Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (GASAM) olarak 3 Haziran 2009 tarihinde yayımlamış olduğumuz son analizin başlığı ?Mumbai, Zahedan ve Ardından?? şeklindeydi. Bu başlıkla; Afganistan ve Pakistan'dan sonra Mumbai Baskını ile Hindistan'ın, Zahedan cami saldırısı ile İran'ın istikrarsızlaştırma süreçlerinin başlatıldığına dikkat çekmiş ?Ve Ardından?? deyip üç noktayı sıralayarak bir sonraki kentin ve ülkenin kim olacağını sormuştuk. O analizimizi yayımladığımızda İran'da ki seçimler henüz yapılmamış ve İran rejimini derinden sarsan sokak gösterileri de başlamamıştı.
Geçtiğimiz günlerde Urumçi'de başlayan etnik çatışmalar ve sergilenen vahşetin ardından başlığımızdaki üç nokta boşluğunu Urumçi ve Çin'in doldurduğunu görüyoruz. Urumçi'de bugün yaşanan etnik çatışmaya duygusal yaklaşır ve Çin'i sorumlu tutarsak basit olanı yapmış ve perde gerisini, asıl hesapları görememiş oluruz. Urumçi'de yaşananlar basit etnik bir çatışmadan öte küresel bir hesaplaşmanın ürünüdür. Çin, tabii ki kendi sınırları içerisinde yaşayan bir toplumun güvenliğinden birinci derece de sorumludur ve olayların bu noktaya gelebileceğini görüp durumu kontrol altına alamamasından dolayı kabahatlidir. Bu Çin'in hanesine yazılacak bir eksidir. Ancak görülmesi gerekenin sadece bu olmadığı da bir gerçek.
Çin ve Hindistan Hedefteydi?
Amerikalı stratejistler, 2000 yılından bu yana Çin ve Hindistan kaynaklı ekonomik ve siyasi bir güç merkezinin oluştuğunu, eğer gerekli tedbirler alınmaz ve müdahale edilmezse bu güç oluşumun Amerikan varlığını tehdit edeceğini ve hatta uzun vadede ortadan kaldırabileceğini ileri sürüyorlar. Bu stratejistlerden Clyde V. Prestowitz, 2005 yılında yazdığı ?Three Billion New Capitalists: The Great Shift of Wealth and Power to the East / Üç Milyon Yeni Kapitalist: Zenginliğin ve Gücün Batıdan Doğuya Büyük Göçü? başlıklı kitabında, Çin ve Hindistan'ın ekonomik ve siyasi güç olarak ilerleyişine dikkat çekerek, Amerika'nın küresel gücü ve menfaatlerinin tehdit altında olduğuna dikkat çekiyor; gücün batıdan doğuya kaydığını, doğunun yükselişte olduğunu dile getirerek gerekli müdahalelerin yapılması yönünde uyarılar yapıyor.
Yine, ülkemizde ve dünyanın bir çok yerinde satın aldığı medya guruplarıyla dikkat çeken uluslararası medya patronu ve savaş tüccarı Rupert Murdoch, dünya genelinde verdiği seminerlerde önümüzdeki yıllarda dünyayı Çin ve Hindistan'ın şekillendireceğini öne sürerek komünizm ve kast sistemlerinden gelen bu iki toplumun ortaya çıkartacağı orta sınıf insan sayısının gelecek otuz yıl içerisinde üç milyara ulaşacağını belirtiyor. Murdoch; 'Dünya bunun gibi bir gelişmeyle daha önce hiç karşılaşmadı. Bu iki ülkenin halkı, yokluğun ne olduğunu biliyor, yeteneklerini ve yaşam koşullarını geliştirmeyi amaçlıyor, tüm dünyaya neler yapabileceklerini göstermeyi istiyor.' diyerek uyarılar yapıyor.
Tüm bu tespit ve uyarılar uzun süredir küresel güçlerin ilgi alanını Güney Asya'ya çekmiş, El Kaide ve Taliban gibi bahaneler yaratılarak 2001 yılından bu yana Güney Asya'ya yerleşme ve yayılma politikası izlenmiştir.
Güney Asya'da Büyük Oyun?
2001 yılında Afganistan'la başlayan, Pakistan'la devam eden, Hindistan ve İran'ın ardından bugün Çin'e bulaştırılan bir istikrarsızlaştırma vebası söz konusu. Güney Asya haritasını önünüze koyup Afganistan ve Pakistan'ı merkez alarak baktığınızda şiddet, kaos ve istikrarsızlığın bu noktadan dışa doğru yayıldığını ve çevre ülkeleri sardığını görürsünüz.
