Yargıda değişen ne?
12 Yıl Önce Güncellendi
2014-01-29 13:35:51
Aşağıda okuyacağınız bu yazılar 2008 tarihinde Vuslat Dergisi’nin Haziran ve Temmuz sayısı için yazılıp yayınlanmıştır. O günden bu güne yargıda çok şeyin değişmediğini görüyoruz. Yargı bir çeteden diğer çeteye savrulup durmaktadır. Ne zaman kendini bulacağı ise karanlık görünmektedir. Peki yargıda değişen ne oldu?
Hukukun Keyfiliği, Zihniyetin Çarpıklığındandır
Bir ülke düşünün, orada yaşayanların haklarının korunması için bir kurum ihdas edilmiş olsun. Fakat bu kurum sürekli düşünce okumaya çalışsın ve yurttaşları için ayrımcılığa gitsin. Bunu yaparken de “ülkemizde vatandaşlar arasında ayrımcılığa giden yol açılmayacaktır. Biz tek tip düşünceye sahip tek tip insan istiyoruz” desinler. Yine bu kurum yasalar üzerinde yetki ve sorumluluğu belli esaslara bağlı olmasına rağmen bunları çiğnesin ve kendi alanının dışına çıksın. Peki, o zaman hangi hukuktan bahsediyoruz. “Anayasa” denen şeyle “orman kanunu” denen şeyi vatandaş birbirinden nasıl ayırt edecektir.
Resmi tarih kitaplarında, en büyük devrimlerin başında “egemenliğin kayıtsız, şartsız millete” ait olduğu vazedilmektedir. Cumhuriyet kurulduğunda bu anlayış, 1924 yılında hazırlanan Anayasaya konmuştu. Fakat çok partili sisteme her teşebbüs edildiğinde milletin iktidarından çok devrimleri yapanların iktidarının benimsemediği yasalar ortaya çıkıyordu. 1960’lara gelindiğinde bu bütün azametiyle ortaya çıktı. Hemen bir darbe gerçekleştirildi. Milletin tercihi olan Başbakan ve iki bakanı idam sehpalarına gönderildi. Sadece onlar değil, “egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğu” belirtilen madde de aynı şekilde sehpaya gönderilmişti.
1961 yılında hazırlanan yeni Anayasası'nın 4. maddesine göre "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir" maddesi olduğu şekliyle yerini korudu. Fakat bu egemenliğin nasıl kurulacağı anlayışında bir değişiklik gerçekleştirildi. Buna göre; "Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar tarafından kullan”acaktı. Böylece egemenlik yetkili organlarca gasp edilivermişti. Halk güven vermiyordu. Halk meclisin çoğunluğunu başkalarına verse dahi istenmediği halde darbeyi-eğer ordu darbe yapmayacaksa bile- bunu yapacak yasayla konumu belirlemiş yargı organı yapacaktı.
Böylece parlamentonun üstünlüğüne son verilmişti. Güven vermeyen ve düşman olarak telaki edilen halkın isteklerinin de önüne geçilmiş oldu. 1924 yılında hazırlanan yasada Parlamentonun üstünlüğü Anayasası'nın en temel özelliği iken, bu 1961 ve 1982 yıllarında hazırlanan Anayasa’da ise Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmıştı. 1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanınmıştı.
Ak Parti iktidarıyla birlikte yargı bunun farkında olarak bu yetkilerini kullanmaktadır. Bunun iyi anlaşılması için Mehmet Ali Bal’ın (Muvazene.com adlı sitede) yazmış olduğu “Siyasi Polis Hakkında” uzunca yazısının bir kısmına bakmamız Anayasa Mahkemesi ve HSYK üyelerinin zihniyetlerini ortaya koyması açısında önemli olduğunu düşünüyorum.
“Elbette ki siyasi polis denildiğinde iki ayrı kategoride düşünmekteyiz. Birincisi; kurumsal tanımlaması siyasi polis anlamı ve işlevi içeren polis birimleridir. Aşağıda inceleyeceğimiz istihbarat, adli terör ve operasyonel anti terör birimleri bu şemsiye altında yer almaktadırlar. İkincisi ise siyasi polis paradigmasının bütün bir polis teşkilatını etkilemesi halidir. Siyasi varlığını korumakta nevrotik düzeyde kıskanç olan devletlerde bırakalım polisi bütün bir devlet yapısının siyasi polis olarak şekillendiğini görmek mümkündür. Zaman içerisinde siyasi polis beyin veya operasyonel gücü polis dışında başka devlet organları tarafından temsil edilebilir. Özellikle az gelişmiş toplumlarda bu duruma sıkça rastlanabilmektedir. İç polis görevi üslenen askeri yapılardan tutun da operasyonel siyasi polis gücü olarak faaliyet gösteren paramiliter veya siyasi milislere kadar bir dizi örnek sayılabilir. Bu kısma en ilginç örnek ise 2008 yılında sivil hükümete karşı Yargıtay’ın bir nevi geçmişteki askeri yapının fonksiyonlarını üstlenmiş olmasıdır. ‘Siyasi darbe’ yapmak istemesidir.”
Yukarıda alıntı yaptığımız yazıda da anlaşılacağı üzere vatandaşı kendisinden koruyacak güç olarak yargı kendini görmektedir. Onun için bu ülkede demokrasi değil Jüristokrasi (hakimler idaresi)nin hakim olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yasayla zaten bu güven altına alınmıştır. Hukukun keyfiliği her türlü davranışı ve hukuksuzluğu meşrulaştıracaktır.
