Dolar

35,1981

Euro

36,7471

Altın

2.968,65

Bist

9.724,50

Referandum karşısında Müslümanların açmazı

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-09-06 03:07:00

Referandum karşısında Müslümanların açmazı

Müslümanlar yaşadıkları ülkelerde inandıkları değerler çerçevesinde bir yaşam ortaya koyamıyorlar. Cahili sistem, onları şu ya da bu şekilde kuşatmış durumdadır. Müslümanların siyasi ve askeri gücü, sistemle olan mücadelesinde yeterli değildir. Sistem karşısında bu nedenden dolayı sesleri ne yazık ki gür çıkamıyor. Bunun temel nedenlerin en önemlisi cahili sistemle olan ilişkilerinin fıkhını oluşturamamalarından kaynaklanmaktadır. Bu fıkhın oluşması için zaten Müslümanlar arasında bir birliktelikten bahsetmekte mümkün değil. Birde Türkiyeli Müslümanların geçmişi sorgulandığında, tercüme faaliyetleriyle sağcı mukaddesçi anlayışından kopmaları 1970’lerde başlamış ama temel dinamiklerinin oluşması ancak seksen ve sonrasına dayanmaktadır. Bu dayanakların çok sağlam olduğu da söylenemez.

Müslümanlar Emevilerle başlayan saltanat anlayışının alimler arasında bir çıkar misyonunu sağlama bağlama pragmatizmine oturtulmasından beri, kurulu güç odaklarıyla nasıl bir hukuk oluşturacakları konusunda aralarında sürekli tartışmalar oluşmuştur. Kimileri mevcut konjonktür içinde Müslümanların daha fazla zarar görmemesi için güç odakların adaletsizliğine sığınıp vaziyeti kurtarmaya çalışmış, bazıları ise bu uğurda hapis ya da canını vermiştir. Ama güç odaklarını hep merkezlerine alma zorunluluğuyla karşı karşıya kalmışlardır. Allah adına yapılan adaletsizliklere göz yummuşlar ve mücadelenin hangi boyutta olması gerektiğini ve metotlarını, sistemin ve halkın tüm sosyolojik ve psikolojik yansımaları okunarak oluşturamamışlardır. Yapılan mücadeleler genellikle hayatın tümünü değil bir parçasını kapsayacak şekilde olmuştur. Bunu Türkiyeli Müslümanlar olarak da bugün dahi yaşamaktayız.   

Günümüze geldiğimizde ise Müslümanların yaşadıkları ülkelerin hemen hemen hiç birinde adaletli bir İslam rejiminde bahsetmek mümkün görünmemektedir. Kimilerin adı İslam olmasına rağmen Allah’ın hükümlerini çıkarlarının emrine amade kılarak Allah adına halklarına zulüm etmektedir. Emevilerle başlayan bu süreç birkaç istisna isim dışında sürekliliğini korumuştur. Aynı şekilde bu rejimler kimi alimler! tarafından ayet ve hadislerle meşru hale getirilmişlerdir. Dün getirenlerin çoğunlukta olduğu gibi bugünde getirenler çoğunluktadır.

Cahili sistemlerin oluşturmuş olduğu yasalar karşısında ne yazık ki Müslümanlar olarak dışında olamıyoruz. Cahili sistem, bizim isteğimizin hilafına tüm dayatmalarda bulunmakta ve bizi kendi çarkının içine çekmektedir. Bizi doğumumuzla birlikte kendi vatandaşı olarak damgalamakta ve bize çeşitli görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Hemen hemen hepimiz bu görev ve sorumlulukları istemeyerekte olsa yerine getirmekteyiz. Sistemin eğitiminden geçmekte ve ona askerlik yapmaktayız. Ekonomik faaliyetlerimiz onların kontrolünde ve onlara bu faaliyetlerimizi rahat yürütmek için haraç vermekteyiz.

Cahili değerleri dayatan bu sistemin çoğu ritüellerine katılmakta ya da çocuklarımızı katmaktayız. Bütün bunlara rağmen inandığımız inancımızın değerlerini günlük pratiklerini uygulama noktasına da ise engellerle karşılanmaktayız. Bizim onay vermediğimiz ve tasvipte etmediğimiz yasalarına da bizi uymak zorunda bırakmaktadırlar. Bu durum Müslümanların birçok parçaya bölünmüş olmasının yanında sistemi oluşturan kurum ve kuruluşların güç odaklarının elinde bulunması ve bu gücü kimi zaman Müslümanlara yönelik bir baskıya dönüştürmenin de etkisi vardır.

