Uluslararası arenada baş döndürücü bir dönüşüm ve büyüme süreci yaşayan Türkiye, yıllardır yoğun bakımda tutulduğu bitkisel hayattan gözlerini dünyaya yeniden açıyor. Felç geçirmiş hücrelerimiz yenileniyor, ölmüş dokularımız tek tek adeta yeniden canlanıyor. Küresel güç olma noktasında pasifize edilmiş potansiyellerimiz yaşamsal fonksiyonlarımız dingin bir şekilde tek tek devreye giriyor.
İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Genel Sekreterliği, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Üyeliği ve NATO Genel Sekreterliği seçiminde oynadığı belirleyici rol, Türkiye’nin Dünya politikalarında söz sahibi olduğu önemli bir sürece girdiğinin somut göstergeleri. Şimdi bu halkaya Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Başkanlığı da eklenmiş bulunuyor. Önümüzdeki iki yıl için AKPM, Türkiye tarafından yönetilecek.
Demokrasi , İnsan Hakları ve Hukuk’un Üstünlüğü Bize Emanet
AKPM, 5 Mayıs 1949 yılında imzalanan Londra anlaşmasıyla Avrupa entegrasyonunu sağlamak, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerini tüm üye ülkelerde geliştirmek ve desteklemek üzere kurulmuş önemli bir uluslararası platform. Avrupa’nın adeta soluk aldığı ciğerleri. Avrupa’nın siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel yaşamının şekillendirildiği ve yön verildiği bir güç merkezi. Üye ülkeler başta olmak üzere tüm dünyadaki seçimler, demokrasi hareketleri, insan hakları süreçleri adım adım izleniyor. Hazırlanan raporlarla bir yandan Avrupa’nın modern, güvenli, sağlıklı ve istikrarlı bir yaşam coğrafyası haline getirilmesi amaçlanırken, buna ayak uyduramayan ülkelerin dikkatleri çekilerek yaptırımlar da uygulanıyor. Türkiye’nin de kurucuları arasında bulunduğu AKPM, 47 üyeden, 318’i asil, 318’i yedek olmak üzere 636 parlamenterden oluşuyor. Türkiye, 12 asil 12 yedek olmak üzere 24 milletvekili ile temsil edilirken ülkelerin temsilci sayısı nüfuslarına göre belirleniyor. Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya ve Türkiye en çok temsil sayısına sahip ülkeler.
TBMM’ye benzer bir yapıyla çalışan AKPM, Bakanlar Komitesi, 5 siyasi gurup ve 10 ihtisas komisyonundan oluşuyor. Avrupa Halk Partisi Gurubu (EPP/CD) 203 üye ile en büyük gurubu oluştururken Türkiye, bundan önce aleyhinde bir çok olumsuz rapor hazırlanmış olması nedeniyle en fazla üye sayısını bu gurupta bulunduruyor. EPP’yi 185 üye ile Sosyalist Gurup (SOC), 103 üye ile Liberal (ALDE), 93 üye ile Avrupa Demokratları (EDG) ve 30 üye ile Birleşik Avrupa Sol Gurubu (UEL) izliyor.
AKPM’de İngiliz-Rus Savaşları
AKPM Başkanlığı sırasıyla siyasi guruplar tarafından dönemsel olarak yapılıyor. Sırası gelen siyasi gurupta AKPM başkanlığı için öne çıkan adaylar, gurup üyelerinin katılımıyla yapılan oylamayla belirleniyor. Siyasi Gurup’ta seçilen aday 2 yıl süreyle AKPM başkanlığını yürütüyor.
Ancak, başkanlık seçimleri her zaman “free and fair” yani adil ve özgür bir şekilde yapılmayabiliyor. Üye ülkeler arasındaki siyasi güç savaşları zaman zaman kutuplaşmalara yol açıyor yapılan “centilmenlik anlaşmaları”yla öne çıkan adayların seçilmeleri engellenebiliyor. Bu konuda en çarpıcı örnek 2008 yılında yapılan AKPM Başkanlık seçimlerinde yaşandı. 2002-2008 yılları arasında AKPM’de görev yapan son derece deneyimli EDG Gurubu üyesi Rus Parlamenter Mikhail Margelov’un gurup içerisinde seçilmesi kesinken, İngiliz parlamenterlerin oluşturduğu “Anti-Rus” hareketiyle önü kesildi. İngiliz parlamenterlerin yürüttüğü yoğun kulisler neticesinde Siyasi Gurup Başkanlarının kendi aralarında yaptıkları sözde centilmenlik anlaşmasıyla EDG’de olan dönem başkanlığı sırası bir dönem sonra yeniden EDG ye verilmek kaydıyla Sosyalist Guruba verildi. Böylelikle centilmenlik dışı yöntemlerle Margelov’un AKPM başkanlığı bir şekilde engellenmiş oldu. AKPM içerisinde Rusların etkinliğini azaltmaya yönelik bu çaba demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkeleri temelleri üzerine oturtulmuş AKPM’de büyük bir sarsıntıya yol açtı.
