Yola çıkarken yalnızlığın girdabına girmek. Bir başınalığı, bin başılığa çevirmeden yaşamı sürdürme savaşı. Yaşamı bir meydan muharebesine çevirirken, yalnızlığı giyinmek. Tenha bir sayhanın eline bırakarak yaşamı, yetirmek elde avuçta ne varsa. Yetirmek eşi dostu, varlıkları seni kuşatmışken. Sen yalnızlığı kuşanarak meydanlara dalarken. Kalabalıklar içinde kalırken, göz göze geleceğin kimsenin olmaması, kılıcını kınından çıkarmadan geri dönmek. Konuşacak kelime bulamamak. Hayal kırıklığına uğramak. Hayalinde boğuşurken kendinle, kendilik belasına duçar olmak. Haylini kurduğun şeyin yıkılmasına şahit olmak. Sonra küsmek. Bir başınalığın enginliğine dalıp yüzmek, kendi kendini beslediğini söyleyerek kandırmak.
Küsmek. Önce kendine küsmek. Kavgada başı çekenin kendisi olmak ve yine kendisiyle tutuşmak kavgaya. Yaşamın künhüne varmak için çekilmek bir kenara. Anlamlandıramamak hayatı. Yalnızlaşmak. İşte köşene çekilmene sebep olan. Köşe dediğin bir kabuktur. Korkularını kabuğa çekmek aslında yaptığın şey. Bunu mağara olarak nitelendirmek mümkün. Sen etrafındaki bütün varlıkların gerçeğini değil, gölgeleriyle iletişim içindesin. Bunu fark etmen yalnızlık korkularını depreştirir. Bu nedenle sürekli engeller dizersin önüne, aşamazsın bunları. Korkuların büyüklüğü kadar engellerin büyüklüğünü inşa etmişsin. Onun için başını kabuğundan çıkarmak istemezsin. Ne olur ne olmaz diye. Sonra oturur nidaya; “bana boş bir sayfa, yaşamı yeniden çizmek için” diye bağırıp çağırmaya…
Çevre senin kaçmanı sağlarken, çevre ile ilişkilerin doğrularını bitirme korkusudur seni mağaraya taşıyan. Kendini bulma durumudur. Kendinle baş başa kalma isteğidir seni oraya sürükleyen. Bazen kendini keyf mağarasında bulursun. Ashab-ul Keyf’ten arkadaş edinmeye çalışırsın. Etrafın zalimlerle dolu, komşuların dost bildiklerin seni anlamıyorlar. Üzerine üzerine geliyorlar. Anlatıyorsun. Anlamıyorlar. Dost elini uzatıyorsun. Düşman okunu yüreğinde görüyorsun. İşte o zaman kapatıyorsun kendini. Kapını pencereni sıkı sıkıya kapatırsın. Kimse görmesin gözlerini. Ele vermek istemezsin kendini. Korkuların gölgeliyor seni.
Yalnızlaştırıyorsun. Ama siz bir topluluksunuz. Çıkalım bu derbeder çevrenin içinden, okları yönelmesin bize, kırsınlar birbirlerini diye. Varıyorsunuz, bir dağdaki mağaraya sığınırsınız. Biraz dinlenirsiniz. Uykuya dalarsınız, kendinize gidersiniz. Bulmaya gittiğiniz yerde kendinizi bulursunuz.
Simurg hikâyesini bilirsiniz. Kuşlar bilge kişilerini bulmak için yola koyulurlar. Amaç bilgeye ulaşmak ve tanımaktır onu. Yol uzun ve zordur. Her babayiğidin harcı değildir Kaf dağına ulaşmak. Ama yine de herkes yola verir kendini. Yıkılan, düşen, kayan olur bu yolculukta. Kaf dağına otuz kuş varır. Bakarlar ki kimse yok. Si yani otuz, murg yani kuş. Otuz kuş bu yolculukta bilgeliğe adım atmış olur. Yani Simurg’un kendisi onlardır. Bazen yalnızlaşmak kendini bulmaktır. Düşlemek değilse yalnızlık, düşünceyse yaşamı renklendirmeye çalışan, o zaman varırsın hayatın künhüne. Bu topluluk olarak yalnızlığın yolculuğudur. Bir topluluk olarak hayatı anlamlandırmaktır. Bilgelik düşlerin elinde tutsak değilse, düşüncelerin elinde özgür demektir.
