Yargı: Yolgeçen hanı
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-12-19 17:12:56
Bu nedenle mevcut hukuki kurallardan ziyade içinde bulundukları o anki anlayış kararlarını belirlemektedir.
Yargılar güç unsurlarından hiçbir zaman ayrı düşünülmemiş ve bunlarla birlikte hareket ederek kararlarını almak şeklinde yorumlanmıştır. Bu anlamda bağımsız bir yargıdan bahsetmek neredeyse imkânsız gibi görünmektedir.
Yargının bağımsızlığı batı endeksli bir söylem olduğu için, batı anlayışını da “güç” belirlediği için hareket noktasını da burası oluşturduğu gözden kaçırılmaktadır. Bu nedenle batının yargı ve hukuki boyutunu “güçlüler yapacaklarını yaparlar ve zayıflar katlanmaları gerekene katlanırlar” anlayışı üzerine oturtulan “kanıta gerek yok kanı yeterli” anlayışının özlü tanımında kendini bulmaktadır.
Bu noktadan hareket ederek bugün çok tartışılan “derin devlet”, “askeri güç/darbeler/şike” ile yargı “ilişkileri”nin birlikteliği ya da ayrılığı konuşulması kadar doğal bir durum olmasa gerektir. Neden batıdan hareketle olayları değerlendiriyoruz sorusuna verilecek cevap ise; yüzün dönülmesi gereken “muasır medeniyet” batı olarak görüldüğü ve mevcut hukukların batıdan tercümeyle bize uygulandığındandır.
Hukukun üstünlüğü batı merkezli bir anlayışa indirgendiğinden dolayı, bunun üzerinden meseleye giriş yapıyoruz. Avrupa insan hakları mahkemesinin almış olduğu bazı kararların ne kadar hukuki olduğu (parti kapatma ve başörtüsü) ve insan haklarına uygunluğu tartışılmaz güç ve siyasallığın gölgesinde olduğunu göstermektedir.
Hukukun tercümesiyle başlayan ve farklı bir zihniyetin oluşturduğu kafa yapılarıyla birlikte, hak aramaları isyan olarak anlamlandırılmaya başlanmıştır. İstiklal mahkemeleri yukarıda belirtilen “kanıta gerek yok kanı yeterli” anlayışının oturtulmasından kaynaklanarak kurulmuştur.
O dönemin şartları gereği suçu olmadan kanıdan hareketle asılmış binlerce insan vardır.
Hukukun siyasallaşması o gün başlamıştır. Bu günde devam etmektedir.
Hukukun dönemsel değişimleri bunun en önemli özelliğini taşımaktadır. Dönemin düşünce biçimi ve halkın hak arayışları dönemden döneme değişiklik arz ettiği gibi hukukta buna göre biçimlenmiştir.
Yani hakimin ya da yargıcın bardağı nasıl gördüğüne bağlı olarak kişi cezalandırılmakta, basın da mahkum yada suçsuz ilan edilmektedir.
28 şubat süreci bu ülkede hukukun nasıl siyasallaştığının en belirgin özelliğini ortaya koymaktadır.
Bu dönemde kanılar havada uçuşarak insanlar mahkûm edilmiştir. Çünkü süreç onu gerektiriyordu. “İslamcıların mahkûm olma” dönemiydi ve mahkûm edilmeliydiler, öyle de oldu.
Şimdi buna rağmen hukukun siyasallaşmadığını dili getiren yüzsüzlerin olduğunu da hepimiz biliyoruz. HSYK’nun bundan önceki tutumu ne kadar kabul edilemez bir militanlık barındırıyor idiyse şimdiki tutumu da o kadar siyasallaşıp önümüze çıkmasıda kabul edilemez olarak önümüzde durmaktadır.
Tarafgir tutumlarından dolayı basında kullanılarak mevcut savcılar üzerinde argümanlar oluşturularak; hukuk yolgeçen hanına çevrildi, hükümet bir taraf, HSYK diğer taraf idi.
Mevcut hükümetlerin politikaları, devlet içinde bulunan güç odaklarına göre değişmektedir.
Sıradan bir vatandaş olan Ali için hukukla, patron, başkan yada asker için hukuk farklı işlemektedir.
Türkiye’de yargı Nasrettin Hoca’nın kürküne benzemektedir. Şartlar ona göre değişmektedir. Çünkü savcı bir iddianame hazırladığında neye ve kime yakınlığı ile daha çok ilgili gibi durmaktadır. Durmadığı zaman Şemdinli olayında savcının başına gelen şeyler gelir.
Bir iddianame hazırlandığı ve dokunmaması gerekenlere dokunulduğu zaman durum başka, dokunulması gerekenlere dokunmadığı zaman başka gözle görülür.
Yani durum “sen kim oluyorsun da seçkinci zümre hakkında bazı iddialarda bulunuyorsun, ya da şunlara neden dokunmuyorsun, haddini bil” demeye hukuk getirtilmiştir.
Bu durum yargıyı yolgeçen hanına çevirmiştir.
Haber Ara