PKK’ya karşı Kürdistan’da ilk Sivil Direniş ya da çocukları kaçırılan aileler
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-05-30 12:02:16
Devletin inkâr politikası son bulmuş, şehir, köy ve kasaba isimlerinin geri verilmesi için halk oylaması için kanun çıkarılmış, Kürtçe yayın yapan devlet televizyonu, üniversitelerde Kürk Dili bölümlerinin açılması sağlanmış ve Kürtçe ortaokul ve liselerde seçmeli ders olarak okutulmaya başlanmıştır.
Devletin köy yakma ve boşaltma zorbalıkları son bulmuş ve insanlar artık rahat bir şekilde evlerine istedikleri kadar yiyecek götürme özgürlüğünü kazanmıştır. Bir dönem alışık olduğumuz devletin baskıcı, sınırlayıcı, insan onur ve haysiyetini ayaklar altına alışını, son yıllarda neredeyse bölgede görülmüyor. İnsanlar devlet ile olan sorunlarını en asgari düzeye indirirken, örgüt ile ilgili sorunları ise hızla yükseldiğine şahit olmaktayız.
Uzun bir dönem Kürtler devletin baskıcı tutumu karşısında ne yapacaklarını bilmez durumundaydı. Tam bu soruna kendilerince bir cevap hazırlamaya başlamışlardı ki bu seferde örgüt diye bir bela çıktı karşılarına. İki güç arasında sıkışmak ve ikisi tarafından da güvenilmemek nasıl bir psikolojik travma meydana getirdiğini yaşamamışsanız bilemezsiniz.
Bu seferde iki tarafın da hışmını almadan işin içinden nasıl sıyrılacaklarının yolunu bulmaya çalışmışlar. Bunlarla ilgili onlarca fıkra, hikâye ve birçoğu da gerçekten yaşanmış olay vardır. Bunlar ağızdan ağza bir darbı mesel olarak anlatılıp durulur. Biz bu yaşanmışlıklardan Kürtlerin iki ateş arasında neler çekmiş olduklarını da öğrenmiş oluyoruz.
Bunlardan birinin, Kürt halkının iki güç karşısında ne kadar çaresiz olduğunu göstermesi bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. Olay söyle gelişmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden bir grup Hakkari’de yakılmış köylerle ilgili bir rapor hazırlamak için bölgeye gelmiş ve köylülerle bu konuyu görüşmek için bir araya gelmişler. Köylülere köylerin kimin yaktığını sormuşlar. Köylülerin cevabı; “onlar diyor ki onlar yakmışlar, onlar da diyor ki onlar yakmışlar.” “Peki, siz ne düşünüyorsunuz?” dendiğin ise cevapları çok manidar olmuş; “bizde onların yaktığını düşünüyoruz.”
Böylece suya sabuna dokunmadan ve kimseyle karşı karşıya gelmeden olayın içinden sıyrılmanın bir yolunu bulmuşlar.
Kürt açılımının üzerinden zaman geçtikçe ve halk politikleştikçe ya da bıçak kemiğe dayandıkça tepkilerin farklılaştığını görüyoruz. Bu sefer PKK’nın isteğiyle yeni karakol inşaatlarına karşı eylem yapan halkı meydanlarda ve eylemlerde görürken, PKK’nın yapıp ettiklerine karşı kimsenin sesi çıkmıyordu. Eylemler sırasında camları indirilen esnaf korkusunda ses çıkaramıyordu mesela.
Bu durum son bir aydır değişti. Çocukları dağa kaçırılan ya da kandırılan anne-baba, sonrasında yakın akrabaların PKK’ya karşı oturma eylemi yapmaya başlamasıyla bölgede artık ne istediğini bilen, korkuları aşan ve travmadan çıkan bir kesiminde olduğunu ortaya koydu.
Bu durum bölgede normalleşmenin başladığını ve demokratik talebin her iki güce karşıda kendini bulduğu anlamına gelmektedir. Son on yıl içinde devlet bölgede demokratikleştikçe, örgüt diktatörleşmeye ve kimseye hayat hakkı tanımamaya başlamıştı. Çocukları dağa çıkarılan ailelerden korkudan ses çıkamıyordu.
İlk kez M.S. Bökçüm’ün, daha önce kirli savaşa ailesinde birçok kişiyi kurban veren annesi oturma eylemi başlattı. Bu gerçekten bölgede örgüte karşı ilk sivil direnişti. Anne, çocuğuna kavuşmak için korku duvarlarını yıkmıştı. Eğer çocuğunu alamazsa ya dağda öldürülecek ya ölecek ya da hapsedilecekti. Bu zaten bir kayıptı, çocuk gittikten sonra kaybedilecek bir şeyinin kalmadığını düşünüyordu ve kelimelere basa basa çocuklarının kaçırıldığını söylüyorlardı.
Her ne kadar Selahattin Demirtaş; “Evet, giden çocuklar var ama kaçırılma değil, kendi istekleriyle gitmişler, biz takip ediyoruz. Biz ilgilenmeye çalışıyoruz, ailelere yardımcı olmaya çalışıyoruz. Tabii ki bu bizimle bağlantılı olan bir durum değil. Ne bizim talebimizdir, ne bizim organizasyonumuzdur, ne isteğimizdir. Ailelerin özellikle çocuklarımız kaçırıldı beyanlarının doğru olmadığını biz bir şekilde öğreniyoruz. Çocuklar kendi istekleriyle katılım yapıyorlar. Kaçırılma vakası tek bir vaka bile varsa bu konuda biz gereğini yaparız ama kendi isteğiyle giden çocukları da geri getirmek çok zor oluyor. Biz bu konuda da çaresiz kalıyoruz, bunun bilinmesi lazım.” diyorsa da on sekiz yaşından küçük çocukların anne ve baba kararı çerçevesinde hareket etme hukuki bir zorunluluktur.
Oturma eylemi Bökçüm ailesi için çocuklarına kavuşmakla sonuçlandı. Bundan cesaret alan yaklaşık on bir aile oturma eylemiyle çocuklarını PKK’dan istemeye başladı ve bunlardan ikisi Mazlumder İstanbul Şubesinde basın açıklamasıyla çocuklarını istekleri dışında ya da kandırılarak dağa çıkarıldıklarını söylediler. Böylece PKK, bölgede istediği gibi at oynatamayacağının ve demokratik ortam geliştikçe seslerin yükseleceğini bilmelisi gerektiğini anlayacak bir pozisyona geleceklerdir.
PKK’nın buna nasıl bir tepki gösterecekleri ve demokratik bir ortamı kaldırıp kaldıramayacaklarını ise ileri ki günler gösterecektir. Ailelerin bu isteğini görmezden gelen bir tutum sergilemeleri durumunda ciddi güven kaybına uğrayacakları kesindir.
Haber Ara