Mekke’de tecrit edilmiş görürsün kendini. Konuşma yok, alış veriş yok. Ötekileştirilen bir yaşamı sürdürmeniz gerekiyor inandığınız değerler adına. Açsınız çocuklarınız ağlıyor. Deriyi kaynatır çorba diye suyunu içersiniz. Ötekileştirilmişsiniz. Yalnızlaştırılmışsınız. Gölge. İnandığınız Rabbinizin gölgesi dışında sığınacak bir gölge yok. Bakışlar iğreti, davranışlar iğrençleşiyor. Ama siz bildiğinizi yani yaşamın yeni sayfalarını okumaya devam ediyorsunuz. O durumda olmak sizi çokta ilgilendirmiyor. Siz rahat olduğunuz kadar, karşıdakiler çıldırıyor. “Nasıl olur, bu kadar işkenceye karşı direnebiliyorlar.” Bu hep akıllarını karıştırıyor.
Sonra kazanan siz oluyorsunuz. Yalnızlaştırılan siz. Herkese kapınızı açıyorsunuz. Korkmayın eman dileyen herkese kapımız açık. Kin ve nefretlerinizden sıyrılarak gelin. Sizin tanımadığınız özgürlükleri biz tanıyalım size. Yüzleri kızarıyor. Utanıyorlar. Kendileriyle kavgaları yeni başlıyor.
Tanımlar, tanımlamalar ve roller değişmeye başlıyor. Birileri buyurgan bir dil kullanmaya başlar. İz bu buyurgan dilin ardına düşersiniz. Siz olmaktan çıkmaya ve yığın olmaya başlarsınız. Yığınların içinde kimliği olmak zordur. Bunun farkına varamazsınız. Birileri beyaz der, hep bir ağızdan beyaz demeye başlarsınız. Sesleriniz ağıt gibi çıkmaya başlar. Söylenen her kelime yürekleri dağlar. Göç başlar. Duygularınızın bir tarafından başlar, öbür tarafından çıkar. Oturup hasret çekersiniz. Ama neyin hasretini çektiğinizi bilmezsiniz. Sadece yüreğinizin dağlandığını görürsünüz. Fakat seni duyan yok, oturup kendine ağlıyorsun. Yalnız kaldığına ağıt yakarsın ve sen dinler ve ağlarsı
Topluluk git gide bireyciliğe kaydı. Herkes başının çaresine baksın dendi. Kapısını çalacağın kimse kalmadı. Herkesin bir numarası var. İsimler unutuldu. Numaralar hatırlatır oldu her şeyi. Duygusallık ölünce her şey mekanik olmaya başladı. Bütün ilişkiler bu mekanik aygıt üzerinden yürütülmeye başlandı. Zaman geçtikçe davranışların fabrikasyon ürünü olduğunu gördün. Giydiğin ayakkabı, elbise gibi davranışlarda aynileşmeye ve doğallıktan çıkmaya başladı. Zihin dünyan yıkıldı. Darbeler yemeye başladın üst üste. Ne yapacağını bilmez duruma getirildin. Koşmaya başladın. Gidecek bir mağara bulamadın. Kendi bedenini bir mağaraya dönüştürdün. Onun içine girdin. “Çağdaş insan yalnızlaştı ve kendine yabancılaştı yazıları yazılmaya başlandı.” Sen sadece uzaktan bunları izlemekle yetindi. Her bir kelime bir kurşun gibi yüreğini yakıyor. Bütün vücudun yaralarla dolu. Yar gelmiyor. Gelmekten çekiniyor. Gelirse bir yaranın kendisi tarafından açılacağını biliyor. Onun için bütün çağrıların sessiz kalıyor, cevap almıyor. Bu sefer sen yara açmaya başlıyorsun. Zan üzerine hareket ediyorsun. Zan yol belirleyicin oluyor. Zannın içinde debelendikçe yalnızlığın artıyor. Habersiz kalıyorsun. Haberi uçuran sen olunca, uçurduğun haber tekrar sana geliyor. Uçurduğuna kendin inanmaya başlıyorsun. Karmakarışık bir dünya, elinde kepçe başında kendini buluyorsun.
