Yoksa Dünya Ağababalarından Söz Almak İçin Parmak Kaldırmak mı?
Geç kalınmış bir yolculuğun zahmeti fazla olur. Bir kere kendinle birlikte götüreceğin eşyaları eksiksiz ve doğru bir şekilde toplaman mümkün değildir. Hele yolculuğa ilk kez çıkıyorsa bu daha da zorlaşacaktır. Onun içinde yola ilk adımın atılmasıyla eleştirilerin başlaması aynı anda olur. Adımlarına mı bakasın yoksa etrafında gelen eleştirilere mi? şaşırıp kalırsın hatta biraz bocalarsın. Çünkü baş koyduğun bu yol ilk kez yürünen bir yoldur. Yani takip edebileceğin bir iz görünmemektedir. Bu durum işini zorlaştırmaktadır. Sen adımlarını sıklaştırdıkça etrafındaki sesler daha da yükselmeye başlayacaktır. Bağnaz ve fabrikasyon zihinli birçok yazar ve bürokrat figan derecesinde bağırıp çağırmakta ve etrafı velveleye vermektedir. Türkiye’nin şu anki dış politikası yukarıdaki bu ifadelere çok yakındır.
İHH’nın başını çektiği; “Rotamız Filistin, yükümüz insani yardım” gemilerinin, uluslararası sularda İsrail terörüne maruz kalması sonrası, Türkiye Başbakanı ve Dışişleri Bakanının kendi vatandaşını korumak için hafif bir şekilde ses çıkarması hem Avrupa ve ABD’de hem de Türkiye’de; “ Aman Türkiye nereye gidiyor? Türkiye Ortadoğu’ya kayıyor. Türkiye’nin ekseni kaydı” seslerinin yükselmesine neden oldu. Oysa Başbakan ve Dışişleri bakanının yaptığı şey, bu vahşete dur diyebilmek ve çiğnenen uluslararası hukukun onurunu azıcıkta olsa kurtarmaktan başka bir şey değildir. Çünkü BMGK’nin şimdiye kadar İsrail ile ilgili hangi kararı almışsa da bunun hiçbirini uygulamaya koyamamıştır.Ama Irak ve Afganistan söz konusu olunca her şey farklılaşabilmiştir. Batı uluslararası hukukun uygulamasında sürekli çifte standart uygulamış ve kimseden de ses çıkmamıştır.
Birleşmiş Milletler’in kendisi, kendi kuruluş varlığıyla çatışmaktadır. BM’nin kuruluşu adalet eksenli ve güçsüz devletlerin korunması amaçlanarak kurulmasına rağmen kuruluşundan itibaren gücü eksenine alarak yola koyulmuş ve beş güçlü devletin çıkarlarının vetosu ekseninde bugüne kadar gelmiştir. Bu yıl BMGK üyeliğine Türkiye’nin dahil olması ve İran’ın barış amaçlı nükleer enerji araştırmasının, ABD ve AB tarafından sürekli bahaneler üretilerek saldırı moduna girmelerine, Türkiye ve Brezilya’nın bir anlaşmayla sekteye uğratması, bu savaş makineleri çıldırmışa benziyor ve bu durumlarını da Türkiye’nin dış politikasına yerli işbirlikçileriyle beraber saldırarak yıpratmaya çalışmalarına neden olmaktadır.
Oysa Türkiye’nin dış politikasına baktığımızda öyle ahım şahım çok büyük bir değişikliğin olmadığını görüyoruz. Eskiden “yurtta sulh, dünyada sulh” anlayışının, “komşularımızla sıfır problem” anlayışı arasında çok büyük bir farkın olmadığını görüyoruz. Dünya denkleminde meydana gelen değişim, iç dengedeki taşların yavaş yavaş yerine oturması, Türkiye’ye biçilen rol, Türkiye’yi ön plana itmektedir. Askeri vesayetin ülke içindeki bazı yapılarla olan mücadelesinde, Ergenekon nedeniyle elinin kolunun bağlanması, hükümetin daha rahat bir dış politika üretmesini beraberinde getirmiştir.
Onun için Türkiye’nin dış politikası sözlerle değil, yazılı belgeler üzerinde yürür. “One minute” sözünden Mavi Marmara gemisine yapılan terör saldırısına kadar ne değişmişti? Hiçbir şey. Ortak tatbikatların iptal edildiğini zannediyorduk. Öğrendik ki onlar dahi iptal edilmemiş. Demek burada bir eksen kaymasından çok, dünya politikasının ağababalarını rahatsız eden “bende bir şey söyleyebilir miyim?” sorusuna “evet” cevabının alınması fakat ezber bozan sözlerin sarf edilmesinden başka bir şey değildir.
Burada hemen birileri “bak İran’a yaptırım uygulamasına hayır, dedi” diyebilirler. Başbakanında ifade ettiği gibi “Eğer Türkiye hayır demeseydi kendini inkar ederdi” sözü unutulmamalıdır. Çünkü Türkiye ve Brezilya İran’la bir anlaşma yapmışlardı ve iki ülke de BMGK’da bunun gereğini yerine getirdiler. Onun için dış politikada yeni bir yol arayışı gibi görünen belki de yeni bir yola çıkışta olabilir çok fazla şeyin değişebileceğine ihtimal vermek şimdilik zor görünmektedir.