Dolar

35,3521

Euro

36,8732

Altın

3.001,85

Bist

10.037,64

'Kurulu Düzen' Değişiyor

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-06-14 11:04:00

'Kurulu Düzen' Değişiyor
Reagan yönetiminin Ticaret Bakanı Danışmanı ve Ekonomik Strateji Enstitüsü’nün kurucusu Clyde V. Prestowitz tarafından kaleme alınan kitabı okurken kendimi Yüzüklerin Efendisi filminin fantastik sahnelerinden birinde hissettim. Filmi izleyenler hatırlayacaktır. J.R.R. Tolkien’in kurgusal “Orta Dünya” evreninde bir ülke olan kötülükler diyarı Mordor’da karanlık kuleyi kuran Sauron, Orta Dünya’da gücü eline geçirmeye çalışmaktadır. Gandalf karanlık kuledeki yoğun faaliyetleri görünce Souron’un gücü eline geçirme niyetini anlar.

Three Billion New Capitalists: The Great Shift of Wealth and Power to the East” yani “Üç Milyar Yeni Kapitalist: Güç ve Zenginliğin Batıdan Doğuya Büyük Göçü” başlıklı kitabında Prestowitz, Çin ve Hindistan’ın ekonomik ilerleyişini, zenginliğin ve gücün Batı’dan Doğu’ya doğru kayışını panik havasında işleyerek Gandalf’tan rol çalıyor adeta.

Kitabı okuduktan sonra, ABD önderliğindeki Batılı güçlerin Çin ve Hindistan’ın burnunun dibindeki Afganistan’a niçin sokulduklarını, Afganistan ve çevresinde her geçen gün daha da genişleyen kötülük ve karanlık coğrafyasını, karanlıklar ve kötülükler şantiyesi haline getirilen Afganistan ve süren işgali yorumlamak hiç de zor değil.

Afganistan, Asya’nın kalbi ve merkezi. Diğer bir deyişle Asya’nın kontrol ve gözetleme kulesi. Afganistan’ı kontrol ettiğinizde tüm Asya’yı kontrol edebilirsiniz. Asya’nın en önemli coğrafi bölgelerinin yani Ortadoğu, Güney Asya, Uzak Doğu, Orta Asya ve Kafkasların buluşma ve kesişme noktasında konuşlanmış Afganistan’a yerleştiğinizde, Asya’nın tüm bu önemli coğrafi bölgelerini kontrol altında tutabilir, buradaki dengeleri yönetebilirsiniz. Afganistan bu açıdan Asya’nın denge noktasıdır.

Gücün Batı’dan Doğu’ya Büyük Göçü

Yer kürenin Asya yakasında Batı âlemini uzun süredir rahatsız eden önemli gelişmeler var. Avrupa ve Batı âlemine göre Asya’nın sahip olduğu genç ve dinamik nüfus, yokluk içinde tasarruf edebilen kalabalıklar, kanıksanmış fakirlikle mutlu yaşam sürebilen kanaatkâr milyarlar, üretmediğini tüketen yaşlı batı toplumuna karşı avantaj sağlamış durumda. Çin ve Hindistan % 10’lar seviyesinde seyreden büyüme hızları, teknoloji alanında kaydettikleri ilerlemelerle Asya’nın iki önemli dinamosuyken, Kuzey Kore, Pakistan ve İran nükleer yetenek ve çalışmalarıyla Batı âlemi için tehdit oluşturuyorlar. Türkiye ise cumhuriyet tarihinin en yüksek nüfuz gücüne erişmiş durumda. Konjonktür terazinin doğu kefesini yükseltiyor ve güç batıdan doğuya taşınıyor.

