Yaklaşık iki yıl önce Radikal Gazetesine bir yazı düştü. Bu yazıda “Kanada Başbakanı Stephen Harper, mecliste düzenlenen törenle asimilasyon amacıyla devlet okullarına zorla gönderilen yerli Kanadalılardan resmen özür dilediği” yazılıyordu. Tunus’ta başlayıp, Mısır’da zirve yapan ayaklamalara baktığımda, Harper’in sözü, Hüsnü Mübarek’in dünkü Televizyonlardaki canlı konuşmasından sonra tekrar hatırladım.
Sömürülmüş zihinden, bağımsızlık beklenir mi? ben buna inanmayanlardanım. Ayaklamaların yapıldığı hiçbir ülkede, liderlik vasfına sahip ve halkı dönüştürebilecek bir lider görünmüyor ortalıkta. Tunus için Raşid El-Gannuşi (kendisini şahsen tanıyan biri olarak) bu devrimin altından kalkacak bir özellik taşımıyor. Zihinsel bir dağılma yaşamış ve genelde de sığ sularda yüzmektedir.
Mısır için Müslüman Kardeşler teşkilatı bu işin içinden hele hiç kalkamaz, Mısır halkının dönüştürülmesiyle birlikte onlarda dönüştürülmüş durumdalar. İsterseniz bu dönüştürmelerin dünyadaki tarihine bir göz atalım.
Amerika ve Afrika kıtasında yaşayan yerli halka soykırımın yanında geri kalanına ise çok ciddi asimilasyon politikalarına tabi tutuldukları bilinen bir gerçektir. Onları insan yerine hiçbir zaman koymadılar. 15.yüzyılda deniz taşımacılığındaki gelişme Afrika’nın, Avrupa tarafından köleleştirmesini getirdi. Diğer tarafta ise Amerika’nın beyaz adam tarafından keşfedilmesiyle, yerli halkın kafa derileri kesilerek her taraftan kanların akmasıyla, Kızılderili ismini vermiş oldukları yerli halkı öldürmek ve asimile etmek üzere bir politika geliştirdikleri bilinmektedir.
1441 yılında, Portekizler ticaret için Afrika kıyısına gelmiş ve Gine kıyısından Portekiz’e on Afrikalı göndermişler. Bu köle ticaretinin daha önce Afrika’da gerçekleşen şeklinden farklı bir yöne kaydığını göstermektedir. 1500-1535 yılları arasında Benin, Köle Nehri, Arguin, Grain Kıyısı, Kongo ve Angola’da on ile on iki bin arasında köle satışı gerçekleşmiştir. Bundan sonra İspanya, İngiltere, Hollanda, Danimarka, Fransa köle ticaretini işlevsel hale getirmişlerdir.
Onların topraklarının işgal edilmesi yetmiyordu. O topraklar zorla onlara işletiliyordu yani zorla çalıştırılıyorlardı. Kimi altın ocaklarında, toprağın altında kalıyordu, kimisi de korkunç çalışma kamplarında yok oluyordu. Fakat o dönemin tarihçilerinden biri bu durumu şöyle ifade ediyordu. “Tembellikleri, sömürge halklarını doğal kayıtsızlığa, duyarsızlığa itiyordu; zorlu çalışmayı kabullenmektense ölmeyi yeğliyorlardı. Çoğu çalışmamak için eğlence olsun diye kendini zehirliyor, bazıları da kendilerini asıyor.”du. Yani neden nazlanıyorsunuz. Siz zaten “barbar”, “vahşi” ve “medeniyet yoksunu” insanlar değil misiniz? Öyleyse “sizin bu yaptığınız insanlığa sığmayan ve bizim tanımlarımızın doğruluğunu ispatlar.” Demeye getirmektedir. Bu düşünce ile aşağılamaya ve ötekileştirmeye devam edilmektedir. Burada biz sayı vermiyoruz. İşgal edilen yerlerden nüfusun kısa süre içinde 5 ya da 7 yıl içinde yüzde 80 varan bir eksilme bütün tarih kitaplarında yazar.
15. yüzyıldan, 18 yüzyıla kadar Avrupa’nın sömürgeleştirdiği dünyaya kısaca bir göz atmakta yara vardır: 1402’de İspanya, Kanarya Adası’nı, Portekiz’de aynı dönemde Açores’ı işgal ettiler. Asıl büyük sömürgecilik, Christophe Colomb’un 1492’de Amerika’yı ve 1498’de Hint yolunu keşfetmesiyle 15. yüzyılın son döneminde başlar. Bundan sonra her şey çok hızlı gelişecek ve hemen hemen bütün dünya bu sömürgecilikten payını kötü bir şekilde alacaktır. İspanyollar, Amerika’da Antiller’i, daha sonra 1519’dan itibaren özellikle Meksika’yı (Aztek İmparatorluğu) ve 1532’den itibaren Peru’yu (İnka İmparatorluğu) ele geçirdiler. 16. yüzyılın sonunda, Portekiz’in elinde Brezilya kıyıları ve bazı girilmesi zor olan Patagonya ve Amazon gibi sömürgeleştirilmemiş topraklar Orta ve Güney Amerika dışında İspanyollara’a ait olmuştu.
