Dolar

35,1981

Euro

36,7471

Altın

2.968,65

Bist

9.724,50

Suriye halkı kan ağlarken…

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-04-06 10:22:56

Suriye halkı kan ağlarken…
Müslümanlar ne zamandan beri devletlerinin gütmüş olduğu dış politikaları göz önüne alarak olaylara yaklaşmaya başladı?

Bu sürece giren Müslümanlar, toplumlarında nasıl bir değişim ön görüyor?

Kendilerini rejimlerinin dış politikasına endekslemiş ve karşısındakini öteki olarak suçlayanlar ne kadar doğru konuşuyor?

Acaba olaylar karşısında bulundukları yer doğru mudur?

Olaylara yaklaşımlarının temel dayanağı neydi ve ne oldu?

Kur’ an, olaylar değerlendirilirken nerede duruyor veya neden unutuluyor?

Marshall Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor adlı kitabında şöyle bir yazı var;

“Modern olmak, bize serüven, güç, coşku, gelişme, kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat eden; ama bir yandan da sahip olduğumuz her şeyi, bildiğimiz her şeyi, olduğumuz her şeyi yok etmekle tehdit eden bir ortamda bulmaktır kendimizi.

Modern ortamlar ve deneyler coğrafi ve etnik, sınıfsal ve ulusal, dinsel ve ideolojik sınırların ötesine geçer; modernliğin, bu anlamda insanlığı birleştirdiği söylenebilir.

Ama, paradoksal bir birliktir bu, bölünmüşlüğün birliğidir. Bizleri sürekli parçalanma ve yenilenmenin, mücadele ve çelişkinin, belirsizlik ve acının girdabına sürükler.”

Yukarıdaki paragraf ne güzel özetliyor durumumuzu. Biz bir tarafta dünyayı değiştirmeyi vaad ederken, diğer taraftan vaad ettiğimizi unuttuğumuz bir yerde bulduk kendimizi.

Sonra Müslümanlar olarak her birimiz birer strateji uzmanı olarak ortaya çıkmaya başladık. Uygulanan adaletsizlikler ve zulümler karşısında uluslararası oynanan oyunlardan başlayarak stratejik analizlerde bulunup rahat bir şekilde adaletsizliği ve zulmü hoş görmeye başladık.

Sistem dışı olduğumuzu iddia ettik ama olaylara yaklaşımlarımız sürekli sistem içinden oldu.

Sistemin değer yargılarını merkeze alarak olayları görmeye çalıştık. Ulusal çıkarları kendi çıkarlarımız olarak belirleyip, birilerini birilerine “hizmet ediyor” suçlamalarında bulunduk geçmişimizi unutarak.

Mutlak devlet egemenliğini kendi mutlak egemenliğimiz olarak kabul ettik. Mutlak depotizmin sonucu olarak insan onur ve özgürlüklerin ihlal edildiği devletlerin, rejimlerin isimlerine kanarak yeni tiranların çeşmelerine su taşımaktan bir beis görmez olduk.

Gücün doğası gereği tehlikeli olabileceğini hiç düşünmedik. Güç bizim olunca nede olsa her şey mubah olacaktı (!) değil mi? Devlet dediğimiz şey başında birini alarak bu sınırsız gücü kullanınca nelere kadir olduğunu bilmemize rağmen bizim olunca bunu düşünmedik.

Bu gücün adaletli bir hukuk normuyla sınırlandırılması gerektiğini söylense de ne yazık ki, gücü ele alanlar buna pek riayet etmediler/etmiyorlar.

Onun için sınırsız devlet gücünün tehlikeli olduğuna vurgu yapılmıştır.

Bunun nedeni bireyin devlet karşısında korunmasıdır.

Birey-devlet ilişkilerinde adaletli bir ilişkinin kurulabilmesi için iktidarların güç ve yetkilerinin yasalarla belirlenmesi gerekir.

Bunun için mekanizmaların oluşturulması sağlanmalıdır. Bütün bunlar oluşturulurken adalet temel eksen olarak kabul edilmelidir.

Bunun için hiç adım atmadık. Yola koyulmadık. Adaletin herkes için bir gün mutlaka lazım olacağını hep göz ardı ettik.

Adaletin zıddı zulümdür. İslam zulmetmeyi uygun görmediği gibi, zulme boyun eğmeyi/uğramayı, bireyin kendisine yapılan zulme rıza göstermeyi de kabul etmez.

"Ne zulmediniz, ne de zulmediliniz!" Müslümanın imanı bunu gerektirir.

Şimdi bu bağlamda Suriye’de insanlara/insanlığa uygulanan baskı/işkence/öldürme karşısında nasıl bir tavır belirlenmelidir.

Olaylar değerlendirilirken, İran ve Türkiye’nin çıkar amaçlı dış politikaları mı merkeze alınmalıdır? Yoksa tüm bunlar göz ardı edilerek

Müslümanca bir tavır mı takınılmalıdır?

Görülen o ki, Müslümanların beklentileri ve dönüştürmeleri buharlaştı.

Berman’ın belirttiği gibi; şimdiye kadar birliktelik diye sunulan şey paradoksal bir birliktelikmiş bunu Suriye’de yaşanan vahşet karşısında alınan tutumda gördük.

Darmadağınık olduk. İran ekseni, Türkiye ekseni…

Kazanan emperyalistler, kaybeden Müslümanlar…

Yazık oldu Türkiye’deki Müslümanlara…

“Paradoksal bir birliktir bu, bölünmüşlüğün birliğidir. Bizleri sürekli parçalanma ve yenilenmenin, mücadele ve çelişkinin, belirsizlik ve acının girdabına sürükle”di.

Bu acıyı daha çok çekeceğimize benziyor. Bütün bunlara rağmen Müslümanlar ve insanlık kanda boğulurken, biz yeni stratejiler ve analizler geliştirelim(!) bizi alkışlayanlar çok olacaktır.

Stratejilerimiz ve analizlerimiz sosyal medya ve gazete sayfalarını çok süsleyecektir.

Biz bunlara bakarak övüneceğiz. Taraftarlarımız bizi alkışlayacak bir de düşmanlarımız.

Ve

Suriye halkı kan ağlamaya devam edecektir.

Haber Ara