Dolar

35,1981

Euro

36,7471

Altın

2.968,65

Bist

9.724,50

Yaşamda uzak bir ahlak

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-04-20 16:59:52

Yaşamda uzak bir ahlak

Nietzsche İyi ve Kötünün Ötesinde adlı kitabında: “Tarihin böylesi dönüm noktalarında, gelişme yarışmasında tıpkı vahşi bir ormanda olduğu gibi yan yana, çoğu zaman birbiriyle kaynaşmış, ihtişamla ve çok yönlü büyüyen, didinen bir çeşit tropik ritim kendini açığa vurur. Ve aynı zamanda birbiriyle güneş ve ışık için vahşice çarpışan, patlayan ve şimdiye dek varolmuş ahlaki değerler arasında hiçbir sınırı, engeli, inceliği bulup çıkaramayan bencilikler sayesinde dehşetli bir yıkım özyıkım… Artık paylaşılan değerler değil, hep yeni niçinler vardır; yanlış anlama ve karşılıklı saygısızlığın yeni bir ittifakı; düşüş, kokuşma ve en üstün arzular dehşet verici bir biçimde bir araya gelir. Soyun dehası sağlıklı olanın ve yozlaşmışın bütün bereketiyle dolup taşar; ilkbahar ve güzün o uğursuz biraradalığı… tehlike, ahlakın anası, büyük tehlike yine orada bizimledir. Ancak bu defa bireyle, en yakın ve candan olanla yer değiştirmiştir. Sokaktadır, kendi çocuğunuzda, kendi yüreğinizde, arzu ve istemlerinizin en gizli saklı oyuklarındadır.”

Tarih yaptığını, acıktığından dolayı yemektedir. Dünya tarihi yıkımın tarihidir.
Sevginin ve barışın elçisinin ayrılmasıyla birlikte, bizimde yüreğimize bu ihtiras kılıcı saplanmıştır.

Tehlike her tarafı kapladığı gibi, benliklerimizi de esir almıştır. İnsanoğlu tehlikenin bizzat kendisi olmuştur. El attığı her şeyi yakıp yıkmaktadır. Dünyanın bazı bölgelerini değil, sadece yaşadığımız ülkeyi değil, sokağımızı, evimizi, hatta yüreğimizi işgal etmiş durumdadır. Ahlak ahlaksızlıkla yer değiştirmiştir.
Öncü olması gerekenlerin, öncülükten artçılığa düştüğü ve bu düşüşün okumayı yanlış yerden başlattıklarında görmek mümkündür.

Zygmunt Bauman, Modernlik ve Müphemlik adlı kitabında; “Köksüz entelektüellerin olağan üstü biçimde oturmuş bilgi sınıfına dönüştüğü bir süreç olan ruhsal seçkinlerin “neolitik devrimi,” yabancılığın özelleştirilmesi olarak adlandırılabilecek daha genel bir sürecin daha görkemli ( ve belki de “eve daha yakın” oluşundan dolayı daha derinde hissedilen) bir durumdan başka bir şey değildir. Özelleştirmenin paradoksal bir sonucu, yabancılığın evrenselliğidir: “yabancı olma” hali, çağdaş toplumdaki aşırı iş bölümü ve alanların işlevlerine göre ayrılması ile birlikte, bu toplumun bütün üyeleri tarafından farklı düzeylerde yaşanıyor… Yabancılık, daha genel anlamda, varoluşsal ve zihinsel müphemlik farklı bir insani durumu yetirdi; bu özelliğiyle birlikte bir zamanlar ki isyankârlığını ve potansiyel devrimciliğini de kaybetti.”

Benda, batı aydınını “hemcinslerini maddiyatın dininden başka dinlere yönelten insanların varolmasının önemli olduğunu” düşüncesine götürmektedir. Ve “bu rolü üstlenmesi gerekenler ise ruhban sınıfı yani dünya ile aşkın bir şekilde konuşan aydın” olmalıdır diyor. Çünkü “Avrupa ve Fransız yazarlar İnsanlığı incili küçümsemeye ve ordu tüzüğünü okumaya çağırıyor.” Bunun için modern dünyanın aydını kendi üretmiş olduğu özgürlükler ve yok oluşlarda kendini boğmuştur.