Fransızlar 1542den başlayarak Kanada’ya iyice yerleşirken; Portekiz, 16. yüzyılın birinci yarısı boyunca Hindistan, Malezya , Çin (Makao) ve Afrika’da ticari alanlar kurmuştu. 16. yüzyılın sonunda, 1587’de, Amerika topraklarında Virjinya’da ilk İngiliz sömürgesi oluşturuldu. 17. yüzyılın İspanyol imparatorluğu bütünü elinde tutuyordu. İngiliz ve Fransız sömürgeciliği de gelişmekteydi. İngilizler 1655’de Jamaika’yı İspanyollardan aldılar ve Hindistan’da ticari üstler kurmaya başladılar. Bu ve sonraki tarihlerde sömürgeciler arasında sömürgeler çeşitli zamanlarda el değiştirdiler. 18. yüzyılın güçlenen sömürgecileri Fransızlar ve İngilizler olmaya başladı. Hollanda’nın sömürgeleri olan Kap bölgesi, Seylan, Singapur gibi yerler Fransızlara geçti. Fransa, 1830’dan itibaren Cezayir, 1859 Çin Hindi’ni, 19. yüzyılın son çeyreğinde; Fransa, Madagaskar, Kuzey Afrika, Sahra, Batı Afrika’nın büyük bölümünü, Orta Afrika’nın Çad’dan Kongo’ya kadar olan çok büyük bölümünü sömürgeleştirmişti. İngilizler, Batı Afrika’da Nijerya, Altın Sahiller (Gana), Gambi, Sierra Leone, Mısır, Sudan, Kenya, Uganda, Güney Afrika, Rodezya gibi ülkeleri sömürgeleştirdi. Sömürgeciliğe geç katılan Almanya, Kamerun, Togo, Tanjanika, ve Güneybatı Afrika’yı yani Namibya’yı sömürgeleştirdi. İtalyanlar, Libya, Eritre, Somali’yi, Portekiz ise, Angola ve Mozambik’teki eski varlıklarını büyütmekle meşguldü. Belçika, Kongo ve Zaire’yi, Rusya bütün Türki cumhuriyetleri, 1918’e gelindiğinde birkaç ülke dışında Afrika ve Asya’da bağımsız ülke yok gibiydi. Bunlarda kültürel ve zihinsel sömürünün gölgesinden kurtulamamıştı.
Son 50 yıl içinde bu sömürgeleşmiş toprak parçaların aralarında bazı arızalar bırakılarak sözde bağımsızlıklarını kazandılar. Her ülke bir bağımsızlık günü ilan etmiş durumda ve her yıl bu ülke genelinde kutlanmaktadır. Fakat bu bağlamdaki kutlamaların siyasi olduğu ve gerçek bağımsızlığı içermediği bilinmektedir. Çünkü yapancı ekonomik ve kültürel tahakkümün bütün ağırlığıyla devam ettiği görülmektedir. Neyi üretileceği ve kaça satılacağı ülkenin halkı değil eski sömürgeciler belirlemektedir. Kimin nasıl düşüneceğine ve konumlarının ne olacağına da onlar karışmaktadır. Çünkü; “emperyalist yayılım, son tahlilde kültürel bir fenomen olan ırk merkeziyetçiliğine dayanmaktadır. Hakim ırk ve tali kabileler imajı ve sosyal Darwinizm teorileri, emperyalizmin ortaya çıkışında yer alan güçlü kültürel amillerdi. Seküler ve dini İncil yayılımcılığı da önemliydi tabii. Seküler evangelizm, batı medeniyetini yaymaya, Afrika’daki cehalet ve “barbarlığa” son vermeye ve “karanlık ve geri” toplumlara Avrupa’nın aydınlık meşalesini sunmaya çalıştı.”[1] “Afrika üniversiteleri aynı zamanda siyasi kurtuluş mekanizmaları ve kültürel bağımlılık vasıtaları olabilme özelliğine de sahipti. Afrika’daki üniversite mezunları, her yönden batılılaşmış Afrikalılar oldukları için, kültürel olarak da en bağımlı kimselerdi. Bu tip kimseler, ne büyük kültürel dirilişçiler arasında bulundular, ne de yerel inanç sistemlerine, linguistik miraslarına, eğlence biçimlerine ya da estetik tecrübelerine saygı gösterdiler. Sömürge düzenine son vermeye ve afrikanın kendi yönetim biçimini kurmaya istekli milliyetçileri üreten aynı eğitim kurumları, aynı zamanda kültürel sömürgeciliğin daimiliğini de sağlamış oldu.”[2]
Sömürgecilik şekil değiştirmişti. 15. yüzyılla başlayan süreçte insan gücüne dayalı bir sömürgecilik söz konusuyken, artık değişen şartlarla bu farklı bir şekil almıştı. Uygun insan gücü üretmek ve kültürel yozlaşma yoluyla pazarı yeniden belirleme. Bu sömürü ağı bazen şiddet boyutunu içine almaktan çekinmemektedir. Bazen kendileri işgal ettikleri ülkelere şiddeti götürürken (Afganistan, Irak, Somali), bazen de zihinleri işgal edilmiş işbirlikçileriyle bu işi yürütmektedirler (hemen hemen Afrika ve Asya’daki bütün ülkeler), bazen de kardeş kardeşe düşürülerek işin içinden çıkmaya çalışıyorlar (Filistin, Irak, Afganistan, Somali, Sudan, Ruganda).
Bütün bunlardan hareket ettiğimizde benim gördüğüm (İnşallah yanılıyorumdur) eski kralın öldürülmesi ve kral öldürülünce yerine getirilecek yeni kral arayışına girmektir. Teba’dan bundan fazlası beklenemez. Mısır, Tunus, Cezayir vd. silkinip zihniyet sömürüsüne dur demediği müddetçe de bağımsızlık ve adalet onları kuşatmayacaktır. Malcom X’in tabiriyle “ev zencisi” psikozundan biran önce silkelenmemiz gerekir.
[1] Ali Mazrui, “Çok Uluslu Bir Şirket Olarak Afrika Üniversitesi”, Der.Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, Sömürgecilik Ve Eğitim, Çev. İbrahim Kalın, İnsan Yayınları, İstanbul 1991, s. 62
[2] A.g.e. s. 64