Asya Nükleer Savaşa Duyarlı Hale Getirildi

Batı âleminin Batı’dan Doğu’ya akan bu güç göçünü durdurabilmesi ve potansiyel tehdit unsurlarını bertaraf edebilmesi için Asya’nın istikrarsızlaştırılması, içinde Asya’da bir nükleer savaş çıkarma seçeneğinin de yer aldığı kimi senaryoların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Aslına bakarsanız Asya’nın her geçen gün nükleer bir savaşa daha duyarlı hale getirildiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Kuzey Kore-Güney Kore ve Hindistan-Pakistan ekseninde biriktirilen yüksek gerilimin nükleer bir savaşa dönüşebilmesi sadece bir kıvılcım meselesi. Bu senaryonun ilk testi 26 Kasım 2008 tarihinde gerçekleştirilen Mumbai baskını ile yapıldı. Pakistan kaynaklı gösterilen bir gurup terörist akıl almaz bir biçimde Hindistan’ın ekonomik ve ticari açıdan can damarı sayılan Mumbai kentine baskın düzenleyerek, zaten düşman olan nükleer güce sahip iki ülkeyi bir anda savaşla karşı karşıya getirdiler.

Gücün Batı’dan Doğu’ya kayması ve el değiştirmesi için Batılı güçlerin başvurmaktan kaçınmayacağı son seçenek Asya’da geniş bir coğrafyayı etkileyecek nükleer savaş seçeneği olacaktır. Bunu, önü alınması zor bir seli durdurabilmek için, dağı dinamitleyerek patlatıp selin önüne set çekmek şeklinde düşünebilirsiniz.

Batı Medeniyeti’nin Asya’ya sinsi sirayeti ve yerleşmesi bu şekilde sürerken, Asya örgütlenme yoluna gidiyor. Bu örgütlenmenin en önemli ayaklarından birini ise Asya İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (AİGK) oluşturuyor.

AGİT’in Asya Versiyonu: AİGK

2002 yılında Kazakistan'ın öncülüğünde Almatı'da yapılan Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'nde kabul edilen 'Almatı Senedi' ile örgütleşen Asya'da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (AİGK-CICA), 7-9 Haziran'da İstanbul’da üçüncü kez devlet ve hükümet başkanlarını bir araya getirdi. Asya'da geniş bir coğrafyada işbirliği ve güven hedefleyen örgüt, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGİT) Asya versiyonu.

Batı’nın elinden Doğu’ya doğru kayan güç endişesi ve Asya’nın kendi karmaşık dokusundan kaynaklanan diğer bazı nedenlerle Asya’da gün geçtikçe daha da genişletilen istikrarsızlık coğrafyası, artan konvansiyonel ve nükleer savaş riskleri göz önünde bulundurulduğunda AİGK’in ne denli bir önemli misyon üstleneceği ortadadır. Soğuk Savaş döneminin ortadan kalkmış olması, Avrupa’daki çatışma noktalarının yokluğu ve bütünleşme yolunda Avrupa Birliği gibi atılmış önemli adım ve temeller AGİT’i arka plana itmiştir. Ancak Asya için bakıldığında AİGK gibi tüm Asya’yı örtecek çatı bir örgüte ivediyen ihtiyaç duyulduğu son derece aşikârdır.

Her bölgesel örgütün olduğu gibi AİGK’in de zayıf noktasını üye ülkeler arasındaki ikili sorunlar oluşturuyor. Buna rağmen AİGK gibi çatı örgütler, gerek ikili gerekse bölgesel sorunların çözümü yönünde güven artırıcı tedbirlerin alınması, geliştirilmesi ve krizlerin önlenmesi noktasında önemli rol üstlenebilmektedirler. AİGK’in şu aşama da sahip olduğu diğer bir zayıf nokta ise henüz oturmamış bir kıta örgütü olmasıdır. İstanbul’da gerçekleşen zirvenin en önemli kısmını da bu yönde atılmış önemli adımlar oluşturuyor. Nitekim İstanbul zirvesinde imzalanan “AİGK Sekretaryası ve Personelinin Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına İlişkin Anlaşma” AİGK’in kurumsallaşması yönünde atılmış en önemli adımı oluşturmaktadır.

AİGK’in Yaşamı CMM’e Bağlı

Görünen şu ki, AİGK’i Asya’daki sıcak bölgelerin çokluğu ve Batılı güçlerin Asya’ya ilişkin şekillendirme planları nedeniyle dinamik ve zorlu bir gelecek bekliyor. Bunun ilk örneğini de İstanbul Zirvesi’nde Mavi Marmara katliamından dolayı Türkiye ile İsrail arasında yaşanan gerilim oluşturuyor.

