Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) demokrasiyi güçlendirmek, insan haklarını korumak ve geliştirmek, hukukun üstünlüğünü tesis etmek gibi temel ilkelerle ikinci dünya savaşına müteakip 1949 yılında kurulmuş önemli bir siyasi yapı. Üye ülkelerin nüfusuna göre temsil edildikleri AKPM’de Türkiye, 12 asil 12 yedek olmak üzere 24 üyeyle temsil ediliyor. TBMM gibi çalışma komisyonlarına sahip olan AKPM’nin Kültür, Bilim ve Eğitim Komisyonu’nda son günlerde İslam Alemi’ni yakından ilgilendiren “Avrupa’da İslam, İslamcılık ve İslamofobi” başlıklı önemli bir rapor hazırlanıyor. Söz konusu rapor için raportör atanması sırasında komisyona üye Türk Parlamenterler konunun hassasiyetine binaen raporun ılımlı ve objektif bir parlamentere verilmesi için yoğun çaba harcadılar. Ancak tüm çabalara rağmen komisyon başkanı Brusserin de baskısıyla rapor, Rusya, Sırbistan, Litvanya ve Bosna Hersek’teki homoseksüel hakları ihlalleri ile ilgili AKPM’ye verdiği soru önergeleri ile tanınan, Danimarkalı Parlamenter Mogens JENSEN’e verildi. Türk parlamenterlerin Danimarka’da yaşanan karikatür krizi ve Rasmussen Hükümetinin bu yönde İslam dünyasını rahatsız eden politikaları nedeniyle Danimarkalı raportörün objektif olamayacağına ilişkin itirazları sonuç vermedi.
Jensen’in hazırladığı taslak raporun görüşülmesi ve konuyla ilgili davet edilen uzmanların dinlenmesi için düzenlenen komisyon toplantısı, tesadüf müdür bilinmez ama 9 Eylül Salı günü Danimarka’da tam da Danimarka Parlamentosu’nda yapıldı. Toplantıdan bir gün önce ev sahibi Danimarkalı parlamenterler Kopenhag’ı baştan başa ve içten içe çevreleyen kanalda bir vapur turu düzenleyerek komisyon üyelerine bir akşam yemeği verdiler. Lüksemburglu Parlamenter ve AKPM Kültür Komisyonu Başkanı Anne Brasseur gitarı, İrlandalı Parlamenter Bayan Cecilia Keaveney kemanı, ve ülkemizin her yönüyle renkli parlamenteri Lokman Ayva uduyla akşam yemeğine renk kattılar. Lokman Ayva’nın udla olan hasbıhali ve udun ruhu mest eden musikisi karşısında Avrupalı parlamenterlerin trans suskunluğu görülmeye değerdi. Nitekim, farklı medeniyetlerin bir harmoniye dönüşen müziği, komisyon üyelerini bir sonraki gün gerçekleşecek kritik İslamofobi toplantısına hazırlar gibiydi.
Avrupa İslam’ı Tanımlayamıyor…
Bu şartlar altında başlayan İslamofobi toplantısında ilk olarak söze Raportör başladı. “İslamofobiyi birileri bilinçli olarak yarattı” diyerek İslamofobinin batılı kimi çevreler tarafından üretildiğini ve farklı amaçlarla kullanıldığını ima eden Jensen, tahminlerin aksine son derece olumlu bir taslak rapor hazırlamıştı. Taslak raporunda Avrupalı kimi çevrelerin İslamofobiyi İslam’ı hepten reddetmek ve İslam’ın üstünü örtmek için bir battaniye gibi kullandıklarını, İslam’la, İslamcılığın birbirinden ayrılması gerektiğini hatta İslamcılığı bile tam anlamıyla bir tehdit olarak görmenin mümkün olamayacağını vurgulayan Danimarkalı homoseksüel hamisi Jensen, özellikle Türk parlamenterleri şaşırtmıştı. Ancak, daha büyük ve asıl şaşkınlık konuyla ilgili görüşleri alınmak ve dinlenmek üzere komisyona davet edilen Müslüman kökenli uzmanlar konuşmaya başlayınca yaşandı.