Bütün bunlar ve daha fazlasının olmasının nedeni; Müslümanların kendi aralarında oluşan metodolojik sorunları bir kenara bırakıp sistemle olan zorunlu ilişkilerinin fıkhını tartışmaktan aciz görünmelerinden kaynaklanmaktadır. Müslümanların, Müslümanlarla olan ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini adalet çerçevesinde hazırlanmış bir ahitname hazırlayarak işe başlamaları gerekmiyor mu? İşleri meşveretle olacak olan Müslümanların Hz. Muhammed (sav)’i, O’nun Habeşistan’a giden sahabelerinin oradaki tutumları ve günümüz Müslüman coğrafyasındaki Müslümanların yaşadıkları yerlerdeki cahili sistemlerle olan ilişkileri nasıl sağladıklarının tecrübesinin okunması gerekmiyor mu? Dünya üzerinde hemen hemen her yerde Müslüman alimlerin bu konularda yazdıkları eserler ya da yaşamlarından tecrübelerin de iyi gözlenmesi, şartların okunması ve ürettikleri çözümler okunmamalı mıdır? Böylece cahili sistemlerle olan ilişkiler ona göre belirlenebilsin. Güçlerini Allah’ın sınırları ve akidelerini bozmadan pazarlık konusu yapabilsinler.

Türkiyeli Müslümanlar olarak; parçalanmış ve olabildiğince küçülen lokal oluşumdan öte olmayan küçük yapılardan oluşmaktayız. Bunlarda olabildiğince dar ve kapalı bir lider etrafında toplanmış oluşumlardır. Dünyayı algılamaktan ve geniş bir perspektiften okumaktan acizdirler. Yaşadıkları toplumun sorunlarına gözlerini kapatan, kulaklarını tıkayan ve lokal oluşumundan adam kaybetmekten korkan yapılardır. Evet son yıllarda toplum meselelerini önemseyen, gündemlerine alan ve çözüm üretme gayreti içinde olan yapılarda vardır, ama yetersizdir.

Türkiye’de gündeme gelen her sorun, ister sisteme dahil olalım, ister dahil olmayalım bizimde sorunumuzdur. Bizi ilgilendirir. Çünkü biz toplumu ıslah etmeye talibiz. En öncelikli dayanağımız budur. Diğer taraftan ise sonunda topluma dayanan kirliliğin ucu bize de dayanacaktır. Dayansın ya da dayanmasın bizim o konuda söyleyecek bir sözümüzün olması gerekir. Kendimizi ondan uzak tutamayız. Kendimizi pislikten uzak tuttuğumuzu zannettiğimiz zamanlarda dahi o pisliğin üzerimize sıçradığını görmekteyiz. Önemli olan o pisliğin ne kadarının bize buluşmasını istediğimizdir. Referandum bu anlamıyla bizimde üzerinde söz söylememizi gerektiriyor. Cahili sistemin çıkardığı yasadır, Müslümanları ilgilendirmez deyip içinden sıyrılamayız. Çünkü daha önce biz kabul etmediğimiz ve cahili pagan kültürün bir yansıması olarak gördüğümüz bu yasalar göz önünde bulundurarak bizim üzerimizden tanklar yürütenler ve yine buna dayanarak bizi mürteci ilan edenler, bu değişiklikten sonrada biz istemesek de yine bize uygulanacaktır.

Referandum karşısında Müslümanların iki farklı tavır sergilediğini görmekteyiz. “Evet” denmesi gerektiğini belirten kesimin ileri sürdüğü argümanlara baktığımızda, neden “evet” dedikleri ortaya çıkacaktır. Bu kesim, 12 Eylül tarihinde gerçekleşecek olan referandumu “Türkiye’de statükonun sorgulanması ve sarsılması ayrıca yüksek yargıya hakim Kemalist despotizmin kırılması” olarak görmektedir.  Ayrıca bu kesim “laik- Kemalist düzenin ve onun temel yapılanmasını ortaya koyan anayasanın hiçbir biçimde meşru görülemeyeceğini, sistem içinde yaşanan gelişmeleri ve olayları değerlendirirken dahi temelde bu sisteme muhalif olduklarını” dilendirmektedir. Bütün bunlara rağmen bu Müslümanlar referandumu “sistem içinde gerçekleştirilecek bir takım düzenlemeler ve değişikliklerle genelde tüm halkın, özelde ise muhalif kimlikli faaliyet yürüten İslami camianın nispeten rahatlamalarının mümkün olabileceği ihtimalini” de göz önüne almakta ve “mücadele sürecinde baskıların azalması, imkanların artması, daha geniş zeminlere açılabilme ve kitlelere ulaşabilme noktasında gerçekleştirilecek değişiklikler”den dolayı destek verilmesi gerektiği söylemektedir.  Fakat bu desteğin hiçbir zaman “laik-kemalist anayasayı kabul etmek” olmadığına vurgu yapılmaktadır.

