Bu yüzden dünyadaki birçok sorunun mağduru Müslümanlar olmaktadır. Bunun büyük bir kısmında emperyalistlerin sömürülerin sonucu olsa da bir kısmı da Müslümanların yanlış yönlendirilmesiyle oluştuğunu söylemek gerekir.
Bu durum acı verecidir. Ama gerçeği yansıtmaktadır. Müslümanlar bugün durgun deniz gibidir. Hiçbir hareketliliğin olmadığı, sakin ve sessiz görünmektedir. İçinde biriken çerçöpü bu yüzden atamamaktadır. Dışarıdan ve uzaktan bakıldığında sakin ve huzurlu görünmesine rağmen yanına yaklaşıldığında koku ve çerçöpten geçilmemektedir.
Dalgası olmadığından içindeki bu pisliklerden kurtulamamaktadır. Bunun çabası içinde olanlar ise denizi dalgalandıracak nitelikte ya da nicelikte olamadığından bu süreci istediği şekilde değiştirememektedir.
Hareketliliği kendinden kaynaklanmadığı halde dışarıdan denize düşen bir damlayı kendinden sanmaktadır. Bu damla sonucu dalgalanmaların oluştuğunda ise artık ortaya çıkan hareketlenme kendinden değil dışarıdan bir yönlendirmeyle gerçekleşmektedir. Fakat bu dışarıdan denize olan müdahaleler belli bir amaç çerçevesinde olduğundan damlayı gönderenin istediği sonuçları elde edebilecek şekilde deniz hareketlenmektedir.
Dışarıdan müdahalelerle gerçekleşen bu durum ister istemez dalgalanmalara sebebiyet vermektedir. Bir hareketlilik söz konusudur. Ama bu sefer bu çerçöpler istenen yere sürüklenmediği gibi deniz içindeki tüm tarafların içine de bir fitne unsuru olarak girmektedir. Bu, tam da istenen bir durumdur. Deniz, dalgasıyla kendi içini temizlediği düşüncesine kapılırken, aslında değişen bir şeyin olmadığı sadece dışarıdan müdahalelere verilen tepkilerle bir anlık rahatlamadan öteye gidilmediği görülecektir.
İslam toplumu da aynen bu durumdadır. Kendi gündemini belirlemekte acziyet içindedir. Gündemi denize dışarıdan damlalar ve rüzgarlar gibi müdahale edildiğinde tepki gerçekleştirmektedir. Bu durunda bu tepkilerin olumlu bir şekilde cevap bulmasını sağladığı söylenemez. Benim yazın başında belirttiğim Müslümanların bir strateji geliştirme konusunda yetersizliklerini dillendirmem bundan kaynaklanmaktadır.
Bugün biz Mısır’daki idam kararlarını konuşmaktayız. Bunun için meydanları doldurmaktayız. Yüzümüzü Avrupa Birliği ve Amerika’dan gelebilecek tepkilere yönlendirmiş bulunmaktayız. Ama Batılı anlayışın ikiyüzlülüğünü bilmemize rağmen hale yüzümüzün o tarafta olması acı verecek bir durum değil midir?.
Mısır’da olayların buraya varacağı bekleniyordu. Bunun için bir adım atılmadı. Oysa İslam İşbirliği Teşkilatı üzerinden insan hakları bağlamında mahkemelerin kurulması için adım atılabilirdi. Darbe sonrası hukukun tarafsız olamayacağından alınabilecek tüm kararların iptali sağlanabilirdi.
Ne yazık ki bunlar için hiçbir şey yapılmadı. Bıçak kemiğe dayanıyor ve ondan sonra biz feryatlara başlıyoruz. Ama bu feryatlar bir sonuç vermiyor. Bunun için uzun soluklu stratejiler geliştirmemiz gerekir.
Kendi denizimizi kendimiz dalgalandırmadıkça biz daha çok yapay dalgalarla sürüklenmeye devam edeceğimize benziyoruz. Buna dur dediğimiz an, kendi sahibimiz olduğumuz andır.
Aksi takdirde biz bu çerçöp içinde debelendikçe bizi yönlendirecek devletler ve kuruluşlar çok olacaktır.
Kendi eğitim sistemi, düşünce üreten kurumlar, stratejik belirleyen kuruluşların aciliyeti olmasına rağmen hiçbir zaman buna yönelik gerekli adımları atamadık. İnsani yardım kuruluşlarından daha çok geleceğimizi çok yönlü çizebilecek kuruluşların hayata geçirilip diğer Müslüman halklarla işbirliği içinde gündem belirleyecek konuma gelmemiz gerekecektir.
Yoksa şiddet dışında bizim yol olarak sunacak bir şeyimiz kalmayacaktır.