Selefi mantık İslam’ın ilk yıllarında kendini haricilerle ifade ediyordu. Bu mantık o günden bugüne bazı ufak tefek değişiklikler yaşansa da günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. O ilk çıktığı dönemde Müslümanlara verdiği zararda da bir değişim olmamıştır. Bu zararda artarak devam etmektedir. Bu düşüncenin ana eksenini basiretsizlik oluşturmaktadır. Yaptıkları eylemlerin arka planını okumakta yetersiz olduklarından dolayı çabuk oyuna gelebilmektedirler. Çünkü selefi mantığın ana ekseni zahiri ve o anda ve göründüğü şekliyle anlamlandırıp ona göre okuyup karar vermeyi gerektirmektedir.
Yaşadığımız yüzyılın selefi hareketlerin eylemlerini şöyle bir gözden geçirdiğimizde, sonuçları itibariyle sürekli kendi dindaşlarına darbelerin vurulmasını sağlamışlardır. Bu düşünce biçimi suistimale açık bir hareket olarak gündemlerimizi meşgul etmiştir. Suudi Arabistan bu düşünce biçiminin en büyük destekçisi konumundadır. Suudilerin işin içinde olması beraberinde Amerika’yı da getirmektedir. Amerika bu düşünce biçimiyle direk temas kurmaktan çekinebilir. Ama gerçek şu ki, bu düşünce biçimi Amerika’nın eline malzeme vermekte çok cömert davranmaktadır.
İslam coğrafyasının büyük bir kısmı şu ya da bu şekilde işgal altındadır. Bu işgale karşı çeşitli İslami ve gayri İslami hareketler mücadele etmektedir. Bu mücadelenin bir yerinde bir selefi hareket çıkıp, bu direniş hareketlerine karşı eylem yapmaktan çekinmemekte ve bölgenin insanlarına karşı eylemlerini İslam adı altında meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Bunların girdiği her yerde mutlaka bir kaos ortamı yaratılmaktadır. Bu kaostan karlı çıkanlar nedense hep emperyalist güçler olmuştur. Onun için İslam dünyasının selefi düşünceyi ve bu düşüncenin eyleme yönelik davranışlarını iyi okumaları gerekmektedir.
Biz Müslümanlar genel olarak, bu popüler düşünce ve hareketleri yanlışlar yapsalar dahi onları eleştirmekten kaçınırız. Ama bugün içinde bulunduğumuz durum kendi kendimizi yiyip bitirmekten başka bir şey değil. Geçen Cuma günü Gazze’de olanlar hepimizin yüreğini dağlaması gereken bir olaydır. Bunda mantık aramak gereksizdir. Bu olayda da mantık aranmaz. Filistin davasında başından beri İslami hareketleri görürken bu tür Selefilerin mücadelesini görmüyoruz. Evet seksen sonrası Filistin’de yükselen İslami söylem daha sonra Hamas ve İslami Cihad etrafında örgütlenmiştir. Bu kendini birinci intifada da kendini göstermiştir. Ama Selefileri burada göremiyoruz. Oslo süreciyle Han Yunus başta olmak üzere Refahiye’de görünmeye ve cami inşa etmeye başladılar. Sonra ikinci İntifada ile birlikte yine ortalıkta görünmediler. İntifada sonrası tekrar ortaya çıktılar. Hamas’ın el Kassem tugaylarından ayrılan Mümtaz Doğmuş’un bunlara katılmasıyla Selefilerin ikiye ayrıldığı görülmektedir. Selefiler ve Cihatçı selefiler diye. Ama bu cihatçı selefilere El Kassem’den ayrılan bir grup daha katıldı. Belki Hamas’ın bu kadar katı bir tutum takınmasının arkasında yatan neden bu olabilir. Bu Selefilerle ilgili çeşitli şeyler söylendi. Bir kısmı mutlaka doğrudur. Ama birçoğu ise karşısındakine yapmış olduğu yanlış hareketin üstünü örtmek için ileri sürülen argümanlar olarak düşünüyorum.
Türkiye’de bazı dönemlerde bazı şeyleri eleştirmek kabul görmez ve onların yaptığı tüm eylemler mübah görünür. Bir çok eleştirinin geleceğini bile bile bu olayda Hamas’ın yanlış yaptığını düşünüyorum. Hamas’ın bu olayı gerçekleştirdiğinde kendini bir devletin hükümetinden çok, bir örgütün refleksiyle hareket ettiği görülmektedir. Bugün Hamas iktidarda tüm kararlarını bağımsız verebilecek askeri güce sahiptir. Elli yüz kişilik bir gurubu silah dışında ikna edemeyecekse ve bunları ancak silah ile bertaraf edecekse, Filistin’in geleceğini nasıl sağlıklı temellere oturtacaktır. Farklı düşünenler her zaman olacaktır. Mehdiler olacaktır. Hamas bunları yok ederek sonuç olacağını düşünüyorsa birilerin onların yanıldığını söylemesi gerekiyor.
Selefiler şimdiye kadar Müslümanların yararına olacak bir eylem gerçekleştirmediler. Filistin’de gerçekleştirdikleri eylemde diğer eylemleri gibi doğru değildi. Ama Hamas’ın bunlara karşı kullanmış olduğu güçtü savunulabilecek bir durum değildir. Üzerinde iyi düşünülüp alınan bir karar değildir. Hamas kendini sıradan bir örgüt olarak görmemelidir. Tüm kurum ve kuruluşlarıyla bir iktidardır. İktidara yakışan ise bir örgütün gerçekleştirebileceği davranışlarından kaçınmak ve aklıselimle olayın üzerine gitmektir. Ne yazık ki Hamas bu eylemiyle yanlış yapmış ve inşallah bundan kendine ders çıkarmıştır. Eğer “ben içimde terörle mücadele ediyorum” diye dışarıya bir mesaj göndermeyi düşünüyorsa, bu da başka bir yanlışın başlangıcı olarak okumak gerekir.
Bu olaylardan hareket edildiğinde İslamın siyasal algısının yanlış paradigmalar üzerine oturtulduğunu ve bundan dolayı da birbirleriyle mücadele etmekten düşmanla mücadele etmeye zaman bulmadıkları görülmektedir. İslam coğrafyasına bakın, genel anlamda İslami örgütler, yapılar, cemaatler birbirlerini yiyip bitirmektedir. Bunu yaparken de Allah’ın ayetlerini(Hucurat) görmezden gelmektedirler. Kafalarımızı avuçlarımızın içine alıp bir düşünmemiz gerekir. İslamın gündelik pratiklerinde siyasal dili kullandığımızda mücadelemiz neden kendimizden olana yöneliktik. Muhammed süresini hiç mi okumadık? İktidar kılmaya çalışılan İslam değil, benlikler olduğu için İslam cahili bedenlere giydirilmiş elbiseden başka bir şey değildir. İktidar mücadelesi söz konusu olduğunda konuşan beden olmuş, elbise ise zahiri olarak gözümüze görünmüştür.
Bütün bunlar bize gösteriyor ki, Müslümanların hali hazırda kullandıkları dilin algısında ve zihne oturtulmasında ciddi problemler var demektir. Bunun aşılması için ciddi çalışmalara ihtiyaç vardır.