Küresel barış için tehdit olarak gösterilen El Kaide ve Taliban'ı ortadan kaldırma bahanesiyle Afganistan işgal edilmiş ve otorite boşluğu yaratılarak bölgeye yerleşme süreci başlatılmıştır. Bu iki örgüt küresel güçlerin bölgeye yerleşmelerini gerekçelendirmek için yaratılmış bahanelerdir. Bunun iki önemli kanıtı bulunmaktadır. Bunlardan ilki Pakistan Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari'nin 19 Mayıs 2009 tarihinde yaptığı bir açıklamadır. Zerdari, El Kaide lideri Bin Ladin'i 11 Eylül saldırısından üç ay sonra Tora Bora Dağları'nda ele geçirip Amerikalılara teslim ettiklerini ancak daha sonra Bin Ladin'in serbet bırakılmış görünce çok şaşırdıklarını söylemiştir. İkinci önemli kanıt ise bugün Pakistan Ordusu'nun savaştığı Pakistan Taliban Hareketi'nin kurucusu Abdullah Mehsud ile ilgilidir. Abdullah Mehsud, 2001 yılında Afganistan'ın işgali sırasında yaralı bir şekilde yakalanmış Guantanamo'da üç yıl tutulduktan sonra, 2004 yılında serbest bırakılmıştır. Serbest kalan Mehsud, Pakistan'a dönerek bugün Pakistan'ı istikrasızlaştıran, iki milyon insanı kendi ülkesinde yurdundan eden, Pakistan'ı canlı bombaların cirit attığı bir ülke haline getiren Pakistan Taliban Hareketi'ni kurmuştur. Bu iki önemli kanıt, El Kaide ve Taliban'ın küresel güçlerin dünya üzerindeki stratejilerini hayata geçirme gayesiyle laboratuarlarda üretildiğinin önemli bir göstergesidir.
Amerika'nın başını çektiği küresel güçler, terörle savaş bahaneleri altında yerleştikleri Güney Asya'da şu hedefleri gütmektedirler:
i. Pakistan ve İran merkezli oluşan nükleer tehdit zonuna müdahale ederek, başta İsrail olmak üzere küresel güçler için oluşmuş nükleer tehdidi ortadan kaldırmak;
ii. Batılı stratejistler tarafından uzun süredir dikkat çekilen Çin ve Hindistan merkezli ekonomik ve siyasi güç oluşumuna müdahale ederek, bu ülkeleri istikrarsızlaştırmak; Mumbai Baskını ile Hindistan ekonomisi ve güvenliği vurulmuş, Urumçi ile Çin'in istikrarı hedef alınmıştır.
iii. Orta Asya Enerji kaynaklarına yakın markaj uygulayarak, bu enerji kaynaklarını küresel güçlerin menfaatleri doğrultusunda şekillendirmek;
iv. Putin sonrası yeniden süper güç olma yolunda ilerleyen ve dünya politikasında ağırlığını artıran Rusya'yı güneyden rahatsız etmek ve kontrol altında tutmak.
Urumçi Çin İşi Gibi Görünmüyor?
Tüm bu tespitlerden sonra Urumçi olaylarını analiz edecek olursak, burada yaşananların Çin'in menfaatleriyle tamamen çeliştiğini hatta Çin'e çok büyük zararlar verdiğini görürüz.
Çin, iç istikrarını tehdit edecek ve kendisini uluslararası arenada sıkıntıya sokacak böyle bir katliam politikasını hayata geçirerek kendi ayağına ateş etmiş olacaktır. Kaldı ki her ne kadar Uygur Türkleri arasında yıllardır bir bağımsızlık özlemi olsa da bu özlem uluslararası arenada kabul görmemiştir. Hal böyle iken Uygur Türklerinin bu özlemini ateşleyecek ve haklı gerekçeler yaratacak böyle bir adım atmak Çin'in atacağı en son adımdır.
Kaldı ki Türkiye dahi, Uygur Türklerinin bağımsızlık özlemine yıllardır duyarsız ve sessiz kalmış, Rabia Kadir gibi bağımsızlık hareketinin öncülerine Türkiye'ye giriş için vize vermemiştir. Bunu bilen Çin'in Türkiye'deki bu pasif hassasiyeti aktif hale getirecek yanlış adımı atması diplomatik anlamda intihardır. Çin'in durup dururken aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi Üyesi de olan Türkiye'yi karşısına alacak böyle katliama girişmesi akıllara ziyan bir politikadır.
Uygur Türklerine uygulanacak şiddet ve soykırım Orta Asya'daki diğer Türki Cumhuriyetleri tetikleyerek Çin karşıtı bir oluşum yaratacaktır. Nitekim Doğu Türkistan'a sınır olan Kırgızistan'da yaşayan Uygurlar, dolayısıyla Kırgızistan bu durumdan duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir. Bölge'de oluşacak ve Çin'i izole edecek böyle bir blok Çin'in menfaatlerine terstir.
İşin diğer önemli bir boyutu ise ekonomik boyuttur. Böyle bir katliam politikası ile Türk ve Müslüman toplumları karşısına alacak olan Çin, uygulanacak boykot kampanyaları ile büyük zarar görecektir. Yine dönem başkanlığını Türkiye'nin yürüttüğü İslam Konferansı Örgütü'nün hayata geçireceği Çin'e karşı ekonomik yaptırım politikası Çin ekonomisini altüst edebilir. Nitekim biraz erken de olsa Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün Türk halkını Çin ürünlerini boykot etmeye çağırarak böyle bir adımı atmış bulunuyor.
Tüm bu açılardan bakıldığında Urumçi olaylarına Çin'in planlı bir politikası şeklinde yaklaşmanın çok gerçekçi olmayacağını gösteriyor.
Kısacası perde gerisinde derin bir gölge oyunu sergileniyor?