Hiçbir İngiliz’i onu sevdiğimiz kadar sevemedik…Hafızalarımızı mahcup ve o mütebessim simasıyla fethederken, doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine her coğrafyadan her dil ve dinden yüreği müstesna kişiliğiyle mesken tuttu. Ne sesini duyabildik, ne de dokunabildik belki. Ama buğulu bakışlarında hece hece şefkati, merhameti, onuru ve naçar yalnızlığını okuduk. Koca bir imparatorluğun muhteşem mirasını ancak onun gibi onurlu biri reddedebildi. Asalet, hiç kimseye ona yakıştığı kadar yakışmadı. Öyle ki, üzerinde güneş batmayan imparatorluk, O’nun asaletinin sayasında kayboldu. Yalnızlığını, evrenin diğer yalnız ve terkedilmişleriyle bölüştü. Kara Afrika’nın kara bahtlı yetimlerini gerçek bir anne şefkatiyle bir O, rol yapmadan basabildi bağrına. Angola’dan Pakistan’a kimi zaman bir engelli ile içten bir sohbet halinde, kimi zaman savaş kurbanı bir çocuğu sımsıkı kucaklarken gördük kimsesizlerin prensesini.
Bir gün O gitti. Her güzel insan gibi erkenden. Gerisinde kimsesizliği kadar derin bir boşluk ve mazlum sinelerde ince bir sızı bırakarak yelken açtı meçhule. O herkesten biriydi. Herkesten de bir şeyler götürerek sessizce veda etti gönüllerdeki tahtına.
Oysa, Irak’tan Ruanda’ya, Lübnan’dan, Afganistan, Endonezya ve Bangladeş’e kadar farklı seherlerde değişik boyutlarda esen felaket kasırgaları dinmek bilmedi. O, gittiği günden bu yana böyle bir boşluğu doldurabilecek kimseler olmadı. Son zamanlarda O’nun bıraktığı bu tacı giymeye yönelik birkaç beyhude teşebbüsü ümitsizce izledik.
Böyle bir teşebbüsün en son örneği ise Fransız sosyetesinin Cecilia Sarkozy operasyonu oldu ve taç giydirme töreni hezeyanla sona erdi. 426 Libyalı çocuğa kasten HIV’li kan vermekten ömür boyu hapis cezasına çarptırılan 5 Bulgar hemşireyle Filistinli doktor, Cecilia’nın sözde girişimleriyle serbest bıraktırıldı. Eşi Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile oldukça sıkıntılı bir evlilik yaşayan Fransız first leydinin imajını düzeltmeye yönelik bu operasyon, sürpriz bir boşanma ile sonuçlandı. Cecilia, “Orası benim yerim değildi!” diyerek zaten bu hayale son noktayı koymuştu.
Suriye’nin prensesi Esma Esad, bu boşluğu doldurabilecek adaylardan biri olabilirdi belki. Ancak, Suriye’nin uluslararası kamuoyu nazarında sahip olduğu imaj, uluslararası toplumun göstereceği reaksiyon ve kabul sorunu bu hususta Esma Esad’ın karşısında duran en büyük manialar.
Hayrunnisa: Kadınların En Hayırlısı
Bir Cumhurbaşkanı eşi olmanın beraberinde getirdiği dahili ve harici sorumluluk, misyon, temsil ve duruş, ülkemizde bu zamana kadar gereği gibi algılanamadı maalesef. Kimileri bu önemli sorumluluğu oluşturdukları sosyete kulüpleriyle sefahata dönüştürerek halktan daha da uzaklaşırken, kimileri ise bu sorumluluğun farkına dahi varamadı. Bırakın dünya ölçeğinde sorumluluk almayı, Çankaya dışına adım atamayan, simalarını bile hatırlayamadığımız yakın zaman first leydilerimiz oldu. Bir ülkenin iç dinamiklerine barış, dirlik, paylaşım ve bir arada yaşama kültürü aşılayabilen bu önemli kurum, uluslararası arenada ise ülkenin tanıtım, imaj, vizyon ve prestiji açısından yadsınamayacak bir öneme haizdir. Arjantin’in 1950’li yıllarda yaşayan first leydisi Eva Peron’un Arjantin’e ve Arjantinlilere neler kazandırdığını ölümünün ardından anısına bestelenen “Don’t Cry For Me Argentina” parçası yeterince anlatıyor olsa gerek.