İçinde bulunduğun durum tehlikeli bir hal almıştır. İçini sıkıntılar kaplamış ve sıkıntılardan bir duvar örmeye başlamışsın etrafına. Bunları düşündükçe heyecanın hezeyanlarına karışarak yükleniyor. Bu durumdan endişe duymaya başlarsın. Yüzünü tasa meyvesi taşıyan dallar kaplamış durumda. Meyvelerini üzüntü yer. Sonra dehşete kapılırsın içinde bulunduğun durumdan dolayı. Kaygı etrafını sardığı gibi, çevreni de sarmıştır. Koşuşturup durursun. Gittiğin her kapı yüzüne kapanmakta. Açık gördüğün her pencerenin perdeleri kapatılmaktadır. Çeşmeye koşarsın, musluğu açar ağzını dayarsın kana kana su içmek için fakat, o da ne su kurumuş. Elini attığın her şey kurumakta. Korkmaya başlarsın, koşmaya devam edersin. Etrafın çöl. Sen çöl olmuşsun. Yalnız bir çöl. Çölünde kuyu açmaya çalışırsın. Belki Yusuf buraya atılır diye. Renk bulmaya çalışırsın hayata. Kuyun boş ve Yusuf atılmıyor kuyuna. Suyu olmayan kuyuya kim uğrar. Sen susuz, Züleyha yusufsuz kalıyor.
Kaygı çağı diye söylenir bazıları. İnsanlar güvensizdir. Güvenecekleri kimseler yok etraflarında. Kime gideceklerini bilmiyorlar. Durumdan kaygı duyuyorlar. Gidişat iyi görünmüyor. Korkular yürekleri sarmış, kimilerin ise keselerini. Kimse konuşmuyor. Herkes kendi bedeninde bir şey kaybetmenin korkusunu taşıyor. Kaygı gittikçe büyüyor. Kaplıyor tüm benliğini. Benliğin kaygı tarafından beslendikçe semirmeye başlıyor. Karun’a yol arkadaşı oluyor. Yalnızlığı Karun malda tüketiyor. Kurtuluşu yalnızlığında aramaya başlıyorsun. Bütün soruların arama motoru kendin olmaya başlıyorsun. Öyle olunca tüm cevaplar aynı çıkmaya başlıyor. Bu yetmiyor seni kurtarmaya. Bir işin var. İnsanların içine çıkıyorsun. Kalabalıklar çok kalabalıklar. Ezberlediğin kelimelerle konuşuyorsun. Ezberlenmiş cevaplar alıyorsun karşısında. Ne, ne sorduğunu anlıyorsun, nede ne cevap aldığını. Bakakalıyorsun ağzından çıkan kelimelere.
Gün boyu emirler alıp emirler verirsin. Kimsecikler yok yanı başında, ruhunun kirlenen yanlarını temizleteceğin bir yürek olsundu diyorsun. Diyorsun ve kalıyorsun. Çünkü güven neyi var neyi yok bindirmiş bineğine ve uzaklaşmış buradan. Bir gölge arıyorsun sığınacak. Ağaçların altına bakıyorsun. Ağaç bu ya, münbit gölgesi, gelen herkese kucağını açar ve sığınırsın bir anlık nefes alırsın. Sonra yoluna devam edersin. Belki yalnızlığa bir gölgeyi arkadaş kılma arzusudur, seni oraya sürükleyen. Fakat bu ne! Bütün yaprakları yolunmuş bu ağaçların. Yolunmuş tavuğa benzemiş. Şaşırırsın. Ne yapacağını bilmezsin. Yine ezberlediğin kelimelerle bağırıp çağırırsın. Seni kimse duymuyor. Sadece seni değil. Aslında kimsenin kimseyi duyduğu yok. Yalnızlık kursağında üç hece olarak takılıyor. Yalın ayak koşturuyorsun etrafta. Üstünde bir şeyin olmadığını görürsün. Etrafın gösterişli yürüyüşler yapanlarla dolu. Sen olabildiğince sadesin. Yalın bir yaşam sürdürüyorsun habersiz. Yalın kılıç dalmışsın meydana, ama kimse yok senden başka. Bütün isteğin yalınç bir yaşam sürdürmek diyorsun. Yüzüne bön bön bakılıyor. Aynı şeyi sende yapıyorsun. Anlamsızlık kaplamış tüm değerleri. Aldırmaz bir nesil diyorsun. Karşından hemen bir ses cevap veriyor. “Vurdumduymaz bir geçmiş”. Lakayd duruyor hayata.
Bir gölgeye muhtaçlık. Bir fi zilal hali yaşamak. Ama neyi gölgesidir istenen. Hangi gölgede yalnızlığı çoğaltırsın. Bu gölgede görebileceğin bir nesne var mı? Neyin sığıntısı olunacak yalnızlığın hamisi. Bir gölge bulabilmek umuduyla koşturup dururken, farkındalık yaratarak yaşama. Yaşamın kime emanet olduğunu bilmeden yürütürsün. Ipıssız bir hayat seni bekliyor bunu fark ediyorsun. Bütün bunları kayıt altına almak gerek. Dağa, ağaca gerekirse suya kayıt düşmek gerek. Oturup boş sayfalar aramaya başlarsın. Bulduğun her kağıda bir şeyler çizersin. Çizdiğin her çizgiyi oturup yine kendin silersin. Beğenmezsin yaptığın her şeyi. Yırtar yırtar atarsın sayfaları. Hayatı yırtar yırtar yalnızlaştırırsın.