İkinci kesim ise; iki tarafta da bulunmanın Müslümanların Tevhid akidesine ters düştüğünü dilendirmektedir. Kur’an-ı Kerim’den bir çok ayeti ( 68/9, 16/36, 7/3, 5/49-50) delil getirerek bunun kabul ve red edilmesini Müslümanlar için zillet olarak kabul etmektedir. Ve referandumdaki yasaları “Allah’ın inzal ettiklerine dayanmayan, onu yok sayan ve hata onu düşman gören bir anayasaya oy vermek Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemek değil midir?” diye sormaktadır. “İslami çalışmalar içerisinde bilinç kazanan, yetişmiş Kur’an neslinin fertlerine çağrımız, nesli olmakla övündüğümüz Kur’an’ın o net beyanından başka bir şey olmamalıdır.” “Onların demelerine karşı sen sabret ve onlardan güzel bir ayrılma tarzıyla (düşünce ve eylem bakımından köklü bir tutum) ile kopup ayrıl.”  denilerek referanduma karşıt ve yandaş olmaktan uzak durulması gerektiği vazedilmektedirler.  

Bu anayasa oylamasıyla Müslümanların sistem içine çekileceği korkusunu duyulmaktadırlar. Özellikle 1994 yılında Refah Partisi’nin Belediye Başkanlıkları kazanmaları sonrası ve Ak Parti ile Müslümanların nasıl savrulduklarına şahit olduklarından dolayı bunu duyulması doğal görülebilir. Bu ve buna benzer birçok konunun olduğu ve bunlara nasıl yaklaşılması gerektiği konusundaki netliğin olmaması tartışmaları beraberinde getirmektedir.

Tabi burada eklemeden geçmek doğru değil, Müslümanların kafası bu konuda karışıktır. Sistemin temel yapısı ve kimliği reddetmekle mükellef Müslümanlar bu konuda nasıl bir tavır alacaklarını tam kestirememektedir. Biz sistemi kabul etmesekte, sistem tüm kurum ve kuruluşlarıyla bizi kuşatmaya devam edecektir. Biz karşıda olsakta bu yasa bir şekilde bizi de içine alacaktır. Burada Müslümanların üzerine düşen şey kendi aralarında güç birliğine gidip, sistemle olan ilişkilerini kendi akidelerine ters düşmeyecek şekilde fıkhını oluşturmak ve buna göre sistemle Müslümanların lehine olacak şekilde pazarlığa oturmaktır. Bu pazarlık Allah hükmünü belirlediği zamana kadar devam etmesi de Müslümanların oluşturduğu fıkıh belirleyecektir..

12 Eylül’de yapılacak referanduma Müslümanlara getireceği kolaylıklar ve zorluklar göz önünde bulundurularak bakmak gerekir. Yoksa ayetleri birer silah olarak kullanarak birbirimizi etiketlemekle bir şey elde edemeyiz. Din ve ideoloji çoğu zaman bir birine karışmaktadır. Biz olaylara ideolojikleştirdiğimiz “din”lemi mi yoksa uyguladığımız ve tezkiye olunduğumuz “din”le mi bakıyoruz? Bunu iyi ayırmak gerekir. Oysa bir düşünce sisteminin doğruluğunu pratiğe geçirmeden savunmak ancak ideolojilere has bir tekniktir. Din ile ideoloji arasındaki en ciddi ayırım bu noktadadır. “Ey iman edenler yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz.”  Sistemle hesaplaşacaksak topyekûn hayatın tüm alanlarında mücadele etmemiz gerekir. Buna hazırlıklı değilsek, şartlar iyi düşünülmeli ve ona göre hareket edilmelidir.

Not: Bu yazı Basiret Dergisi'nde yayınlandı.

Haber Ara