2007 yılında Cumhurbaşkanı Gül’ün Strazburg temasları sırasında yakından izleme fırsatı bulduğum Hayrunnisa Gül, Leydi Diana’yı andıran o mütebessim ve mahcup siması, içtenliği, asaleti, müşfik ve mütevazı edası, hatta ismiyle bile bu sorumluluğu taşıyabilecek bir duruş sergiliyor...
Hayrunnisa Gül, tarihimizden gelen ve kalıtımsal olarak zaten genlerimize kadar işlemiş bu hamilik misyonunu biran evvel üstlenmelidir. Bu hususta tarihimize karşı sorumlu olduğumuz asla unutulmamalı. Yeryüzüne vakıf ve hayır medeniyetini tanıtmış ve yaymış bir milletin mirasçısı olarak Hayrunnisa Gül, bu gücü kendisinde hissetmeli, insanlığa hizmeti gaye edinmiş bir sinerji ekibi oluşturarak, gösteriş ve riyadan uzak beynelmilel insan odaklı bir hizmet başlatmalıdır.
Evet Hayrunnisa Hanım, ilk olarak kanayan Güneydoğumuzdan koyulmalısınız belki işe. Şehit anneleriyle el ele, Türkçe konuşamayan yüreği nasır bağlamış Kürt annelerle şefkat ve sevgi dilinde dertleşip bağrınıza basmalısınız. Yılların ihmal ve terkedilmişliği ile kangrene dönüşmüş bu yarayı, sevgi ve bacılığınızın gücünü kullanarak iyileştirmeli, silahların yıllardır başaramadığını ve asla başaramayacağını, Güneydoğuyu mesken tutup mezra mezra siz başarmalısınız. Bir çınar ağacı gibi sımsıkı sarmalı ve kuşatmalısınız Güneydoğuyu.
Irak’ta yürütülen gayri insani savaşta tecavüze uğrayan, çocuklarını kaybeden Iraklı annelerle, evlatlarını bu onursuz savaşa kurban veren Amerikalı anneleri, hoşgörünün başkenti İstanbul’da buluşturmalısınız sonra.
Siz bir hoşgörü ve merhamet medeniyetinin Hayrunnisa’sısınız. Koca bir demir kütlesini kılıcıyla bir darbede ikiye ayıran kaba kuvvet medeniyetinin temsilcisi Kral Richard’a, ipek mendilini havaya atarak, sabit tuttuğu kılıcının üzerine düşen mendili, kendi ağırlığıyla ikiye bölerek, zarafet ve hoşgörü dersi veren Selahaddin-i Eyyubi’nin varisisiniz. Öyleyse, Lübnanlı çocukların mezarlarında biten çiçeklerden derdiğiniz buketleri, üzerlerine “Cennetin Çocuklarından İsrailli Çocuklara Sevgilerle” notunu iliştirip o küçücük yürekleri fethetmelisiniz.
Kuşluk vakti ezan sesi nasıl okşuyorsa İstanbul semalarını, öyle okşamalısınız çocuk esirgeme kurumundaki yetimlerin başlarını. Yolunuz Hint ellerine düşmeli sonra. Kaybettiği eşinin ardından “Suttee*” geleneğine göre halen yakılmamışlarsa eğer, sayıları 33 milyonu bulan dul Hint kadınlarını, tecrit hayatı sürdükleri köhne dul evlerinde ziyaret edip, dertleşmelisiniz.
Tüm bunları yaparken kendi ekseninizden sapmamalısınız. Çevrenizin “Hayrunnisa Çok Yaşa” diyenlerle çepe çevre kuşatıldığı anlarda, “Mağrurlanma Senden Büyük Allah Var” diyenlere kulak verebilmelisiniz.
Merhametsizlerin hüküm sürdüğü yeryüzü, acı ve gözyaşı gölüne döndü. Bu göle attığınız her bir merhamet ve şefkat taşı, yarattığı sevgi, huzur, barış ve kardeşlik dalgalarıyla kuşatsın evreni.
Bırakın birileri Çankaya’ya yakıştıramasın sizi, sizin Çankaya’nız, yetimlerin, dulların, kimsesizlerin, mazlumların yürekleri olsun. Çankaya’nın first leydiliği bırakın onların olsun, siz ateş düşmüş gönüllerin “Hayrunnisası”olun.
Ali ŞAHİN
Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı
*Suttee: Hindistan’da eşi ölen kadının yakılarak öldürülmesi geleneği.
Not : Bu yazı 6 Aralık 2007 tarihinde kaleme alınmış ancak yayınlamak bugüne nasip olmuştur.