Güç ve zenginliğin Batı’dan Doğu’ya kayış seyrini belirleme noktasında AİGK’in Asya’daki kriz ve çatışmaları ele alma ve yönetme kabiliyetinin de oldukça belirleyici olacağını söyleyebiliriz. Bu açıdan bakıldığında kriz bölgelerinin çokluğu, Batlı güçlerin Asya’yı istikrarsızlaştırma çabaları, Asya’nın Avrupa’ya oranla son derece karmaşık, kırılgan yapısı ve kaygan zemini AİGK’in kendi içinde çok etkin ve güçlü bir “Crises Management Mechanism (CMM)” yani bir Kriz Yönetim Mekanizması geliştirmesini zor koşmaktadır. AİGK’in başarı ve geleceğini büyük ölçüde bu mekanizmanın performansı ve etkinliği belirleyecektir.

Uluslararası Örgütlerde Türkiye Etkinliği

Türkiye, İKÖ, BM Güvenlik Konseyi Üyeliği ve AKPM Başkanlığı’ndan sonra AİGK’in de dönem başkanlığını devralarak eş zamanlı bir süreç içerisinde bu çok önemli uluslararası örgütlerin liderliğini üstlenmiş bulunuyor. Uluslararası örgütlerde etkin rol oynamaya başlayan Türkiye, bir yandan dünya politikalarında söz sahibi olurken diğer yandan da uluslararası arenada güç dengelerini lehine çevirme şansını yakalamış oluyor. Örneğin Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Dönem Başkanlığını kritik bir seçim sürecinden sonra eline geçirme başarısı gösteren Türkiye, İsrail’in Mavi Marmara katliamını Parlamento’nun 21-25 Haziran tarihleri arasında gerçekleşecek toplantılarına “Urgent Debate” yani acil görüşülecek bir gündem maddesi olarak koyma başarısını göstermiştir. Uluslararası örgüt liderliğine bağlı olarak elde edilen diğer önemli bir başarı ise hafta içinde İstanbul’da gerçekleşen AİGK zirvesi Başkanlık açıklamasında 21 üyenin katılımıyla İsrail’in kınanmış olmasıdır.

Türkiye bir yandan uluslararası örgütlerde lider rolünü üstlenirken diğer yandan da Libya’dan Pakistan ve Rusya’ya vizeleri ve sınırları kaldırarak nüfuz coğrafyasını genişletmekte, küresel güç potansiyellerini harekete geçirmektedir.

Ancak, Türkiye’nin karşı karşıya kalması muhtemel problemlerden birisi nüfuz coğrafyasını her geçen gün daha da genişlettiği, Brezilya’dan Endonezya’ya küresel politikalar geliştirdiği bu süreçte yetişmiş insan kaynağı yetersizliğidir. Bu yönde yeterince adımlar atıldığını söyleyemeyiz.

Dış Politika Dinamikleri Zenginleşmeli

Türkiye’nin uluslararası politika zenginliğini uzun vadede yaşatacak ve daha da geliştirecek insan kaynaklarını yetiştirmek için acilen atılması gereken üç önemli adım bulunuyor. Bu adımlardan ilki üniversitelerimizin vizyonlarının genişletilerek özellikle uluslararası ilişkiler bölümlerinin dış politika ve strateji geliştiren üniteler haline getirilmesi yönünde atılması gereken adımdır.

Türk Dış Politikası’nın lobicilik konusundaki zafiyeti dış politikamızın zenginlik ve dinamizm kazandığını düşündüğüm Ak Parti iktidarında da devam etmektedir. Türkiye lobicilik faaliyetleri bakımından çok önemli ve değerli potansiyellere haiz bir ülkedir. Sadece Avrupa’da, kimi Avrupa ülkelerinden daha büyük 4 milyon civarında Türk nüfusu yaşamaktadır. Ancak bu önemli potansiyel halen organize bir güç ve lobi hareketine dönüştürülebilmiş değildir. Türkiye’nin son dönemlerde izlediği özellikle Ortadoğu politikalarından dolayı sadece Türkler değil Avrupa ve dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan Arap kökenli Ortadoğu halklarının da sempatisi kazanılmıştır. Özellikle Avrupa ülkelerinde Pakistan gibi Türk sempatisi olan ülke vatandaşlarının varlığı da göz önüne alındığında Türkiye’nin çok önemli bir lobicilik potansiyelini halen kullanamadığı, organize baskı unsuru haline getiremediği görülmektedir. Dış İşleri Bakanı Davutoğlu’nun Türk Dış Politikası’na kazandıracağı en önemli dinamiklerden biri de organize ve etkin bir lobicilik mekanizması olmalıdır. Unutulmamalıdır ki, etkin ve başarılı bir dış politika için lobicilik hareketi olmazsa olmaz bir unsurdur.

