olarak okumak gerekir. Bu değişimden ruhsal bir bulanım yaşamamak için de en azında ritüellerin büyük bir kısmını buraya taşınmaktadır. Sadece bununla yetinilmedi eski dil alışkanlıklarının bir kısmını da buraya taşıyarak sorunsuz bir yaşam alanı oluşturmayı başardılar. Her ne kadar birçok araştırmacı “İslamcıların, iktidara geldikten sonra İslamcılıklarından vazgeçmedikleri sadece İslamcılığın siyasal iddialarından vazgeçtiklerini” söyleseler de İslamcılığın temel siyasi söyleminden vazgeçmenin İslamcılık düşüncesinden de vazgeçme olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Araştırmacıların bu ideaları, diğerlerin İslamcılıktan vazgeçip muhafazakârlığı seçtiklerini gölgelememektedir.
Muhafazakâr siyaseti bu kadar hızlı yükselten durum, onların hayatı/dünyayı önceleyerek İslamcıların hiçbir zaman ulaşamayacakları toplumsal bir kesime ulaşmalarını sağlamıştır. İslamcılar burada neden bu kadar halka ulaşamadılar eleştirisi getirenlere verilecek cevap mutlaka vardır. Muhafazakâr toplum, rahatını bozacak düşüncelerden olabildiğince hep uzak durmuştur. Tarihin uzun dönemlerinden bugüne gelindiğinde toplumun kimlik, adalet anlayışlarında ciddi zedelenmeler olmuş güç karşısında boynu eğik bir anlayışla hareket ettikleri görülmüştür. İslamcılık sürekli bir düşman olarak görülmüş ve ona göre baskılar oluşturulduğundan dolayı da toplum korkudan uzak durmaya çalışmıştır.
Oysa kendini muhafazakâr olarak tanımlayan ve öncesinde de belediye başkanlığı yapmış ve ciddi bir başarı sağlamış birinin, hem de kendilerinden birinin seçilmemesi için bir neden yoktu. Halkın sosyoekonomik gelişimi, yeni siyasal ve kültürel alanlarda halkın dininin yeniden yaşanabilir kılınması, dayatmacı ve baskıcı laiklik anlayışının sekteye uğraması olarak görüldü. Oysa İslamcıların seksen sonrası başlayıp ve giderek genişleyen başörtüsü sorunu İslamcılığın bir meselesi olarak görüldüğünden hala çözülmüş değildir. Bunun için toplumsal bir mutabıklık arayan bu anlayışın İslamcılıkla adlandırılması ne kadar doğrudur. Din eğitiminin devletin tekilinde tutulması da bu anlayışın dönüşümünü göstermektedir.
Türkiye maddi düzeyde Müslümanlar lehine değişme/dönüşme görüntüsü vermesine karşın manevi ve deruni düzeydeki değişim/dönüşüm İslam ve Müslümanların aleyhinde seyretmektedir. Evet, artık devletin önemli kademelerinde İmam-Hatip kökenli bürokratlara çokça rastlamak âdetten sayılmakta; ancak bu durum belki daha çok muhafazakârlaşma anlamı taşıdığı gerçeği görmezlikten gelinmektedir. Birçok İslami sembol ve dilden faydalanarak kendilerine dair yeni modern bir hayat tarzı ortaya koydukları gerçeği medyada da “süslümanlar” adı altında tartışılmaktadır. Bugün Modernliğin muhafazakârların eliyle yerlileştirilmesi demek İslam’ın içsel olanının dünyevileştirilmesidir.
Bünyamin Bezci, Nebi Miş birlikte hazırladıkları “İslamcılığın Dönüşümünü Tartışmak: İslamcılığın Dört Hali Ve Muhafazakârlaşmak” adlı makalelerinde de dile getirdikleri gibi; “Muhafazakârlar, içine doğdukları modern hayatı önceleyerek iman ettikleri metinle ilişki kurmaya çalışmaktadır. Yorumsamacılığın ve tarihselciliğin kurgulayıcı araçlarıyla metni yeniden okumaya tabi tutmaktalar. Klasik İslamcılar, metni köklere dönerek okumaya çalışırken, gelenekle çatışmışlar ve atalarının yaşam tarzlarına yabancılaşmışlardı. “Yeni nesil İslamcılar”, metni zamanın ruhu ile uzlaştırmaya çalışmaktadır. Muhafazakârlar arasında siyasal demokrasi kavramı kabullenilmiş bir alışkanlık kazansa da, modern hayat tarzı karşısında batılı benzerleri gibi halen mesafelerini korumaktadırlar.”
İslamcılığın yüklendiği anlam ve misyon olarak muhafazakarlaşmayacağı ama İslamcılık geçmişi olan bireyleri dünyaya tamah ederek muhafazakar birey olmasının mümkün olduğunu bize göstermektedir. Muhafazakârlaşan birey İslamcılık çerçevesindeki iddialarından vazgeçmiş demektir. Yoksa İslamcılık ve muhafazakârlığın yan yan durması mümkün değildir. İkisinin gelecek tasavvuru farklıdır. Bugün İslamcılığın muhafazakârlaştığı tartışmasının hararetli bir şekilde tartışılmasının nedeni, eski İslamcıların yaşantılarındaki değişimin yanında mahalle değişimlerini de gerçekleştirmiş olmalarıdır. Bu bir tercih meselesidir kim ahiret hayatından isterse Allah onu, kimde dünya hayatı isterse Allah onu kendisine verir.
Haber Ara