Komisyona uzman olarak çağrılan Suriye kökenli ve Göttingen Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Profesör Tibi, konuya yaklaşımı ile bir yandan kafaları karıştırırken diğer yandan da bu konuda önemli bir ayrıntı ve gerçeği gözler önüne seriyordu. Özellikle batıda yaşayan Müslüman kökenli akademisyenlerin ortaya koyduğu İslam anlayışı maalesef Islamofobiyi besler ve güçlendirir nitelikte. Bu ayrıntı ilk kez karşılaştığım ve beklenmedik bir ayrıntıydı. Profesör Tibi, yaptığı konuşmada uzun uzadıya selefilik hareketinden bahsederek komisyon üyelerine selefilikten ibaret bir İslam anlayışı sundu adeta. İslam’ı ve Müslümanları anlama konusunda kafası karışık üst düzey bir Amerikalı komutanın kendisine; “Hocam bana uzun uzun konuşup kafamı karıştırma. Ben bir Müslüman’la karşılaştığımda onun iyi bir Müslüman mı, kötü bir Müslüman mı olduğunu nasıl anlarım?” şeklinde bir soru yönelttiğini kendisinin de; “Karşına aldığın bir Müslüman’a İslam nedir diye sorduğunda eğer İslam bir inanç sistemidir diyorsa iyi bir Müslüman’dır. Yok eğer İslam bir yönetim sistemidir diyorsa O İslamcıdır, dolayısıyla zararlıdır.” şeklinde cevap verdiğini üzülerek dinledik. Proföser Tibi’nin İslamofobi gibi çok kritik bir konuda ve önemli bir platformda ortaya koyduğu İslam ve Müslüman tanımı, İslamofobiyi yaratan kaynaklardan birini de Avrupa’da yaşayan aydın vasıflı kimi Müslüman akademisyenlerin oluşturduğunu işaret etmesi bakımından önemliydi. Tibi’ye göre Avrupa’da yaşayan ve İslam’ı bir yönetim biçimi olarak gören yüz binlerce Müslüman İslam’ın zararlı kesimini oluşturuyor.
Türkiye İslamofobi İle Yakından İlgileniyor
Homoseksüel hakları savunucusu Danimarkalı bir raportör, hazırladığı taslak raporunda batılıların İslamofobiyi İslam’ı hepten reddetmek için bir bahane olarak kullandıklarını ileri sürerken, Müslüman bir akademisyenin İslam’ı yönetim biçimi gibi gören bir Müslüman’ı tehdit olarak göstermesi tuhaf bir tezadı ortaya koyuyordu. Neyse ki, toplantıya Türkiye’den keynote konuşmacı olarak çağrılan Doç. Dr. Talip Küçükcan’ın, Türkiye’nin içinden geçtiği hoşgörü ve demokratik değerlerle İslami değerlerin gerektiğinde nasıl bir harmoni oluşturup bir arada yaşama kültürü yarattığını ortaya koyan yorum ve örnekleri, en azından komisyon üyeleri ve raportörün zihinlerinde yaşadıkları çelişkileri ve kavram kargaşasını o an için silip attı. İslamofobi ile mücadele çerçevesinde Türkiye’nin Avrupa’da doğmuş Türk çocuklarını Türkiye’de ilahiyat eğitimlerinden geçirdiklerini dile getiren Küçükcan, Avrupa üniversitelerinde de İlahiyat fakültelerinin açılmasının İslamofobi ile mücadele yolunda atılacak adımlardan biri olabileceği yönünde önemli tavsiyelerde bulundu.
Avrupa’daki İslami Dağınıklık İslamofobiyi Güçlendiriyor
Müslümanlar Avrupa’da Hıristiyanlardan sonra ikinci büyük topluluğu oluştururken, İslam Avrupa’nın kültürel mirası ve genel manzarasının da önemli bir parçası haline gelmiştir. Bu olumlu manzaraya rağmen Avrupa’da yaşayan Müslüman kitlelerin çok farklı cemaatlere bölünmüş ve birbirleriyle bütünleşememiş olmaları, Müslümanları Avrupa’nın ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yaşamında pasifleştirmiştir. İslam’a karşı ön yargı ve art niyet besleyen batılı kimi çevreler bu durumdan istifade ederek Avrupa’daki Müslüman varlığını bir tehdit gibi gösterme gayretine girmiş durumdalar. Avrupalı Müslümanların bir konfederasyon altında buluşmadıkları sürece ekonomik, siyasi, kültürel yaşama ilişkin temel hak ve hürriyetlerini elde etmeleri ve Avrupalılarla sağlıklı bir iletişim kurmaları oldukça güç görünüyor. Bu noktada söz konusu dağınıklığı İslamofobiyi besleyen önemli etkenlerden biri olarak görmek gerekiyor.
Ali ŞAHİN – GASAM- [email protected]