Dış politika dinamiğini güçlendirmek ve zenginleştirmek için Türkiye’nin atması gereken 3. önemli adım ise think tank oluşumlarının teşvik edilmesi ve mevcut think tanklerle ortak çalışmalar yürütülmesidir. Dış İşleri Bakanlığı’nın Afganistan sorununa çözüm arayışı bağlamında, Afganistan’a komşu ülkelerin uzmanlarını bir araya getirmeye yönelik geliştirdiği “Bölgesel Düşünce Platformu”, bu yönde atılmış son derece pozitif bir adımdır.

Güç ve zenginliğin Batı’dan Doğu’ya kayarak el değiştireceği süreçte Türkiye, ortaya koyacağı güçlü dış politika dinamikleri ile potansiyel durumda olan küresel güç kabiliyetini, kinetik duruma dönüştürebilme şansına sahiptir.

Mevcut Uluslararası Sistem Çökmüştür

Birinci Dünya Savaşı sonrası şekillenmeye başlayıp İkinci Dünya Savaşı sonrası son şeklini alan Batı medeniyeti tabanlı uluslararası sistemin çöktüğünü ve işlemez hale geldiğini de görmekte yarar var. Birleşmiş Milletler uluslararası krizleri ve dengeleri yönetmekten aciz, güçlünün güdümünde, mazlumun hakkını koruyamayan, uluslararası hukuku tesis edemeyen, çifte standartlı bir yapı halini almıştır. İsrail’in Ortadoğu’da uyguladığı tüm şiddet ve gerilim politikalarına, uluslararası hukuk kurallarını ihlal ederek insanlığa karşı yasak silahlar kullanmasına, dünyanın gözü önünde sivil katliamlar gerçekleştirmesine rağmen yaptırım uygulayamayan BM, İran ya da bir başka Müslüman devlet söz konusu olunca her türlü yaptırım kararını cesur bir şekilde alabilmektedir. İran, Kuzey Kore ve Pakistan’ın nükleer silahları İsrail ve ABD’nin güdümündeki mevcut uluslararası sistem tarafından baskı altında tutulurken kimse İsrail’in nükleer yeteneğini sorgulama cesaretini gösterememektedir. Bu haliyle BM, Doğu bloğuna abluka uygulayan bir Batı enstrümanı görünümündedir.

Prestowitz’in kehanetine katılıyorum. Güç ve zenginlik el değiştiriyor. Gücün Batı’dan Doğu’ya göçü konjonktürel olduğu kadar İlahi Kudret’in de bir tecellisidir. Yeryüzünde orta vadeyi aşan bir süreçte “Doğu’nun İktidarı” hüküm sürecektir. Bu süreçte Doğu medeniyeti kendi değerlerinden doğan bir uluslararası sistem yaratacaktır. Batı medeniyeti kaynağını sadece “Güçten” aldığı için, yükselirken oluşturduğu tüm uluslararası mekanizmalar güçlünün kontrolüne girmiş ve uluslararası sömürü örgütleri haline dönüşmüştür. Şimdi sıra’da Doğu medeniyeti var. Doğu medeniyeti kaynağını “Hak”tan almaktadır. Dolayısıyla Doğu’nun İktidarı’nda yeryüzünde hoşgörü ve adaleti hakim kılacak yeni bir sistem yaratılacaktır.

Ali ŞAHİN
Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (GASAM) Başkanı
10 Haziran 2010


SON VİDEO HABER

Suriyeli tamirci: Artık dönmek istiyorum ama evim yıkıldı, akrabam kalmadı

Haber Ara