Yargı Oligarşisi Cumhuriyeti’ne Hoş Geldiniz!
Bir ülke düşünün orada seçim yapılıyor. Halk sandık başına gidiyor ve programını beğendiği partiyi seçiyor ve meclise gönderiyor. Sonra hükümet kuruluyor ve icraata başlıyor. İşler yolunda gibi görünüyor. Fakat oda ne! Birileri halkı yığın olarak görüyor ve onları aşağılıyor. Bununla yetinilmiyor. Her seferinde din ve vicdan özgürlüğünde dem vuranlar, inançlar söz konusu olduğunda adeta çıldırıyorlar.
Sonra Danıştay Başsavcısı hanımefendi, bir darbeyi övüyor ve idam edilen Menderes’in idamını yeterli görmediğini ima edercesine konuşuyor. Ne de olsa ağzı olan konuşuyor. Bu yetmeyecek, gözdağı veriyor ve Erdoğan’ın kellesinin de ipe gideceği korkusunun ortalığı kaplamasını sağlıyor. Nasıl olsa derin örgütlemelerden bahsediliyor. İtalya’daki Başsavcı bizde olmadığına ve konuşmalar ve demeçlere bakılırsa olmayacaktır da. O zaman ne olacak. Şu olacak: “otur oturduğun yerde Hüsamettin” denecek ve olacak.
Şimdi bir hukuk devleti düşünün, yasaları üzerinde konjonktür neyi gerektiriyorsa, ona göre biçimlenmiş olsun. Yani neye giriyorsa onun şeklini alıyor. Sıvı gibi bir şey yani. Bunu nereye doğru aktığı belli olmaz. İnsana güven vermeyen bir durumu söz konusu çünkü. Cumhurbaşkanı seçiminde 367 sayısını ortalığa atan Kanadoğlu ve onu kabul eden hukukçular söz konusu olduğu müddetçe nasıl güven verir insana, bu yasa denen kuşkulu zeminde hareketli ve değişebilir şey. Bütün bunları düşünüldüğünde ne menem şeymiş bu yasa! A kişisine göre başka B şahsına başka işliyor. Peki, bu işin içinden nasıl çıkılacak?
Sonra işlerin birileri için yolunda gitmediği belliydi. Sarıkız planları ve başka planlar, onlarda tutmadı. Bu sefer başka yollar arandı. Uygulamaya kondu. Kendi gazetesine bomba atan mı dersin, yoksa meslektaşlarının öldürülmesine göz yumanlar mı dersiniz, ortalık toz dumana çevrildi. İşin üzerine gidildi ve Ergenekon denen bir derin yapı ortaya çıktı. Toprak eşelendikçe pis kokular etrafa saçılmaya başladı. İnsanlar bunları konuşurken başka bir bomba patladı.
Savcı Yalçınkaya, iktidar partisinin kapatılmasıyla ilgili Anayasa Mahkemesinde dava açtı. Gündem birden değişti. Yargı yine yapacağını yapmış ve gazete kupürlerinden kocaman dosyalar hazırlamıştı. İçerik bomboştu. Olsun Cumhurbaşkanının seçilmesi için 367 tam sayı gülünçlüğü tutmamıştı ve Cumhurbaşkanı TBMM’de 367 sayısının üstünde toplanarak bunu aşmıştı. Görev değişmişti ve yeni Cumhuriyet için kollar sıvanmalıydı. Görev beklemezdi. Sırası gelenler hemen devreye girmeli ve görevlerini yapmalıydılar. Şimdi iktidar ve yargı bunun kavgasını verirken. Savcının delillerinin yetersizliğinden dolayı eleştirilerin sesi yükseldiğinden bigbiraderin devreye girmesi gerekti.
Böylece Yargıtay Başkanının Hasan Gerçeker ve ekibinin gezilerle ortalıkta dolanıp durduğuna şahit olduk. Sanki bizi unutmayın biz buradayız. CHP küçük geldi. Burada tek rakip var, o da bizi dercesine. Bunu açıklamalar takip etti. Bu açıklamalar basında hükümete karşı bildiri şeklinde yer buldu kendine. İktidar karşı bildiri verdi.
Bütün bunlar bizi şuna doğru sürüklemektedir. Devlet yönetimlerinden bahsederken, oligarşi devlet yönetimi olduğu ve bunların belli bir zümre tarafından yönetildiği şeklinde ifadelendirmek gerektiğidir. O zaman bizim bundan çıkaracağımız şey: evet bir hükümet var. fakat onların devleti yönetmesine müsaade edilmiyor. Onun yerinde geniş yetkilerle donatılmış ve her türlü keyfi uygulamayı yerine getirdiğinde herhangi müeyyideyle de karşılaşmayan yargı mensuplarımız var. O zaman yargı oligarşisinden bahsedilebilir.
Anayasanın dışına çıkan ve keyfi uygulamalarıyla sürekli gündemi meşgul eden bu yapıya hoş geldin demekten başka bir söyleyemiyorum. Bence hükümet çekilmeli ya da şimdi çalıştığı gibi alt birim olarak çalışmalıdır. Böylece halkta gerilmemiş olur. Bu gerginlik halkı koparabilir, benden söylenmesi…
Yine de Hoş geldin Yargı Oligarşi Cumhuriyeti!
Bu yazılar altı yıl önce yazılmış yazılar demek neymiş kişiler değişse bile zihniyet değişmiyor. Gizli kapaklı iktidar çabaları dış bağlantılarıyla sürekli çalışıyor.
Haber Ara