Dolar

35,1981

Euro

36,7471

Altın

2.968,65

Bist

9.724,50

Yargı zulmüne dur demek

11 Yıl Önce Güncellendi

2014-09-25 11:09:42

Yargı zulmüne dur demek

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya bürosunun birçok sivil toplum kuruluşu temsilcisiyle birlikte “Hizb-ut Tahrir’e Yönelik Yargı Zulmüne Dur De” başlığıyla yaptığı basın açıklamasını okuduğumda, Demokrat Yargının Genel Sekreteri ve HSYK adayı Kemal Şahin’in niçin aday olduğunu açıkladığı metnini hatırladım.

Neden mi? çünkü aday olmasını “yeni bir hukuk ve yargının inşası” için olduğunu, gerçekten “bir yargının varlığından bahsedilemeyeceği” gibi “hukukun da tüm topluma ait olmadığını” yerde “bir hukuktan bahsedilemeyeceğini” söylemesi Hizb-ut Tahrir’e yönelik yargının almış olduğu kararlara bakıldığında anlaşılmaktadır.

Türkiye’de gerçekten kaç hakim ve savcı Kemal Şahin gibi bu gerçeğin farkındadır, bilmiyorum. Ama elli ülkede faaliyet gösteren ve altmış yıldır: “İslam Ümmeti’ni yeniden tek bir liderlik etrafında birleştirme isteği, İslam risaletini bir nur ve hidayet olarak tüm dünyaya taşıyacak olan Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmaya çalışan. Tepeden inmeci bir hareket yöntemi benimsemeyen, aksine ümmet içinde ve ümmetle birlikte hareket ederek, gayesi uğrunda ümmetin desteğini ve liderliğini kazanmaya çalışan. Yalnızca fikri ve siyasi çalışmalar yapan, asla silahlı eylemleri benimsemeyen” bir hareket olarak bilinmektedir.

Türk yargısı da emniyeti de “Hizb-ut Tahrir’in bu değişmez esasını bilir. Zaten Türkiye’de Hizb-ut Tahrir’i terör örgütü, üyelerini de terörist ilan eden veya bu gerekçeyle cezalandıranlar da bunun kesin olarak farkındadırlar. Zorlama, uydurma ve dayatma ile öne sürdükleri iddiaların yalan olduğuna herkesten önce kendileri şahittir. Dolayısıyla bu yargılamalar, hukuki olmaktan daha çok, siyasi içerikli yargılamalar” olduğu ülkemizde yargının kendi içinde döndürdüğü dolaplarda ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’de 1967’de başlayıp günümüze kadar birçok insan Hizb-ut Tahrir yönetici ve üyesi olarak suçlanmış ve cezalandırılmıştır. İşin ilginç yanı Hizb-ut Tahrir’in “Silahsız Terör Örgütü” olarak nitelendirilmesidir. Oysa 30 Temmuz 2003 tarihinde Terörle Mücadele Kanunundaki terör tanımı değiştirilmiş ve bir örgütün terör örgütü olabilmesi için cebir ve şiddete başvurması ön şart olarak koşulmuştur. Fakat ne gezer! Yargı kararlarında keyfi uygulamalar olunca ve yargıç, vicdanını pazarda pespaye diye satılığa çıkardığından beri adalet utancından yedi kat yerin dibine geçmiştir.

Şu kararların gülünçlüğüne bakarmısınız!

Ankara 1 Nolu DGM'sinin 2003/60 esas numaralı dava dosyasında: "Dz.1344'de bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü'nün yazısında Hizb-ut Tahrir örgütünün ülke içerisindeki eylemlerinin gönderildiği, bunların cebir ve şiddete dayalı eylemler olmadığı, bildiri dağıtma, pullama, zekat fitre toplama, propaganda niteliğinde olduğu anlaşılmıştır. 4928 S.Y ile değişik 3713 S.Y'nın 1. Maddesindeki terör tanımı; Terör: cebir ve şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biri ile anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek... amacı ile kurulan oluşumların örgüt olarak kabul edildiği, sanıkların bu madde kapsamında bir örgüt kurmadıkları, cebir ve şiddete dayalı eylemlerinin bulunmadığı bu nedenle yaptıkları bildiri dağıtma, kuşlama, pullama gibi eylemlerinin cebir, şiddet, baskı, yıldırma, sindirme, tehdit yönetmeleri kullanılmadığı için suçun unsurları oluşmadığından sanıkların müsnet suçtan beraatlerine karar verilmesi...” bunun üzerine Hizb-ut Tahrir yargılamalarındaki tüm davalarda berat kararları verildi.

Fakat delinin biri boş durmadı ve kuyuya bir taş attı. Şimdi ise kırk akıllı birleşmiş fakat bu taşı bir türlü çıkaramıyor. Peki, neydi bu taş?

2003 yılında Adana 2 Nolu DGM'sinde açılan bir dava diğer davalar gibi beraatla sonuçlanmasına savcı itiraz eder ve dava dosyası Yargıtay 9. Ceza Dairesi içtihatla savcının itirazı kabul eder. Böylece mahkemenin verdiği berat kararı kanuna aykırı olarak 19 Nisan 2004 tarihinde bozulmuş olur.

Dedik ya! Delinin biri kuyuya taş atmış. 11. Ağır Ceza Mahkemesi niyet okuyarak ve herhalde Azınlık Raporu filminden ciddi anlamda etkilenerek şu karara varıyor: "...Ancak örgüt bugüne kadar herhangi bir şiddet eyleminde bulunmamış ve amacında şiddeti öngörmediği belirlenmiş ise de, Türkiye Cumhuriyetinin anayasal rejiminin yıkılması ve yerine şeriat esaslarında dayalı bir devlet kurulması amaçlandığına göre bu amaç zaten kendi içerisinde şiddeti öngörmektedir. Zira Türkiye Cumhuriyeti rejiminin demokratik yollar ile halkın desteğini ve sempatisini kazanarak yıkılması mümkün değildir. Bunun için mutlaka şiddete başvurması gereklidir. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir örgütü 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası kapsamında bir terör örgütü kabul edilmiştir." (2005/52 esas nolu dava dosyasından)

Avukatların yaptığı itiraza verilen cevap ise deliliğin boyutunu gözler önüne sermektedir. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24.04.2008 tarihinde aldığı karar: “Cumhuriyet savcısının, örgütün silahsız olup sanıkların eylemlerinin 5237 sayılı TCK’nın 220/2 maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğuna ilişkin itirazında “Raşid-i Hilafet devletinin ihdasından sonra, Hıristiyan devletlere cihat yolu ile kurulan Hilafet devletine dâhil etmek amacıyla silahlı mücadelenin başlayacağı” amaç edinildiği anlaşılmakla, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASI Talep ve dosya tebliğ olunur.”

Tüm bunları okuduğumuzda yargının içinde olduğu gülünç durumu gözümüzün önünde belirmektedir. Kemal Şahin’in dediği gibi: “yeni bir hukuk ve yargının inşası” ancak delilerin attığı taşı çıkaracaktır.

Haber Ara