Yeni arayışı ise Ali Bulaç’ın ifadesiyle “alim aydın”da kendini bulabilecektir. Toplumu maddiyatın insanı yok eden ihtirasında, insanları Vahiyle buluşmalarını sağlayacak bir adımın atılmasıyla mümkün olacaktır. Bunlar bu günün entelektüelleri değil, aydın ve alimleri olacaktır.

Edward Said “bugünün dünyasında otoriteye sorgusuz sualsiz boyun eğmek aktif ve ahlaklı bir entelektüel hayatın karşısındaki en büyük tehditlerden biridir... Bu tehdide tek başına karşı koymak güçtür, hem inançlarınla tutarlı olmanın hem de aynı zamanda serpilecek, düşünce değiştirecek, yeni şeyler keşfedecek veya bir zamanlar bir kenara attığın şeyleri yeniden keşfedecek kadar özgür kalmanın bir yolunu bulmak daha da güçtür. Bir entelektüel olmanın en çetin yanı, yazdıkların ve yaptığın müdahaleler aracıyla vazettiğin şeyi, bir kuruma bir sistemin ya da yöntemin emriyle harekete geçen bir tür robota dönüşüp katılaşmadan temsil etmektir. Hem bunu hem de tetikte durup iradeni gevşetmemeyi başarabilmiş olmanın coşkusunu hissetmiş olan varsa, bu çakışmanın ne kadar nadir gerçekleştiğini takdir edecektir. Fakat bunu başarabilmenin tek yolu, bir entelektüel olarak, elinizden geldiğince iyi ve aktif bir biçimde hakikati temsil etmek ile haminin ya da otoritenin sizi yönlendirmesine pasif bir biçimde izin vermek arasında seçim yapmanın sizin elinizde olduğunu kendinize hatırlatmanızdır.” diyor.

Bitmişlik üzerine inşa edilmeye çalışılan ve ahlaki/etik diye adlandırılan her şey dönüp bizimle boğuşmaktadır. Ahlak soyut bir yapı olarak değil, bir eylem kuralı olarak belirlenmektedir. Oysa bir eylem biçimi olarak zihinlerimizde yer almadığından, somut bir piyasa malı şeklinde, sadece tarafımızdan pazarlanmaktadır. Hiçbir yere ve hiçbir zamana ilişkin olmayan, nesnel davranış gibi sunulan ahlak ne kadar doğrudur.

Toplumsal olarak inşa ve teşvik edilen doğru davranış kuralları yani ahlaki gidişatın belirlenmesi, bize öğretilmeden önce ahlaki seçim yapma durumunda kalıyor muyuz? Bizim böyle bir eğitim projemiz var mıdır?

Biz kaçınılmaz olarak, ahlaki varlıklarız, belli ahlaki normlar çerçevesinde yaratılmışız. Fakat bugün ortaya konan şey karşıdakinin tavır ve meydan okumalarına göre, ötekinin sorumluluk paylaşımı olmak durumuyla karşı karşıyayız. Bugün gelinen durum fıtrat üzerine bir ahlakiliğin sürdürülmesinden ziyade, toplumsal düzenleme ve kişisel eğitimin bir sonucu olarak, bu toplumsal düzenlemelerin ve kişisel eğitimin doğduğu, gönderme yaptığı ve yürütmeye ve yeniden çerçevelemeye kalkıştığı asal sahneyi çerçeveliyor.

Köşe dönmecenin belirlemiş olduğu bir zihniyetin ortasında zaten ahlaki eğitimin en dik alasına yetiştirilmişizdir! Bunun için sorgunun yapılmasını bir kenara bırakın, en ahlaki davranışların bize ait olduğu konusunda en ufak bir şüphemiz dahi yoktur.

Haber Ara