Yaşamın bu yalnızlığını resmi bir evrak muamelesi göstererek, evet resmi bir vesika olarak nitelendirerek kayıt düşmek gerek tarihe. Böylece iki parçaya ayrılan yaşamı ortaya koymuş oluyorsun. Senin senle olan ilişkinle, toplumla olan ilişkin ortaya çıkmış olsun. Kapın olsun gelen gidene ya da pencerenden dışarıya, oradan komşuna uzanan bir selam olarak gelsin sana. Buna özlemle sarılırsın. Bir gün geç kalkarsın. Gaflet uykusuna yenik düşmüşsün. Geç kalkmışsın ve elinden kayıp gittiğini görürsün. Oturup ağlarsın. Gidene mi, kendine mi bilmeden ağlayıp durursun. Sonra kalkarsın kendine geldiğin var mı? Bunu bilmeden yollara düşersin. Yol olursun. Sen olmadan yola koyulursun. Özlem duyarak bir şeye ve yalnızlığın adını koymadan gökyüzünde yüzünü yıkarsın. Ayı kırparsın gecenin yalnızlığında. Gündüzleri denizi çağırırsın imdadına yaşamın.
Yalnızlığını bağla. Bir yaşmakla tuttur tüm dileklerini duaya. Sınırlandır yaşamın derbeder taraflarını ve belli esaslar çerçevesinde sürdürmeyi öğren. Böylece dağınıklığını raptedebilesin. Konuşacak birilerini bulduğunda yürekten gelen sese kulak vererek konuşabilesin. Yaşamın kenarına ancak böyle davrandığında notlar düşebilirsin. Şerh algının netliğini kenara not düşmektir. Topluluktan kopmamak için, tutunmaktır sayfanın kanarına. Bir sarnıca uzatmak su kabını ve derinliklerinden bulmaktır abı hayatı.
Yitip giden her an ömründen bir şeyler alıp gidiyor. Yaşlanıyorsun. Ruhen yaşlanıyorsun. Bedenen yaşlanıyorsun. Yaşlılığını doğumunla başlıyor. Yaşlandıkça yalnızlaşıyorsun. Hesaplar hep yarınlara göre yapılsa da evdeki hesap çarşıdaki hesaba uymuyor çoğu zaman. Bunun için hesap üzerine hesap yapıyorsun. Onun için yalnızlaştın. Dostluklarını, arkadaşlıklarını hesaplar yaparak kurmaya çalıştığından dolayı terk edildin. Aynı dili kullanamadın. Birlikteliği sen istediğinde olsun istedin. Sen bit dediğinde bitsin istedin. Şimdi bu durumdasın. Ne yağmur yağıyor kapına. Ne de bir kartopu çalıyor pencereni. Buğulu bir çorbanın kokusu ancak boğazını yalar. Gerisi hep nafile. Kendine nasıl çekildiğinin hesabını şimdi yapıyorsun öyle mi? Kendine varabildin mi? Kapın çalınmayınca emirler verdiğin günleri hatırladın değil mi? Neydi o günler diye heyheylenmeye başladın değil mi? Ama giden günler gelmiyor. Yaşamı bir rol olarak yaşadın. Kendin olamadın hiçbir zaman. Sana verilen güce dayanarak ilişkiler sürdürdün. İşte şimdi onlar elinden alındı. Artık kimse seni tanıyor. Aslında eskiden dekimse seni tanımıyordu. Fakat gücünü tanıyorlardı. Elinden gidince tanınmaz hale geldin.
Sen seni kalbinin derinliklerinde bekleniyorsun. Taze kan anonsu yapılıyor. Belki bir ünite kan sana da düşebilir. Bu bir çabayı gerektiriyor. Kendini yüreğini dinlemeni gerektiriyor. Bu durumu açıp okuman gerekir ki. Bahçendeki ağaçlar yeşersin. Çiçek açsın. Yaz gelince meyve versin ve çocuklar o meyvelerden koparıp yesin. Çölden kurtulman için ağaçların dağların ve derelerin çağlaması gerekir. Onların kaygılarından kurtulup yalnızlık pençesini gevşetsin ki, yeşerebilesin.