İngiliz –Rus Hesaplaşması Türkiye’ye Yaradı
AKPM içinde siyasi gruplar arasında yenilenen ''centilmenlik anlaşması" gereği, AKPM Başkanı bu dönemde EDG’den seçildi. Ancak geçen 2 yılın ardından EDG içerisindeki kompozisyon İngilizlerle Rusları bir kez daha karşı karşıya getirdi. EDG Gurup başkanlığını yürüten İngiliz Parlamenter David Wilshire AKPM başkanlığı için adaylığını açıklayınca Margelov vakasından dolayı İngilizlere bilenen Ruslar’ın eline büyük bir fırsat vermiş oldu. Bu süreci iyi takip eden Türk Delagasyonu ve Delagasyon Başkanı Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu, EDG gurubunda İngiliz Wilshire’a karşı adaylığını açıklayınca biranda Gurup içerisinde ki tüm Rus, Azerbeycan ve İngiliz karşıtı parlamenterlerin oylarını elde etme şansı doğdu. AKPM Başkanlığı için doğan bu fırsat, TBBM’deki muhalefet partilerinin de destek vermeleri ve yedek AKPM üyelerini Strazburg’a göndermeleriyle daha da şanslı hale getirildi.
Strazburg’da, labirenti andıran AKPM binasında yapılan seçimlerde Mevlüt Çavuşoğlu EDG gurubu içerisinde İngiliz Wilshire’a karşı 29’a karşı 21 oyla seçimleri alarak 2010-2012 dönemi AKPM başkanlığına adaylığı için seçilmiş oldu.
Stratejiler Belirlenmeli ve AKPM Başkanlığı Süreci Planlı Yürütülmelidir
Çavuşoğlu’nun AKPM Dönem Başkanlığı’nı yürütecek olması Türkiye’nin uluslararası arenada ve dünya politikalarındaki etkinliğini artırması açısından oldukça önem arzediyor.
Bugün AKPM’de görev yapan AB üyesi parlamenterlerin bir çoğu Avrupa’nın o eski aristokrat ailelerinin uzantıları. Ülkelerindeki politik yapı gereği uzun yıllardır AKPM’de görev yapan İngiliz, İspanyol, Fransız, Alman, Hollanda, Avusturya gibi ülkelerin aristokrat parlamenterleri, AKPM’deki Türk ve Rus varlığını bir alt kültürün temsilcileri olarak gördüler ve dışladılar. AKPM başkanlığı kuruluşundan bugüne söz konusu ülkeler dışında bir başka ülke tarafından devralınamadı. Başkanlığın Türkiye’ye geçmiş olması bu açıdan bakıldığında da AKPM tarihinde önemli bir dönüm noktasını vurguluyor.
Türk bir Parlamenter’in AKPM başkanı olarak seçilmesini önemli kılan diğer bir husus ise, kurulduğu 1949 yılından bu yana savunma pozisyonunda kalan ve gündemi belirlenen bir ülke olan Türkiye’nin, bundan böyle gündem belirleyecek ülke haline gelmiş olması. Türkiye, uzun yıllar insan hakları ihlalleri, azınlık hakları, etnik konular, Kıbrıs meselesi gibi konularda aleyhine hazırlanan maksatlı raporlarla AKPM’de zor günler geçirdi. Bir Türk Parlamenterin başkanlığı üstlenmiş olması AKPM’deki Türkiye aleyhtarlığını da frenleyecektir.
Türkiye’nin uzun yıllar sıkıntısını çektiği ve hala çok eksikleri bulunduğu lobicilik konusunda önemli fırsatlar yaratacağını düşündüğüm AKPM başkanlığı için bir strateji ve plan belirlenerek bu süreç etkin bir biçimde kullanılmalıdır. Tüm bu fırsatları içerisinde barındıran AKPM başkanlığı kendi başına bırakılacak olursa organizasyonel yönetim zafiyeti olan bir ülke olarak başkanlık sürecinden yara alarak, imaj kayıplarına uğrayarak çıkma risklerin de olduğunu unutmamakta yarar var.
Türkiye Uluslararası Açılıma Hazırlanmalıdır
Türkiye’nin içinden geçtiği bu önemli uluslararası açılımlara süratle hazırlanması gerekmektedir. Özellikle uluslararası ilişkiler, diplomasi ve lobicilik konularında idealist ve yetişmiş insan kaynaklarına ihtiyaç duyulduğu görülüyor. Türkiye bu açılımlara uygun think tank oluşumlarını desteklemeli ve üniversiteler aktif bir şekilde strateji üretecek şekilde yapılandırılmalıdır.
AKPM, Türkiye’nin Avrupa’ya yönelik açılımları açısından önemli bir platformdur. Türkiye’den atanan parlamenterlerin AKPM’ye intibakları, işleyişi öğrenmeleri ve etkin bir şekilde üretime geçmeleri 2 yıllık bir sürede gerçekleşebilmektedir. Ancak, AKPM’de görev yapan parlamenterlerin yapılan her genel seçimden sonra yenilenmesi burada elde edilen deneyimlerin, diğer parlamenterlerle kurulan ilişkilerin heba olması anlamına gelmektedir. Bu kısır döngü her seçimde devam ettiği için Türkiye’nin AKPM’de etkin bir şekilde temsili mümkün olamamakta, sekteye uğramaktadır. Oysa AKPM’de 30 yılı aşkın süreden bu yana görev yapan İngiliz, Fransız, Alman parlamenterler bulunmaktadır. Bu anlamda Türkiye’nin “Türkiye Milletvekilliği” uygulamasını tekrar gündeme alması bu çerçevede sürekli AKPM çalışmalarını yürütecek deneyimli bir parlamenterler gurubu oluşmasını mümkün kılacaktır.
Türkiye’nin heyecan veren uluslararası açılımlarını izlemeye devam edecekmişiz gibi görünüyor. Yeter ki, gözlerimizi hayata yeniden açtığımız bitkisel hayat çadırının perdelerini tamamen aralayabilelim.